Somali+Afganistan ve birkaç not
23 Haziran 2013 tarihli New York Times gazetesinde çıkan Bill Keller’ın haber yorumu Ahmet Davutoğlu’nun Suriye politikasının sonuçlarını anlamak açısından olağanüstü önemli. Keller şöyle diyor: Reyhanlı’da Suriye tepelerini gören bir kahvede çay içerken, isyancı komutanlarından Ebu Carah’a, Esad sonrası Suriye’yi nasıl tahayyül ettiğini sordum; “Muhtemelen Somali artı Afganistan” diye cevap verdi.
İstanbul’da Özgür Suriye Ordusu’nun sözcülerinden Fahed Awad, Suriye devriminin tamamlanmasının 3 yıl süreceğini ifade etti. Bir yıl Esad’ı yenmek, bir yıl Sünniler ile Nusayriler arasında sürecek savaş ve son bir yıl da yeni Suriye’nin nasıl bir ülke olacağının belirlenmesi için galipler arasında yapılacak savaş.
ABD’nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Washington Enstitüsü’nden Andrew Tabler ise Esad’ın gitmesi konusunda eskisi kadar ümitli değil. Ve şöyle diyor: Esad iktidarda kalsa da bir çok bölge Esad’ın kontrolü dışında kalacak. Elimizde yeterince kötü olan, terörizme destek veren Suriye var iken şimdi üç parçaya ayrılmış Suriye olacak. Ve hepsinde terörist gruplar var olacak. Ve Suriye bölgede en fazla kimyasal silah stokuna sahip olan ülke.
AKP Hükümetinin izlediği Suriye politikasının sonucudur yukarıdaki resim. Çünkü, Suriye’nin bu hale gelmesine; isyancılara, en fazla da El Kaide’ye destek vererek AKP Hükümeti yol açmıştır. Ancak retoriğin arkasına kendi ordusunu tarumar ettiğinden güç koyamadığı için Şam’ın indirdiği ağır darbeler karşısında da sessiz kalmak zorunda kalmıştır. Uçağımız düşürüldüğünde susmuştur, sınır kapımız bombalandığında susmuştur, Reyhanlı bombalandığında susmuştur. Yunanlar Ege’de Türk adalarını işgal ederken susmuşlardır.
Cumhuriyet tarihi boyunca hiçbir hükümet, içeride kendi vatandaşına karşı bu kadar bölücü ve baskıcı, şiddet uygulayan, dışarıda da bu kadar korkak olmamıştır. İçeride halkı birbirine karşı kışkırtır iken % 50’yi sokağa çıkmaktan zor alıkoyuyorum der iken söyledikleri konusunda ise Ahmet Hakan 27 Haziran 2013 günü Hürriyet’te şöyle demektedir; “Son söz: Müslüman’a yalan söylemek, iftira atmak ve gerçeği çarptırmak yakışır mı? Biz böyle bir dine mi iman ediyoruz? Allah’ın Resulü böyle mi yaptı?”
Taksim’de silahsız gençler karşısında şahin kesilenler, PKK’ya karşı ordunun kendisini savunmasını engellemişlerdir. Barzani’yi en iyi ortakları yapmış, Kerkük’ten Telafer’e uzanan çizgide Türklerin ezilmesine göz yummuşlardır. Selcan Taşçı, 27 Haziran 2013 günü Yeniçağ’da; “Stratejik Derinlik diye yaptığınız Orta Doğu’da Türk’e kazılan mezarların tarifi miydi!” derken durumu anlatmaktadır.
Peki, bütün bunlar neden böyle olmaktadır diye sorarsanız; bence verilebilecek en iyi cevabı Teğmen Cihan Arık, Ergenekon Davası’nda son savunmasında vermiştir. İşte genç teğmenin söyledikleri; “Ben, iktidar olmak için başkalarının rütbelerini söken adamla değil; vatanını kurtarmak için kendi rütbelerini söken bir liderle aynı okuldan mezun oldum.”