Siz de özür dilemek istersiniz belki “Satı Anne”den!
Ağzımız, dilimiz, dolayısıyla kalemimiz “seçim yasakları”yla bağlı bugün; Bir nevi “siyasi” yasaklıyız. O yüzden şimdi kalemi oynatan “insani” tarafımız.
Haftalar önce bir Ankara ziyaretinde misafir olmuştum evine. Adı “Satı Anne(!)”; oğlu Deniz Yarbay Ali Tatar, Ümraniye ve Balyoz sürecine dahil edilmek üzere tahliye edildikten hemen sonra bir kere daha savcılığa çağrılığınca, uğradığı zulme dayanamayarak intihar ettiği günden bu yana herkes evladı; yeter ki boş hissetmesin kucağını!
* * *
İlk karşılaşmamız; sıkı sıkı sarıldıktan sonra şöyle bir yüzüme baktı; “Gökçen’im gibi” dedi. Gökçen, oğlunun emaneti, torunu... Duvarda asılı duran fotoğraflarını gösterdi; benziyoruz gerçekten, aynı üniversite yıllarındaki halim Gökçen...
Balyoz’da “bütün sanıklara beraat” kararı henüz çıkmış güya röportaj yapacağız; Satı Anne’nin yüzüne bakınca gözlerindeki acıda boğuluyorsun zaten, bakışları diyor diyeceğini, ne sorayım, yası, sancısı, hasreti, duası/bedduası belli!
Havadan sudan konuşuyoruz, televizyondan dinleyip not ettiği turşu tarifinden, masanın üzerinde duran çiçeklerden... Ara ara, kendi kendine, “Ali’m olaydı başka hiçbir şeyim olmayaydı” diyor;
- Kimseye bakamıyorum, Ali’m yok diyemiyorum... Gelip cama vurmuyor... “Anne ben geldim” demiyor...
Ağıt tonunda söylüyor bunları... Sonra yine dönüyor, ünlü kömbesini, bozulan kapıyı, “devam ediyor görünen” hayatını anlatmaya devam ediyor...
Ve bir sürenin ardından yine “Ali’m...” diye özlem düşüyor sözlerine:
- Bu ciğer... Bu başkaymış... Hiçbir şeye benzemiyor...
* * *
Geçenlerde markete gitmiş Satı Anne; soğan almaya... Parasını vermiş çıkmış, soğan yok ama... Unutmuş, almamış... Marketin önünde bekleyen servis aracındaki diğer müşteriler gülüşmüşler aralarında haline; kapıdaki güvenlik görevlisi terslemiş:
- Neye gülüyorsunuz? Siz onun yerinde olsanız ne ederdiniz? O bir “Yarbay” kaybetti?
Servise bindiğinde, özür dilemiş dalgınlığıyla alay eden müşteriler Satı Anne’den!
* * *
Yıllarca, bu ülke vatandaşlarının çoğunluğu o müşteriler gibi davrandı;
Kör, sağır, duyarsız, umarsız...
Bugün onlar da özür dilemek isterler belki;
Sadece Satı Anne’den değil, Ermenekli lastik ayakkabılı amcandan, Somalı dul kadından, Kübra bebekten, Ayaz bebekten, Reyhanlı’da ellerini göğe açıp yakaran o kadından, aç-bilaç savunmasız sahipsiz ölmeye terk edilen Türkmenlerden, önce kahraman ABD askerleri(!), ardından “cihatçı IŞİD” sapkınlarınca ırzına geçilen Müslüman kadınlardan, “rıza ile tecavüze uğradın” denilerek hem ruh hem beden sağlıklarında kapanmaz yaralar açılan o kız çocuklarından, peşkeş çekilen havasından, suyundan, toprağından bu vatanın, çarşı pazardan çürük çarık çöp toplayarak geçinmeye, yoksulluğa ve muhtaçlığa mahkum edilen biçarelerden, gün ortasında şehit edilen askerin birkaç gün önce babasız doğan bebeğinden, protezleri dahi hacizli gazilerden...
En önemlisi aynaya baktığınızda belki artık sizin bile göremediğiniz vicdanınızdan, tutulma yaşayan aklınızdan...