Siz aynaya bakmaz mısınız?
Saatlerce Tuncay Güney’in hakaretlerini yayınlayan, son terör saldırısı ile Kurmay Albay Çiçek arasında bağ olduğu imasında bulunan, sızma mıktanısı Baransu’yu ağırlayan TRT, Yeniçağ’ı kışkırtıcı buluyormuş
MİNİ YORUM
Şimdiki çocuklar
Sıkça başvurduğumuz espiri madenlerinden Engin Balım, Erdoğan’ın “en az üç çocuk yapın” teorisinden dönebileceğinden şüpheleniyor. Balım’a göre Başbakan’ın “Baykal ve Bahçeli konuşurken çocuklarınızı ekrandan uzaklaştırın” emrinin perde arkasında “şimdiki çocuklar harika” gerçeği yatıyormuş. Çocuk bu, vakti zamanında nasıl “kral çıplak” dediyse, bugün de “krala oy verme” diyebilir değil mi?
Tandoğan’da verdikleri “Türkiye’yi böldürtmeyiz” mesajının sansürlenmesinden sonra MHP sıralarında oturan 69 milletvekili arasında henüz çıkıp da “Ey İbrahim Şahin TRT babanın çiftliği mi?” veya ”Ey AKP, devletin televizyonundan, milletin zihnine siyasi savunma kalkanı mı kuruyorsun?“ diye soran olmadı.
TRT santralinde devri alem
Biz ise ”Türkiye’yi böldürtmeyiz“ manşetimizin karartıldığı gün yazılı cevabımızı verdik.
Baktık TRT’nin manşet ihlali, ayrımcılık, maskelemecilik, gizlemecilik yaptığı yönündeki ”ihbar“ları toplasan ”Ümraniye iddianamesi“ olur (ebat bakımından). Faillere ulaşıp, neden ”gazeteler ve manşetler arası ayrımcılık“ yaptıklarını öğrenmek istedik. Yandaş cenah pek bilmez ama; savunma hakkı kutsaldır; riayet edelim.
Kendi ellerimle aradığım, dillerimle ”açıklama “ için iknaya çalıştığım ilk kişi TRT Haber Dairesi Başkanı Ahmet Çavuşoğlu olacaktı; olamadı. Gün boyu ”sınav komisyonu“ndaymış. Bendeki de şans, ne zaman söz dinleyip ”yazmadan önce bilgi alayım“ desem muhatabım ya toplantıdadır, ya komisyonda... Neyse sekreterleri Nilgün Hanım bütün nezaketiyle, Sabah Haberleri’ndeki arkadaşlardan bilgi alabileceğimi söyledi.
Aradım; karşımda aynı derecede nezaket sahibi bir başka bayan; Sabah Haberleri editörlerinden Elvan Mısırlıoğlu. ”Kışkırtıcı, tartışmaya açık, saldırgan manşetleri okumuyoruz“ dedi. ”Ya Taraf“ diye sordum. ”Yani“ ve ”...“. Ne kadar anlamlı bir cevap değil mi?
- Kurumsal yayın politikamızı idarecilerimiz belirliyor tabii..
- Genel Müdürlük Haber Dairesi’ne, Haber Dairesi, program ekibine, siz idarecilere yönlendiriyorsunuz. Kim o idareciler?
- Haber dairesi!!!
Ahmet Böken hatta
Dön baba dönelim... Nilgün Hanım zaten ”Sonuç alamazsanız, bize dönersiniz“ diye açık kapı bırakmıştı. İçimden başka şeyler demek geçiyor ama kısaca ”Alamadık“ diyorum, ”Haydi yeni adres gösterin.”
Bu sefer istikametimiz Ahmet Böken; Haber Dairesi Başkan Yardımcısı. Adı pek tanıdık... Aaa hatırladım; STV’den transfer olan kadrodan.
- Bakın sabahtan beri TRT ‘pbx’indeki bütün harici ve dahili hat sahipleri ile konuştum. TRT’nin Yeniçağ’ı okurken, yanlışlıkla birinci sayfası yerine 3., 4., 5. sayfalarını okumasının “kronikleşmesi”nin sebebini öğrenebilir miyim?
