Söke söke neyi alacaklar?
İYİ Parti İstanbul Milletvekili Hayrettin Nuhoğlu, kapsamlı bir Kanal İstanbul raporu hazırlamış.
Söz konusu "proje" nedir, her şeyden önce gerçekten bir "proje midir", neden yapılmaması gerekir ve zaten yapılamayacak olmasının sebepleri nelerdir; eğitim, ilgi ve bilgi düzeyi ne olursa olsun hemen herkesin anlayacağı bir dilde anlatmış.
***
Diyor ki Nuhoğlu;
Bir girişimin "proje" niteliği taşıyabilmesi için, her şeyden önce, "Ekonomik, teknik ve hukuki açıdan etkinliğinin araştırıldığı, bu konularla ilgili bilimsel gerçeklerin ortaya konulduğu, seçilen kriterleri sağlayıp sağlayamadığının değerlendirildiği ve böylece gerçekten hayata geçirilip geçirilemeyeceğinin belirlendiği" bir fizibilite raporunun bulunması gerekir.
Ek olarak;
Bir de, "Çevreye olabilecek olumlu ve olumsuz etkilerinin belirlenmesinde, olumsuz yöndeki etkilerin önlenmesi ya da çevreye zarar vermeyecek ölçüde en aza indirilmesi için alınacak önlemlerin, seçilen yer ile teknoloji alternatiflerinin belirlenerek değerlendirilmesinde ve işin yürüdüğü süre zarfındaki kontrollerde sürdürülecek çalışmaları kapsayan" bir Çevresel Etki Değerlendirme Raporu''na sahip olması gerekir.
***
Gelin görün ki…
"Kanal İstanbul''un uygulanabilir olduğunu ispatlayan bir fizibilite raporu olmadığı gibi ÇED raporu da yetersiz ve çelişkilerle doludur!"
***
Bu durumda, neye yatırım yapacak daha şimdiden "İktidar da değişse alacaklarını söke söke alabilecekleri" vaat edilen uluslararası firmalar?
Taslağa mı?
***
Hadi velev ki, yatırımcıları, Nuhoğlu''nun ifadesiyle "Çalışması öngörülen araçlarının temininin bile en az 7 yıl süreceği" bir projenin taslağına yatırım yapmaya da ikna ettiler…
Olmayan projenin ihalelerini yaptılar filan…
***
Geçenlerde Zeynep Gürcanlı, Dünya gazetesinde enine boyuna yazdı;
Mevzu "tahkim"den ibaret değil ki…
Yolsuzlukla mücadelede uluslararası bağlayıcılığı olan sayısız anlaşmaya, sözleşmeye imza atmış bir ülkenin, buralara koyduğu imza ile taahhütte bulunduğu koşulları sağlamadan hayata geçirmeye çalıştığı bir proje, gerçekten de tahkim konusu yapılabilir mi?
O yatırımcılar, bu manada gerekli şartları sağlayamamış, usul yönünden sorunlu bir projeye yatırımlarının karşılığını "hangi hakla" ve "hangi hukuka göre" talep edebilirler?
***
Nuhoğlu''nun aydınlatıcı çalışması, sadece Kanal İstanbul''un "proje" sıfatını değil "söke söke alırlar" iddiasını da çürütüyor aslında…
Koca bir "çılgın"lık kalıyor arkada…
HASTALIKTAN DEĞİL RİYAKARLIĞIMIZDAN ÖLÜYORLAR
Şehmuz Eren Akatekin, 15 Ağustos''ta 2 yaşında olacaktı; olamadı.
Çünkü, Eren SMA hastasıydı.
Çünkü, 5 cihaza bağlı olarak yaşatmaya çalışıyordu yakınları; burnundan bile beslenme kabiliyeti kalmamıştı.
Çünkü, hastalığı için umut olan ve ABD''de yapılabilen tedavi için 2 milyon 132 bin 550 dolar lazımdı.
Çünkü, bu meblağ "onun ailesi için" çok, çok, çok fazlaydı; mümkün değildi karşılamaları.
Çünkü, bu parayı toplayabilmeleri için sadece 52 günleri vardı.
Çünkü, Eren öldükten sonra gözyaşı dökmekte sergilediğimiz yarışı, onun için başlatılan yardım kampanyasına katılmakta sergilemedik hiçbirimiz; O son nefesini verdiğinde, onun için açılan hesapta, tedavi masraflarının ancak yüzde 43 kadarı vardı; yarısı bile toplanamadı.
Çünkü, bütün SMA hastası çocukların feryadı, bir saygın işadamının ricası etmiyor bu ülkede; bir rica ile on milyonlarca dolar silinebilirken, 1 milyon, 2 milyon yazdırmaya yetmiyor bu çocukların acı çığlıkları!
Milyonlarca çocuk değil sözünü ettiğimiz; yüzbinlerce değil, onbinlerce değil…
Topu topu birkaç bin SMA hastası çocuk var ülkede; ve yaşayabilmeleri için toplum vicdanından medet ummak zorunda kalıyor, toplumun insafına, merhametine sığınıp yardım dilenmek zorunda kalıyor aileleri her seferinde…
Neden?
İtibarından tasarruf etmeyi aklının ucundan dahi geçirmeyen, yönetenlerini saraylarda yaşatan, dünyanın en pahalı VIP uçak filolarıyla uçuran bu büyük devlet, birkaç bin çocuğu tedavi ettirmekten aciz mi?
Ballı ihalelerle ihya edilen müteahhit başına, geçiş garantili yol, köprü, hasta garantili hastane projesi başına, memleketi köstebeğe çeviren maden şirketlerinin vurduğu kazma başına, özelleştirilen kamu kaynaklarına talip olan yatırımcı başına birkaç çocuğun tedavi masrafları paylaştırılsa, tapu, ruhsat vesair almak için gittiğimiz kamu kurumlarında çalışanların işimizi kolaylaştırmak için işaret ettikleri bağış kutularının biri de SMA hastası çocuklar için olsa; en azından "günah işleme özgürlüğü"ne sahip olanlara bu nevi bir "sevap işleme şartı" da koşulmuş olsa, kıyamet mi kopardı acaba?
Anne babaların kucakladığı el kadar cansız bedenleri gösteren o utanç fotoğraflarından büyük kıyamet mi olur?