Sömürge Dili Olarak Din ve İslâm Düşmanlığı (2)
Huntington “medeniyetler çatışması” adlı makalesinde çatışmanın ideolojik eksenden medeniyet temeline doğru kayacağını iddia etmiştir. Ona göre İsevi/Musevi medeniyeti ile Konfüçyüsyen/İslâm medeniyeti arasındaki çatışmalar dünyanın kaderini tayin edecektir. O, böylece zorla da olsa bütün kürenin modernleşme sürecine dahil edilmesi gerektiğini ortaya koyan bir küreselleşme ideolojisini formüle etmiş olmaktadır. Ona göre, Medeniyetlerin çatışması mukadderdir. Bu çatışmada en büyük direniş İslâm’dan gelecektir. İslâm dünyası üzerine Batı var gücüyle yüklenecektir ve yüklenmelidir. Ancak Huntington’dan çok daha önce İslâm’ın ABD tarafından hedef tahtasına oturtulduğunu iddia edenler de vardır.
John Perkins tarafından yazılan “Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları” isimli kitapta ABD’nin ikinci dünya savaşının arkasından asıl hedefinin “İslâm Dünyası” olarak belirlediğini”, “Vietnam” ya da Komünizm gibi olayların sadece “geçici olaylar “ olduğu iddiasında bulunulmaktadır. Yapılan analize göre” 1950’li yıllarda Toynbee, gelecek yüzyıldaki asıl savaşın komünistler ile kapitalistler arasında değil, Hıristiyanlar ile Müslümanlar arasında olacağını daha 1950’lerde öngörmüştür... ABD, dünyanın kontrolü için o sıralarda kendisine engel gördüğünden SSCB’yi hedef almıştı. Sovyetlerin 1950’lerde bile daha fazla zamanının kalmadığı birçok mahfil tarafından bilindiği iddiası ileri sürülmektedir. ABD/SSCB’nin din, inanç, ideolojik yaklaşımlarının arkasında bir temel, bir öz olmadığını; tarih, ruha ve yüce bir güce inancın gerekli olduğunu bunun da Müslümanlarda çok daha yüksek olduğu ilgili kaynakta belirtilmektedir. Hatta bir tartışma sırasında ABD’li bir yetkiliye karşı söylendiği yazılan şu sözler çok ilginçtir. “Bu kadar açgözlü ve bencil olmayı bırakın! Dünyada sizin kocaman evlerinizden ve gösterişli mağazalarınızdan daha başka şeyler de olduğunun farkına varın. İnsanlar açken, siz arabalarınızın benzini için üzülüyorsunuz. Bebekler susuzluktan ölürken, siz son modeller için moda dergilerini karıştırıyorsunuz... Kulaklarınızı size bunu söylemeye çalışanların seslerine tıkayıp, onları radikal veya komünist olarak damgalıyorsunuz. Yoksulları ve ezilmişleri daha fazla yoksulluk ve esarete itmek yerine onlara kalbinizi açmalısınız”. Bugün de buna benzer haksızlıklardan söz edenlerin “terörist” olarak nitelendirilmediği söylenilebilir mi?
Batının Mantığı:
Terör Sorunu Değil İslâm Sorunu Vardır!
ABD’li yazar Michael Scheuer’in nispeten tarafsız bir biçimde yazdığı Kudret Körlüğü, adlı eserinde şu çözümlemeyi yapar: Amerikan’ın El Kaide’yle karşı karşıya kalması, bu durumun doğrudan ‘Bin Ladin Sorunu’ olarak tanımlanmasına izin vermez. Dürüstlük, bunun Müslümanlarla ya da İslâmi bir sorun olarak tanımlanmasını gerektirmektedir. Bunu söylemek, gerçeği kabul etmektir. Bu ifadenin, dünyanın en büyük dinlerinden birini yerdiğine dair gizli ya da açıktan hiçbir çağırışım yoktur. Aslına bakarsanız, Batı tarihinde, Hıristiyanların inançlarını reddetmek ya da onlardan vazgeçmek yerine savaşmaya, ölmeye ve hatta kazığa bağlanıp yanmaya hazır oldukları zamanlar olmuştur. Kenneth Minogue okurlarına, “Hıristiyan tarihi, barış taraftarlarının meydan okuma diye nitelendirdikleri gaddarlıkların kanıtlarıyla doludur”. Hatırlatmasında bulunmuştur. Benim de ait olduğum Katolik geleneğinde, bugün aziz olarak tapılanlar savaşçı statülerini, Papa II. Urban’ın başlattığı, Roma tipi cihat olan Haçlı Seferlerinden almıştı. Öreğin James Reston Jr., Tapınak Şövalyeleri’nin Katolik ordu düzeninde, düzenin “ilhamını, ‘İsa uğrana öldürmenin cinayet değil hidayet’ve ’bir putperesti öldürmenin, İsa’ya methiye düzenlemek olduğu için zafer kazanmakla aynı şey’olduğunu ilan eden Clairvaux’lu St. Brenard’dan aldığını” yazdı. Müslümanların inandıklarından şaşmadıkları açıktır. Bugün Bin Ladin, el Kaide, Taliban ve benzer kafadaki İslâmcıların dışında on milyonlarca Müslüman, inançlarının ABD yönetimindeki Batılı Haçlılar tarafından saldırıya uğradığına, Tanrı ve Peygamberinin emrettiği üzere, inançların savunmak için tüm Müslümanların adım atmamaları halinde, İslâm’ın ortadan kaldırılmasının bile söz konusu edilebileceğine inanmaktadır.
