Sömürgenlik bulaşıcı çıktı

Türk soykırımına kadar ABD emperyalizmiyle mücadele ediyor görünen bazı kalemlerin “Mao sendromu” depreşti. Tam bağımsızlık için aslolan “Ne ABD, ne Çin, herşey Türk için” diyebilmek değil midir?


“At izi it izine karıştı” derler ya, öyle... Doğu Türkistan’da yaşananlarla ilgili toz bulutunu başka türlü tanımlayamıyorum.
İkinci el beyin kiralayan “think-thank” kuruluşlarını ABD’de hangi caddenin kaçınca kavşağından kıvrılınca bulacağınızı milim şaşmadan tarif edenlerin “Sincan” aşağı “Şincan” yukarı, yanlış adres tarifleri bile tek başına ifrit ediciyken...Washington’un tercüme memurlarına nazire yapar gibi Pekin kalemşörleri türemesin mi?
İplerinizi ele geçirenin kim olduğunun ne önemi var? Sömürgenlik, sömürgenliktir...
Erdal Şafak, Doğu Türkistan’daki Türk soykırımı karşısında Tayyip Erdoğan’ın “tam iki kere”, “ vahşet” tanımını kullanmasını ‘orantılı bir tepki’ olarak kafi görüyor... Şafak’a göre Nihat Ergün, “Çin mallarını boykot” çağrısı yaparak Dünya Ticaret Örgütü ilkelerine göre “suç” işledi.
Uluslararası hukuk nezdinde “soykırım” suç değil midir peki? “Soykırım” suç ise bile, bizim “soykırımcı” ya sanık sandalyesini göstermek yerine “iyi halden tahliye” ettirmemizi önermek nedir Sayın Şafak? Kamu yararına gazetecilik anlayışınız buraya kadar mı? Ya vicdanınız, hani “off the record” Ruhban okulu planlarını milletten gizlemeye el vermeyen vicdanınız... Ona ne oldu?
Diyor ki Şafak “Türkiye Sincan olaylarını BM Güvenlik Konseyi’ne de götürmesin. Nasılsa Çin veto edecek.” “Hiç uğruna”, Filistin’den Yukarı Karabağ’a kadar imtiyazlı çıkar bölgemizde Çin’in desteğini kaybedeceğiz. Zannedersiniz ki bizim iktidar akrobat... ABD’de üzerine sifon çekildiği vakit, Çin’de el üstünde tutulmayı başaracak kadar denge üstadı.
Yıllardır ülkemizi “ABD’nin müttefiki olmak” gibi, Çin açısından son derece gönlü çelinesi bir yerde konumlandırmalarına karşın; Çin’in Kuzey Kıbrıs Türkleri’ne karşı Rumlar’ı desteklemesinin önüne geçebildiler mi? Türkiye’nin Kürtler’e asimilasyon uyguladığı propagandasını yapan devletlerin başında Çin gelmiyor mu?
ABD’nin BOP’u genişleterek GOP’a dönüştürdüğü dönüm noktasında, Türkiye’nin “milli çıkar”larını gözeterek Rusya ve Çin gibi ülkelerle işbirliğini geliştirmesinin stratejik önemi ve gerekliliği su götürmez. Ama “Avrasyacılık”ın veya “Asya-Pasifik açılımı”nın ABD boyunduruğundan çıkıp Çin’inkine girmek olduğunu kim söyledi size?
“Mao sendorumu” depreşen ve “Soros çocukları”nın yerini almaya haızrlanan bazı kalemlerin “Çin’in ali menfaatleri”ni savunmak uğruna sapla samanı karıştırması ne trajik.
Türkler’in katledilmekte olduğunu nasıl yok sayarsınız?
Doğu Türkistan’ın Orta Asya-Hazar petrollerini dış politikasının odağı yapan ABD için önemini kimse yadsıyamaz. ABD’nin, bölgedeki kargaşadan menfaat sağlayacak ilk devlet olduğu ve orada akan Türk kanından beslenmek için devreye girdiği/gireceği itiraz edilemeyecek kadar net... Ama bu gerçekler, bir başka gerçeği Türk soykırımını makul, kabul anlaşılır hale getirebilir mi?
Dengeyi, Türk’ün yanında saf tutarak, onu “müdahaleye açık, korunmasız” bırakmayarak sağlayabiliriz... Bu da diplomasiden ziyade, akrobasi ile mümkün. Bu anlamda Türk dış politikasının da, kamu yararına yapılan gazeteciliğin de parolasının “Ne ABD, ne Çin herşey Türk için” olması gerekmez mi? Aksi halde “Bu millete herşeyi öğrettim de uşaklığı öğretemedim” diyen Atatürk’ü mezarında ters çevirmiş olmaz mıyız?