- Yani... Şey... Öyle mi oluyor?.. Haber yapacaksanız konuşamam ben. Biliyorsunuz 657...
Sonra... Ahmet Bey “Türkiye’yi böldürtmeyiz” manşetiyle ilgili olarak “şahsi düşüncesi”nin “kışkırtıcı olmadığı” yönünde olduğunu söyledi. Konuyla ilgili “açıklama yetkisi” alıp, bana dönecekti. İkinci gün, saat 15.00; yazıyı geciktirme pahasına bekliyorum, ne arayan, ne soran var! Bu arada benim taciz telefonlarım artık muhatap bulamıyor!
Böken’in “şahsi görüşü”nün nezdimizde bir anlamı yok; ölçüleri kışkırtıcılık ise; TRT’nin kurumsal görüşü Türkiye’nin bölünmezliğini vurgulamanın “kışkırtıcı” olduğu yönünde; daha vahimi “saldırgan”!
Kışkırtıcı diyene de bak
Bu kadar “hassas” olan kurumla, Tuncay Güney’i saatlerce canlı yayında tutarak hakaret, tehdit savurtturan, Ana Haber Bülteni’nde bir TSK mensubunu neredeyse 7 şehitin katil zanlısı/azmettiricisi gibi gösterme noktasına gelen, daha önceki gün “kışkırtıcı, saldırgan, tartışmalı gazetecilik”le özdeşleşen “süzme muhabir”i ağırlayan kurumun aynı olması ne yaman çelişki!
Sizce de öyle değil mi Sayın Şahin?
Bilginiz, onayınız hatta yönlendirmeniz olmadan yapılamayacak bütün bu “iktidara nazar ettirmeme” eylemlerinin arkasında durmayı düşünmüyor musunuz?
Daha ne kadar, kendi aranızda top çevirip insanların hak arama mücadelesini oradan oraya paslayıp yormak, bıktırmak, vazgeçirmek yönteminde ısrar edeceksiniz?
Hadi sorumluluğunuzu, dili “devlet memuru” olma haliyle bağlanmış astlarınıza yüklediniz, kul hakkının vebali ne olacak?
Özrü kabahatinden daha büyük
Tokat Reşadiye’de 7 askerimizin şehit olmasıyla sonuçlanan “kahpe saldırı” nın, TRT 1 Ana Haber Bülteni’nde, Albay Dursun Çiçek ile ilişkilendirilidiğini, ertesi gün bir okuyumuzdan gelen “dikkat” telefonunda sonra sizlerle paylaşmıştık. Konunun duyulmasının ardından önce odatv.com TRT’nin habermetnini yayımladı, sonra da Melih Aşık devlet televizyonunda takınılan bu tavrın “provokasyon” olduğuna dikkat çeken bir yazı yazdı.
Milliyet’ten Gökçer Tahincioğlu’nun haberine göre TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin Bey lütfedip bu korkunç iddiayı cevaplamış. Ama ne cevaplama!
TRT Genel Müdürü’ne göre, bir kurmay albayın hedef gösterilmesi ve yandaş medyanın hanidir yürüttüğü lince katılmak “abartılmasını gereksiz, her kurumda olabilecek maksadı aşan haber ve yorumlardan biri” ymiş.
Kim bu “maksadını aşan” haberciler İbrahim Şahin? Ve “maksadı aşma” maksatları ne? Sordunuz mu? Öğrendiniz mi? Gerekli cezai müeyyideyi uyguladınız mı?
Koru kendini anlattı
Fehmi Koru çiftkimliğinin tamlayanı olan Taha Kıvanç imzasıyla, yeni bir “asrın komplosu” vak’asını ifşaya soyunmuş. Taha Kıvanç patentli cümlelerle “Tayyip Bey Washington’a ayak basmadan hemen önce, 20 yıldır ülkemizde gazetecilik yaptığını öğrendiğimiz İngiliz gazeteci Gareth Jenkins düşünce üreten değişik kuruluşlarda ” Ergenekon büyük bir masal “ diye özetlenebilecek konferanslar verdi...” ya..
