Sömürgeleşme evrimi
Tanzimat’tan sonra Osmanlı’ya ekonomik ve askeri olarak üstünlük sağlayan ve denetimine alan Batı kısa sürede aydınların da güç merkezi haline geldi
Tanzimat-ı Hayriye Osmanlı’yı Batının ekonomik denetimine sokan yeni ticari ilişkilerin hukuki güvencesini sağlayacak düzenlemeler içeriyordu.
Her sosyoekonomik yapı kendi değer yargılarını oluşturur ve toplumu bu değerler doğrultusunda şekillendirir.
Ekonomik gücün Müslüman-Türk kökenli Osmanlı uyrukluların elinden çıkışının bu kesim üzerindeki psikososyal etkisi büyük olmuştur.
Süreçten en çok ve çabuk etkilenenler arasında Osmanlı aydınları ayrı yer tutar. Osmanlının klasik döneminde Arap-Fars etkisinin oldukça yoğun olduğu İslami bir düşün ve sanat atmosferi içinde ayrıcalıklı konumdaki bu kesim üzerinde yeni sürecin etkisi şok olarak tanımlanabilir.
Osmanlıya ekonomik ve askeri olarak üstünlük sağlayan ve denetimine alan bu yeni güç merkezi kısa sürede aydınların da merkezi olacaktır! Toplumun geleneksel dokusunu yadsıyan, değerlerini küçümseyen, batının ekonomik- kültürel temellerini algılayamadan tüketim ve gündelik yaşamda onlara özenen bu kesim Tanzimat Münevveri olarak adlandırılacaktır! Batı karşısında kapıldıkları aşağılık duygusunu kendi toplumunun değerlerini toptan reddederek, halkını aşağılayarak aşmaya çalışan, emperyalizmin gönüllü kapıkulluğuna soyunan bu anlayış günümüze kadar sürecektir.
Tanzimat münevverlerinin Kurtuluş Savaşı dönemindeki ardıllarına da Mütareke Münevveri demek adet olmuştur. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes anlaşmasından 9 Eylül 1922 Kurtuluş Savaşı zaferi arası Mütareke dönemi, Milli Mücadelenin merkezi Mustafa Kemal’in Ankara’sı ile İngiliz uşağı Damat Ferit’in Mütarake İstanbul’u arasındaki tercih, dönemin turnusol kağıdıdır.
Türk halkı Ankara’nın yönetiminde kurtuluş mücadelesi verirken teslimiyetçi mütareke hükümetlerinin hararetli yandaşı mütareke münevverleri işgali alkışlamaktadır! Mütareke İstanbul’undan günümüze hiç değişmeyen üçlü koalisyon omuz omuza soysuzluk yarışı içindedirler: İngiliz Muhipleri Cemiyeti üyesi Ali Kemal gibi kozmopolit aydınlar, Şeyhülislam Mustafa Sabri gibi İslam Teali Cemiyeti üyeleri, Seyit Abdülkadir gibi Kürt Teali Cemiyeti önderlerinin günümüzdeki izleyicileri ihanet koalisyonunun mirasçılığına soyunmuş görünmektedirler.
Mütareke münevverlerinin ardılı çağdaş sömürge aydınlarının görevi halkın direnç ruhunu yok ederek emperyalizme kayıtsız şartsız teslimiyete götürmektir. Bireysel ve ulusal bağımsızlık tutkusunu ortadan kaldırmak, tarihinden koparmak, efendisine itaatten başka bir şey düşünemeyen köle psikolojisine alıştırmak sömürge aydınlarının tam gün mesaisini almaktadır.
Ankara’ya karşı Brüksel’in, Washington’un yanında olmak, Kandil’den gelen sesleri armonize ettikten sonra halka sunmak sömürge aydını olabilmenin icaplarındandır.
Sistemin izin verdiği ölçüde açılım, buyurduğu ölçüde kapanım, güç merkezleri arasında salınım, fırsat bulduğunda Türk’e ait değerlere toptan saldırı yine sömürge aydını olmanın gereklerindendir. Son günlerde hız kazanan Fıratsız, Diclesiz, GAP’sız Türkiye- Batı sömürgesi Kürdistan açılımıyla münevverlerimizin açılımı arasındaki hayranlık uyandırıcı uyum bir yerlere not edilmelidir.
Alçalmanın, aşağılaşmanın, soysuzlaşmanın, kendi halkından kopup güç merkezlerine kapılanmanın somut örneğini mi istiyorsunuz? Bizim sömürge aydınımızın sıfatına şöyle bir bakıvermek yeter de artar bile!
