Siyasi katılık ve Cumhuriyet
Zamanın ruhu ayrışma, ötekileşme, farklılaşma ve karşıt hale gelmeyi gerekli kılıyor. Toplum ne kadar etnik, mezhep, meşrep ya da bölgesel olarak ayrışırsa o kadar kolay küresel güçlerin kontrol edebileceği üniteler haline gelecektir. Bu nedenle küresel güçlerle işbirliği içindeki iktidarlar ayrışmayı, bayramların ruhundan daha önemli görmektedir. Mehmet Akif’in “toplu vursun” yürekler, “tefrika girmesin” aranıza türünden sözleri bu noktada önemini yitirmektedir. Çünkü zamanın ruhunu Akif değil Obama temsil ediyor.
Herkes başka yöne bakıyor!
Türkiye, bu süreçte her milli ya da dini değerini birleşme değil ayrıştırma nedeni haline getirmeyi tam olarak başarmış dünyadaki tek ülkedir. Bu ülkede bayramlar bile herkesin bir başka yöne baktığı günler haline gelmiştir. Bu durum da siyaset, resmen ortak duyguları ve değerleri ayrıştıran bir sürece dönüşmüştür. Cumhurbaşkanı’nın Çankaya Köşkü’nde verdiği Cumhuriyet Bayramı daveti sırasında sergilenen manzara bunun kanıtıdır.
Cumhurbaşkanı’nın Çankaya’daki davetine askerler katılmadı. Genelkurmay Başkanı ve komutanlar aynı saatte merkez orduevinde bir başka davet verdiler. Çankaya’daki resepsiyona katılmayan Kılıçdaroğlu, “Bayramı halkla birlikte kutlayacağım” diyerek İstanbul Kadıköy’deki meşaleli yürüyüşe katıldı. Böylece Cumhuriyet bayramı üç ayrı biçimde kutlanmış oldu; Çankaya’da, orduevinde ve Kadıköy’de.
Kılıçdaroğlu’na “TBMM’deki törende Erdoğan ile farklı yöne bakmalarının aralarında soğukluk olduğu yolunda yorumlar” yapıldı. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu “İki kere tokalaştık. Benim açımdan bir soğukluk yok” cevabını verdi. Bu cevaba “İyi ki soğukluk yokmuş ya bir de soğukluk olsaydı, kim bilir birbirlerine karşı nasıl davranırlardı?” sorusunu insanlar kendi kendilerine sormuşlardır.
“Küskünler cumhuriyeti”
Ankara’daki merasimin manzarası ise çok daha netti. Cumhuriyet, ülkenin her yanında halk tarafından büyük coşku ile kutlanırken kutlamalar, siyasilerin birbirlerine karşı gerilim sergileme merasimine dönüştü. Anıtkabir’de zorunlu olarak yan yana gelen siyasiler selamlaşmak bir yana göz göze gelmemeye bile özel bir önem atfettiler. TBMM’deki kutlamalar sırasında Kılıçdaroğlu, Bahçeli ve Erdoğan ne tokalaştı ne de birbirlerine selam verdiler. Bakanların Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi başlarıyla selamlamaları dikkat çekecek kadar ilginçti. Nitekim bazı gazeteler siyasilerin sergilediği bu manzarayı, “Küskünler Cumhuriyeti” diye tanımlayan bir başlık attı.
Siyasi katılık yenilmelidir!
İktidar karşılaştığı her sorunun önüne “açılım” kavramını koyarak sorundan kurtulmaya çalışıyor. İktidar ile muhalefet arasındaki ilişkiler söz konusu olunca da açılımı değil gerilimi öne çıkarıyor. İktidar ve muhalefet yetkilileri fırsatını buldukları her zaman insanlara hoşgörülü olmaktan bir birlerine tahammül etmekten, birbirlerinin duygularını anlamak için empati yapmaktan söz ediyor. Ancak sıra kendilerine gelince birbirlerine açılacak yerde kapanıyorlar. Başbakan ile Ana Muhalefet liderinin son zamanlarda birbirlerine açılması bir yana görüşmeleri için bile dört yıl geçmesi gerekmişti.
Hakaret, söz yetiştirme, gerilim yaratma, birbirlerini küçük görme ya da gösterme gibi tavırların siyaset olarak görülmesi Türkiye’nin en büyük talihsizliğidir. Siyasilerin bu tavırları ancak halkı kutuplaştırmaya, birbirlerine kuşkuyla bakmaya ve gerilim içine sokmaya yaramaktadır. Halbuki siyasilerin edep, kalite ve estetik yönünden de halka örnek olmaları bir zorunluluktur. Garip ama gerçektir; bayram günlerinde bile bir birini görmezlikten gelen bu siyaset ve siyasetçiden halk, sorunlarına çözüm bekliyor. Siyaset ise gerilimi siyasi rant aracı olarak kullanıyor.
Türkiye’de siyaset mevcut haliyle çözümlerin değil, sorunların kaynağıdır. Siyaset, kendi yarattığı gerilim ve katılığı yine kendisi yenmelidir.