++++++

Allah akıl, fikir versin!
Uygurlara yapılan katliamın ardından DTP bir yazılı açıklama yaptı. Uygur halkına karşı girişilen katliamı kınadı ve şöyle dedi: “Türkiye de benzer bir sorunla karşı karşıyadır. Kürt halkının kimliğinin kabul edilmemesi, asimilasyona tabi tutulması ve demokratik taleplerinin karşılanmaması sürekli çatışma üreten bir zemin olmuştur.”
Bu açıklamayı okuyunca, irkildiğimi ve “Allah akıl, fikir versin” diye söylendiğimi yazmak zorundayım. Hatta aramızda para toplayıp, DTP yönetimini Sincan Özerk Bölgesi’ne bir “inceleme” ziyaretine göndermeyi de düşünmedim değil. İki ülke arasında böyle bir paralellik kurmak için, insanın dünyadan ve Sincan’da olup bitenlerden haberdar olmaması yetmiyor. Nasıl bir ülkede yaşadıklarını da bilmiyor olmalılar.
* Mehmet Y.Yılmaz / Hürriyet


++++++

DIŞ GEZİ

Göbek diplomasisi
Cumhurbaşkanı Çin’e, amiyane bir söylem olacak ama MHP’liler DTP’lilerin çiftetellilerine alkış tutmaya mı gitmişti. Diplomasi nedir, diplomatik temaslar ne için yapılır? O kadar uzak bir yolculuğa niçin çıkılır? Gezmek, Buda düğümlerini açmak, kuzu çevirmesi yemek ve dans seyretmek için mi?
* Afet Ilgaz / Milli Gazete


++++++


Köşe kapmaca
Gündem kovaladıkça Ertuğrul Özkök kaçıyor. Dünyanın bir ucunda, Doğu Türkistan Türkleri’nin katledilişine, mesafeyi aşamadıkları için yanar-döner tavır sergilediklerini varsaysak bile, hani şu logolarında “Türkler’in” olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni ve yerli olmayan sivil devrim yasalarına bağlanması ne olacak? Hani dördüncü kuvvet medya? Hürriyet gibi köklü bir gazetenin Genel Yayın Yönetmeni’nin bugünlerde kafa yorması gereken konu Marilyn’in içindeki öteki kadın mıdır? Kafanıza güneş mi geçti sayın Özkök? Tavuk ile yumurta gibi sarışın ile zeka arasındaki ilişki de çözümsüzlüğe mahkum olduğuna göre “magazine / life style” yazılarınızı birkaç gün yedekte bekletemediniz mi? Yoksa bunlar gündem değiştirmek üzere yedeklenmiş yazılar mıydı zaten? Pes...