* Av. Hüseyin Özbek
++++++
“Ali Kemal’ler” yok sayıyor!
Bu 30 Ağustos, birçok bakımdan “hayırlara vesile oldu”!
Bu topraklarda yayın yapan bazı sözde “ulusal” basın özde ne olduklarını gösterdiler.
30 Ağustos gününü “görmediler”.
Olayı “atlamak” haberi atlamak, günü atlamak yönü gazetecilik mesleği ile ilgilidir.
“Orduya karşı olmak”, “anti-militarist” vs olmak bu “atlamanın” asla mazereti olamaz! 30 Ağustos zaferi olmasaydı, 23 Nisan’ın da, 19 Mayıs’ın da hükmü kalmazdı; 29 Ekim ise zaten olamazdı.
Anlaşılan o günü “atlayanları” kızdıran, rahatsız eden, o günü “unutmaya” iten de budur. Biz bunları günümüzün “Ali Kemal’leri” olarak niteliyorduk. Ali Kemal de 30 Ağustos 1922’de karalar bağlamıştı!
Bunlar da aynı tıynettenler...
Kuşkusuz her gazetenin Yazı İşleri kendi yayın politikasından sorumludur. Lakin geçmişte Gazeteciler Cemiyeti ve Basın Konseyi nasıl bazı yayınlarda tavır alarak ve bir kınama bildirisi yayınlayarak “meslek örgütü” olmanın gereğini yerine getirmişse, bu olayda da varlık göstermeli ve bu yüz karası / yüz kızartıcı “Ali Kemal’liği” açıkça Türk kamuyu nezdinde meslek adına kınamalıdır.
* Nazım Güvenç / Bizim Anadolu Gazetesi
+++++++
Türk ulusu transa mı girdi?
Genç ve güzel bayan, hipnozitörün gözlerinin derinliklerine baktı, gözlerinin parlaklığı ve tesir edici ışığı bayanı büyüledi.
Hipnozitör fısıltı halinde konuşmaya
başladı:
“Uykunuz geliyor. Göz kapaklarınız ağırlaşmaya başladı. Bütün vücudunuzu zayıf ve kuvvetsiz hissediyorsunuz.
Şu andan itibaren kendinizi benim emrime bırakmak zorundasınız. Emirlerimin hepsine itaat edeceksiniz.” Ve lambaya üfürdü...
Trans, kimi parapsikoloji sözlüklerinde “iradi hareketlerin yokluğuyla oluşan ayrışma hali”, “bilinçsizlik hali” olarak tanımlanmaktadır.
Transa giren kişi veya toplum, önce bilincini yitirir, kim olduğunu, nerede olduğunu, nereye götürülmekte olduğunu, ne yapmakta olduğunu bilmez.
Türk toplumu, bir Amerikan projesi olan “Kürt açılımı” söylemi ve Mütareke Basını’nın görevini yapan medyanın yönlendirmesi ile önce transa girmiş, bilincini yitirmiş, yatağa yatırılmış, lamba söndürülmüş, ama tecavüze uğramakta olduğunun farkında bile değil.
Eğer transa girmemiş olsaydı, daha 1980’li yıllarda yaşanmış olan Yugoslavya iç savaşını, günümüzde yaşanmakta olan Irak olaylarını gözmezlikten gelebilir miydi?
Türk’ü ile Kürt’ü ile ulusumuz, bu lanetli trans halinden kurtulmaz, Atatürk’ün gösterdiği birlik ve beraberlik çizgisine girmez ise kurtlar sofrasında paramparça edilecek, lokma lokma yutulacaktır.
* Sefer Çetinkaya
++++++
Kabusmuş hamdolsun
Mustafa Kemal Paşa doğmamış, İngilizci Sadrazam Damat Ferit iktidarda, Amerikan mandası isteyenlerin dileği olmuş, Kuvayi Milliyecileri zındana dolduruyorlar.
Mütareke basını iktidarın icraatlarını övüyor. Ahmet Anzavur Geyve Boğazını geçmiş, İngiliz ve Yunan uçaklarından “kuvvacıların öldürülmeleri caizdir” fetva ve fermanları atılıyor. Sadrazan Damat Ferit Antalya Belek’te kilise ve havra açıyor. Kürdistan açılımı, Ermenistan açılımı diye birileri biryerlerini yırtarcasına bağırıyor.
Açılım sesleri arasında kan ter içinde uyandım. Kabus görmüşüm hamdolsun.
* Y. Bünyamin
++++++
Elif Şafak’ın ne dokunulmazlığı var?