Washington’da kime rastlasa “Bu etkinliklerin ardında kim/ne var?” diye sormuş Koru’ya...
007 de, anında kendi tecrübelerini sokmuş devreye: “Ülkemizde yaşayan yabancı basın mensupları benden sıkça görüş alır, çoğunu o yolla tanıdım. İki yıl boyunca bir özel kanalda ülkemizde görevli yabancı meslektaşların katıldığı haftalık bir TV programı yaptım, ’Medya Durağı’ başlığıyla... Program sayesinde bir bölümünü zaten tanıdığım başka ülkelerden gazetecilerle daha yakınlaştım. Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü’nün mavi basın kartı verdiği gazetecilerin listesi vardı elimde; bununla yetinmeyip o listeye alınmamış başkalarını da öğrenip programa çağırdım.
Gareth Jenkins diye dilimizi de bilen bir İngiliz gazeteci ’Ergenekon’ konusunda 88 sayfalık raporunu yayımlayana kadar benim radarıma yakalanmadı. Kendini müthiş saklamış.”
Şimdi bir kere de, bu yazıyı, Jenkıns ismini çıkararak, zamanı, mekanı ve olayları Türkiye yakın tarihine uyarlayarak okumanızı rica ediyorum.
Ne dersiniz?
Banu Avar referanslı aşağıdaki bilgileri de göz önünde bulundurunca, yabancı gazeteciler sık sık görüş almak üzere başvurduğu halde, AKP iktidar olana dek hiçbirimizin radarına takılmayan Fehmi Koru da kendini oldukça iyi gizlememiş mi?
GÜNÜN SÖZÜ
Fransız Le Monde gazetesi, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç için, “AKP’nin bir ileri geleni” diye yazmış.
Demek adamın içini okuyor bu Fransızlar...
l Haldun Ertem
İngilizler’in radarına takılmış
Banu Avar birkaç gün önce konuk olduğu, Tuncay Mollaveisoğlu’nun radyo programında ilginç bir anısını aktardı. Avar’a, Londra’dan döndükten sonra, işsizken, BBC’nin teklifini değerlendirip, Türkiye röportajlarını ayarlamaya başladığı günlerde, çalıştığı kurumdan hayli ilginç bir teklif gelmiş. Refah Partisi ile ilgili kısa bir film hazırlamak isteyen BBC, Avar’dan röportaj ayarlamasını istemiş. Bahse konu tarih 1994. Tecrübeli gazeteci de haliyle Necmettin Erbakan ismini önermiş. İngilizler “yok” demişler. Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan ve Fehmi Koru’yu istiyoruz. Milli Görüş’ün hocası dururken ısrarla bu üç isim üzerinde durulması hayli şaşırtmış Avar’ı. Dün olayı bir kere daha anlatması için Avar’ı aradım. “Sadece BBC değil” dedi. BBC’den sonra ABC ve PBS’de yine bu üç isme odaklanmış “özel” haberlerinde.
Görüyor musunuz çift kimlikli yazarı, bizim radarımıza takılmadığı günlerde, gül cemalini kimlere kimlere gösteriyormuş meğer....
İktidar korkusu dağları sarınca...
ABD Temsilciler Meclisi Tom Lantos İnsan Hakları Komisyonu, ABD Kongresi’nin insan hakları konusundaki en önemli kuruluşu olarak kabul edilebilir. 3 Aralık günü bu komisyonda yapılan toplantıya Temsilciler Meclisi Üyesi Donna Edwards başkanlık etti. Türkiye’den Sedat Ergin, Rıza Türmen, İhsan Dağı, Selma Acuner, Hasan Bülent Kahraman gibi isimler katıldı. Bazı davetlilerin, hükümetin gazabına uğramamak için ABD’nin davetini kabul etmediğini bizzat Donna Edwards açıkladı. Hukukçu kökenli olan Edwards, bir ara sözü Doğan grubuna kesilen 3.3 milyar dolarlık vergi cezasına getirdi... Tanıklara bu ölçüde astronomik bir cezanın basın ve ifade özgürlüğü üzerinde baskı yaratıp yaratmadığını sordu... Kendisinin cezanın bu etkiyi yarattığı kanaatinde olduğunu gizlemedi. Ama en ilginci, şu sözleriydi:
“Yaygın kanaat odur ki, hükümetin bu cezanın gerisindeki niyeti, Doğan grubunun yayın organlarını hükümete daha dostane davranacak bazı şirketlere satmaya zorlamaktır...”