++++++

Gece yarısı faşizmi ile cilalı sivilleşme!
Bir subay; ister genelkurmay başkanı olsun, ister kuvvet komutanı, halkın seçimle başa getirdiklerini ordunun gücüyle indirmek için “darbe-müdahale-cunta, 28 Şubat türü postmodern ittirme” planlaması yaparsa, ağır cezalık suç işlemiş olur.
Çünkü Anayasa’yı deliyor.
Darbe yaparak; “milletin seçtiğini indirirsen” egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ilkesini çiğnersin.
Ağır cezalık suçtur.
Bu suçu işlemeye kalkıp da başaramayanların sivil mahkemelerde yargılanması kimseyi rahatsız etmez.
Etmemeli.
Zaten asker ihtilali başarınca o “darbe” değil “devrim” diye kabul ediliyor, devrimin kanunları bütün kanunların üstüne çıkıyor, darbe bayram diye kutlanıyor.
Darbeci yargılanmalı.
Hâkimi de sivil olmalı.
Askerin askerliğini, sivilin sivilliğini bildiği ileri hukuk ve adalet düzenine bizim ülkemiz de mutlaka ve mutlaka geçmeli.
Evet... Evet...
Asker askerliğini bilmeli.
Sivil de sivilliğini iyi bilmeli.
Siviller de “gece yarısı faşizmi ile cilalı sivilleşmeye” kalkışmamalı. Postmodern gece yarısı faşizmi uygulaması, halka “AB kriterlerine öykünüyoruz” diye yutturulmamalı.
Yutturdular.
Gece yarısı saat 01.38’de, muhalefet milletvekillerini de uyutarak, torbadan yasa çıkarttılar, Cumhurbaşkanı da onayladı.
Gece yarısı faşizmi oldu.
Postmodern gece yarısı faşizmi yerine gündüz vakti; inanmış, kararlı, halkı arkasına almış, muhalefeti, üniversiteyi, aydınları, hukukçuları, sivil toplum örgütlerini, işçi, memur sendikalarını ikna etme yolu seçilebilirdi.
Ve “Askeri yargının yetkilerinin elinden alınarak sivil yargıya devredilmesi gerektiğini, bütün ileri demokratik ülkelerde bu tür ordu reformlarının yıllar önce yapıldığını” söyleme sürecini başlatabilirlerdi. Bunun için gerekiyorsa Anayasa’yı da değiştirmeliyiz diyebilirlerdi. Adam gibi adım atmak böyle olurdu ve taraftar bulurdu.
Asker askerliğini bilirdi.
Sivil sivilliğine sevinirdi.
Bunu yapmak yerine gece yarısı postmodern faşizm yolunu seçtiler.
Kapısında egemenlik kayıtsız şartsız milletindir yazan Meclisimizin binasına “gece yarısı faşizmi” kavramını sokmuş oldular. Meclis duvarındaki; “Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir” yazısı kazınmalı, yerine “Egemenlik, gece vakti baskın verenindir” yazılmalı.
* Necati Doğru / Vatan

++++++

Peki neyi devireceksiniz?
Amberin Zaman’dan sonra Taraf’tan bir itiraf da Yasemin Çongar’dan geldi. Buna göre askerin sivil mahkemelerde yargılanacak olması “devrim”miş...