İslâm Modernite’ye Direnmektedir!
Fukuyama; “tarihin sonu”na gelindiğini, neredeyse dünyanın tamamının bu sona doğru büyük bir azimle yürürken, İslâm Dünyasının tarihin akışına karşı bir duruş içinde olduğunu söylerken, aslında İslâm’ı bir anlamda doğrudan hedef göstermektedir. Fukuyama’ya göre “modern liberal demokrasinin ilk önce Hıristiyan Batı’da doğmuş olması tesadüf değil, çünkü demokratik hakların evrenselliği birçok anlamda Hıristiyan evrenselliğinin seküler bir formu olarak görülebileceği” iddiasında bulunmuştu. Ona göre, modernitenin kurumları yalnız Batı’da değil, Doğu, Güney Asya, Latin Amerika, Doğu Avrupa gibi ülkelerde hükmünü sürdürmeye başlamıştır. Fukuyama’nın aklını karıştıran soru ise “İslâm’da ya da kökten dinci İslâm’da Müslüman toplumları moderniteye direnmeye iten” şeylerin ne olduğu hususuydu.
Topraklarımızı Yağmalamayın, Petrolümüzü Çalmayın!
Bin Ladin’in İslâm yorumuna ve yürüttüğü kör teröre karşı çıkmak insan olmanın gereğidir. Ancak bu onun aşağıdaki sözlerinin haklılığını da gölgelemez. Bin Ladin, 2002’inin Ekim ayında Amerikalılara gönderdiği mektubunda, “İnsanlık tarihinin en berbat uygarlığının sizler olduğunu söylemekten üzüntü duyuyorum” diye yazmıştı. “Topraklarımızı yağma edip hazinelerimizi ve petrolümüzü çalıyorsunuz... Birlikleriniz ülkemizi işgal ediyor... Irak’taki Müslümanları aç bıraktınız... Peki, en canavarca, şeytanca, adaletsiz eylemler listenize eklemediğiniz ne kaldı?”. Amerika için gerçek, İslâm dünyasına karşı tutumumuz ve eylemlerimizden hiç hoşlanmayan pek çok ve sayıları giderek artan Müslüman’ın, bize karşı silahlandığını veya sonunda silahlanacağını kabullenmektir. Bu gerçeği kabul etmek, bizlerin, yani Amerikan halkının, ülkemizin güvenliği ve yaşam biçimimize olan tehdidi ortadan kaldırmak için ne yapacağımızı alenen tartışmaya ve karar vermeye en sonunda hazır oluğumuz anlamına gelir”.
Sonuç Yerine
Büyük güç olmanın önemli göstergelerinden birisi de büyük dinler üzerinde kurulan hâkimiyetle ilgilidir. Bu anlamda inanca hâkimiyet, coğrafya’ya hâkimiyetten daha etkilidir. Küresel güçler sömürülerini meşru gösterebilmek için tarihi süreç içerisinde çoğu zaman büyük dinlerden onay almak zorunluluğunu hissetmişlerdir. Türkiye’yi ziyareti sırasında İngiltere Kraliçesi camiye girerek bu tür bir mesaj vermeye çalışmıştır.
Sonuçta; din, mezhep ya da etnisite küresel güçler için yalnızca birer hâkimiyet aracıdır. Bu nedenle din, soğuk savaş sürecinde ideolojiye karşı kullanılmıştır. “Medeniyetler Çatışması” tezi de soğuk savaş sonrası dinin dine karşı kullanılmasını anlatır. Bu bağlamda İslâmiyet küresel güçler tarafından sürekli hedef yapılmıştır. Son zamanlar da yumuşak, ılımlı, ayarlı ve endeksli bir din anlayışını, İslâm ülkeleri arasında yaygınlaştırmak için proje üstüne proje üretenlerin hedefi İslâm coğrafyasındaki küresel sömürüyü garanti altına almaya yöneliktir. Gerçekte Batılı güçlerin bir “terör sorunu” yoktur, İslâm sorunu vardır. Bunun farkındalar ve onu aşmaya çalışmaktadırlar.
Küresel güçlerin Afganistan, Irak ya da diğer İslâm coğrafyasında radikal, terörist, militan ve kökten dinci olarak niteleyerek yaptıkları müdahaleler gerçekte İslâm’a yönelik saldırılardır. Bu tespiti yalnız biz değil fikir namusuna sahip ABD’li düşünürler de yapmaktadır.
----------------------------------
Harun Yahya, Yeni Masonik Düzen, 5. Baskı, İstanbul, 2003. S.88.
William Allen White, “Başyazı” Emporia, Gazete, March 20, 1899.
Edward McNall Burns, Çağdaş Siyasal Düşünceler 1850-1950, 2.Baskı, Ankara, 1984. S.467.
Merdan Yanardağ (editör), Yeni Muhafazakarlar, Civi Yazıları Yayını, İstanbul, 2004, S.104.
John Perkins, Bir Ekonomik Tetikçinin İtirafları, A.P.R.İ.L Yayınları, Çev; Murat Kayı, Ankara, 2006, s.79.
John Perkins, A.g.e., s.80.
Michael Scheuer, Kudret Körlüğü, Batı Terörle Savaşı Neden Kaybetti, Arkadaş Yayını, Çev; Burcu Duman, Ankara, 2007. S.305/306.