Bazen sadece siyasal yakınlık hissetiğimiz dar bir çevreye kapanıyor, farklı siyasal-toplumsal kesimlerde olan bitene tamamen ilgisiz kalıyoruz. Yenişafak gazetesinde, Elif Şafak’ın Aşk adlı romanıyla ilgili son derece düzeyli eleştirilerinde Dücane Cündioğlu, Baba ve Piç’iyle de tanınan söz konusu yazarın serencamına pek değinmeden ve kişiselleştirmeden, bize göre oryantalist anlayışın derin etkisindeki eseri; eleştirinin, bilimin, gönlün, roman kuramlarının ve gerçekliğin süzgecinden geçirmiş. Konuyla ilgilenenlerin hemen fark edebileceği gibi bu eleştirilerde, örneğine sık rastlayamadığımız düşünsel ve felsefi derinlik dikkati çekmektedir.
“Hakem” tavrıyla üslup sahibi bir yazara “üslup” dersi verilmeye kalkışılıyor; hem de yazarın kendi gazetesinde!
“Demokrasi” ve “eleştiri özgürlüğü” bahanesinin ardına sığınanların, eleştiriye tahammülsüzlükleri sırıtıyor aslında.
Elif Şafak’ın dokunulmazlığı mı var?!
Çoklarının pohpohladığı ve pazarlamadaki başarısıyla göz dolduran bu yazarı kullanarak Dücane Cündioğlu’na bir şeyler mi denmek isteniyor diye düşünmeden edemiyor insan.
Dücane Cündioğlu’nun eleştirisinde ısrarla vurguladığı ve benim de hep önemsediğim “sahicilik” açısından bakınca: “Kemale eren” yazar, Amerikan “Taraf”ındaymış ve hatta o “gazete”ye “vicdanın başkenti”
diyormuş; evet, yanlış duymadınız,
“vicdansızlığın” değil, “vicdanın başkenti”! İlginç bir “dayanışma”yla karşı karşıyayız!
* Fethi Murat Doğan / Yıldız Teknik Üniversitesi Öğr. Gör.
++++++
Helalleşmek gerek
Beyefendi, hesaplaşmanız gerekecek. “Azerbaycan yüreğimde bir şahdamardır. Oğuzu Oğuzdan başka kim anlar?”mısralarını yazdığınız, “Ağzı köpüren yeleli atlar üstüne yemin ettiğiniz” için, helalleşmeniz gerekecek. Sizinle beraber o yemini eden ve mısralarınızı geceler boyu okuyup ezberleyen Türk evlatları ile; o gün onlara ırkçı,Turancı, faşist diye saldıranları bu gün onların gözünün içine baka baka övdüğünüz için; ölü-diri milyonlarca Türk milliyetçisi ile helalleşmeniz gerekecek. Hepsi bir yana: “Duy beni Anar, duy beni Şahmar” dedikleriniz var ya... Ya gerçekten duydularsa ve; o günün Yavuz Bülent’i ile beraber gelir de bugün sizden hesap sorarlarsa ne yapacaksınız?Yani, en büyük hesabınız,Yavuz Bülent Bakiler ile, onunla hesaplaşın... Bu yazıyı buruşturup çöpe atabilirsiniz ama o Yavuz Bülent’i atamazsınız.
* Tarık Turan
++++++
Başbakan boş yere kızıyor
Telekom satılırken, BOP için toprak toplanırken, vatandaş ezilirken, iftar için çöplük karıştırılırken, askerin başına çuval geçirilirken, fuhuş için bayanlarımız sırada beklerken, Irak’ta, Doğu Türkistan’da değil de sadece Filistin’de ölenler için ‘One Minute’ derken, dünyayı etkileyen kriz bize teğet geçiyor derken, insanlar bir gecede cezaevlerine doldurulurken, partisinin oyları artarken gülüyor da... Muhalefet gerçekleri söylerken neden kızıyor?
* Kırımlı
++++++
MİNİ YORUM
Önce kendine inanmalı insan
“Neredeler” diye sormuştuk. Köyün delilerinden yüzlerce mesaj geldi. “Biz buradayız”. Hepsinin ortak noktası “ama” ile devem ediyor olmalarıydı. “Ama bizi bir araya toplayacak, Atatürk’ün Samsun’a çıkışı gibi bir işaret fişeği olacak bir lider lazım.” Bir mücadelenin başarıya ulaşmasında ’lider’elbette önemli ama o lideri doğuracak olan iradenin sahibi de siz değil misiniz? “Gün bugün” diyecek o kişi belki de sizsiniz. Belki tek sorun “önce kendimize inanmayı” bilmiyor oluşumuz.