Etyen Mahçupyan, Amberin Zaman derken Taraf’ta bir itiraf da Yasemin Çongar’dan geldi:
“Cumhurbaşkanı Gül, ‘sivil devrim’e ‘dur’ dememekle doğru olanı yaptı.”
Nedir devrim?
Düzeni hızla değiştirmek...
Varolanın yerine yeni bir modeli yerleştirmek.
Peki kim bu siviller?
Asker olmayanlar...
Ucu bucağı, sınırı var mı?
Mesela bir ajan için, bir işbirlikçi için, bir muhbir için, bir provokatör için hatta bir terörist için “bu sivil değil” diyebilir miyiz?
“Sivil devrim!”
Yapıcıları arasında herkes olabilir, yemin etseler karınları ağrımaz... “Sivil genç”, “sivil gazeteci”, “sivil politikacı”, “sivil itirafçı”... El birliğiyle yaparlar belki, alem “birlik ve bütünlük görsün” diye...
Devrime maruz kalan yapı, hukukun üstünlüğünü temel alan, bağımsız, üniter, laik, sosyal devlet niteliklerine sahip “Türkiye Cumhuriyeti” olduğuna göre, yerine tesis edilmek istenen yapı bu özelliklerin zıttını barındıracak demektir. Bağımlı, güdümlü, diktacı, dağılmış bir model olmalı teknik olarak...
Varolan düzeni kuran “1919 ruhu”, milli mücadele anlayışı, anti-emperyalist tavır olduğuna göre, yenisini kuran tam tersini, bir nevi mütareke hükümetini temsil edecek...
“Sivil yargı” bu eksendeki bir “devrim”in sembolü olacaksa eğer... Ümraniye soruşturmasında skandallarla anıldığı, Deniz Feneri soruşturmasındaki hantallığı, ancak iktidarı memnun ettiği sürece “adil” sayılacak kadar sivilleşiyorsa yargı... Darbelerin değil, TSK’nın temsil ettiği değerlerin hesabını sormaya hazırlanıyorsa birileri; kilidini zorlayıp durdukları “demokrasi” kapısından sızan aydınlık değil; kör karanlık olacaktır.
İstanbul Barosu eski Başkanı Turgut Kazan’ın, yani bir sivil yargı mensubunun dediği gibi, “Tam sivil bir faşizm getiriliyor. ”

++++++

Defolu
Genelkurmay başkanlarının, kuvvet komutanlarının dahi, uyduruk bir ihbarla sivil mahkemelerde yargılanmasını sağlayan ve Cumhurbaşkanı’nca imzalanan yasa, sağlıklı bir yasa da değil...
Sağlıklıysa, Cumhurbaşkanı’nızın imzalarken altına yazdığı o “Gerekli (ilave) yasal düzenlemelerin ivedilikle yapılması” neyin nesi?..
Diyelim ki siz ayağınıza ayakkabı alırken dahi, tezgâhtar size “İvedilikle tamirciye götür” dese...
* Bekir Coşkun / Hürriyet


++++++

Gazetecilik değil, Taraf’lı plan
Ekonomik sıkıntıların olduğu bir dönemde bu kadar iddialı bir şekilde medyaya girmek bana enteresan gelmişti. Bir süre sonra işin rengi belli oldu. Gazetede yer alan reklamlar, gazetenin sadece bir kitapevi sahibi tarafından finanse edildiği iddiasının gerçekçi olmadığını ortaya koydu. Taraf gazetesinin yayın yaptığı ülkede orduya bu kadar saldırması bana belirli bir planın parçası olarak geliyor. Gazeteye sızan bilgilerin elde edilmesi o kadar da kolay değil. Eğer iddia edildiği gibi polis teşkilatının bir baş komiseri bu gazeteye ABD’den köşe yazarlığı yapıyorsa bunu anlamak mümkün değildir. Taraf gazetesinin saldırıları sanki Türkiye’nin değil, bu ülkenin düşmanı olan bir orduya yapılmaktadır. Ben bu yayınları gazetecilik olarak görmüyorum.
* Mayıs Alizade / Azerbaycan


++++++

MİNİ YORUM
Hasan Cemal’e yol göründü

Cengiz Çandar, “Uygur Dosyası” dolayısıyla iç dengeleri etkileyecek gelişmelerden bihaber kalan yurdum insanını aydınlatmış. Kriz Grubu’nun raporundan sonra, Joe Biden’ın Irak’ta mekik diplomasisine başlayabileceği “umudu”nu paylaşmış. Bu işlerin “bir bilen”i, “Çok yakında bol bol Irak konuşmaya yeniden başlayacağız” dediğine göre Kandil ulağının işleri açılacak demektir. Ufukta Erbil var. Hasan Cemal leyleği havada mı gördü ne?

Yazarın Diğer Yazıları