Oyunun özü bu... Nitekim Doğan grubu, şu sıralarda kendisini kurtarabilmek için bazı yayın organlarını elden çıkarmaya çalışıyor.
Bir süre önce de tasfiye edilecek gazeteciler listeleri yayımlandı. Bu gazeteciler tasfiye edilseydi grup kendini (belki) kurtaracaktı. Ama bu insanlık dışı yola gitmedi. O yüzden batırılmasına çalışılıyor. Ve Başbakan Meclis’te bağırıyor: İnadına demokrasiii, inadına özgürlüüüük...
Sevsinler böyle demokrasiyi...
Basın özgürlüğüne şal örtülmüş bir ülkede demokrasi mi olur?
l Melih Aşık / Milliyet
Eski tüfek yazıyorsa bir bildiği vardır...
Cengiz Çandar dünkü yazısında alışık olmadığımız bir şey yaptı; “Türklere ve Kürtlere: Akıl, sağduyu, serinkanlılık...” telkininde bulundu.
Dili döndüğünce “maazallah bir iç savaş” tan “toplumlararası çatışma”dan duyduğu endişeyi dile getirdi. “Alan; silahlara, şiddete, terk edilmemeli, kan davasına açık tutulmamalıdır. Herkes ama herkes başını iki elinin arasına almalı, tekrar tekrar düşünmeli ve diline olağanüstü özen göstermeli ve hâkim olmalıdır...” a çark etti.
Kod adı “Osman Öğretmen”, kısa adı “Cengiz Çandar” olan Zekeriya Cengiz Çandar, “aralarında garip- ilahi sözleşme varmışçasına, İsrail bombalamak için hep onun yokluğunu kollasa da” bilfiil Filistin kamplarında “gerillacılık” yapmıştır. Eski tüfektir yani. Silahlarla tanışık ve hatta barışıktır. Onun “barış çubuğu” tütse tütse, 1960’ların sonlarında Anadolu’yu istila eden! ABD misyoneri “barış gönüllüleri”ninki kadar tüter.
Anlayacağınız durduk yere “sağduyuya”, hele hele “akla” davet etmez kimseyi. Çünkü aklın yolu birdir ve o yolda Çandar’ın güzergahının Filistin’den Amsterdam’a, Şam’dan Beyrut’a, Kumkapı’dan Brüksel’e, Bebek’ten Washington’a uzandığı herkesin malumudur.
Tek bunlar mı?
“Aman kan davasına dönüşmesin” diyen Çandar’ın, Rus ruleti oynarken Mustafa Kuseyri’yi öldüren devrimci arkadaşları Nejat Arun’un olay yerinden kaçarken bıraktığı kanlı el izlerini silerek, “faşistler!” ile dönemin “sol görüşlüleri” arasında kan davasının daniskasına sebep olduğu unutulabilir mi? Delilleri Çandar tarafından imha edilen bu olaydan sonra sayısız masum “işlemedikleri bir suç” yüzünden yargılanmadı mı? Hatta cezaevlerine atılmadı mı?
Demem o ki “Amerika’yla birleşen kaderi”, “Marx posterleri” ile başlayan Çandar hiçbirşeyi “durup dururken” yapmaz. Onun hayat hikayesinde “birden bire olan” hiçbirşey yoktur. Eğer şimdi “akıllı olun” diyorsa, mutlaka vardır bir bildiği, hiç merak etmeyin, genzimizi yakan bir koku yayılınca etrafa; anlarız.