Siyasi çözüm ya da siyasi çözülme!
Terörün kaynaklarının çok çeşitli nedenleri olduğu hususunda Türkiye’de hemen herkes hem fikirdir. Ortada çok sebepli bir terör sorunu vardır; fakat sorunun adını koymakta, çözümle görevli olanlar hem fikir değiller. Yanlış teşhisle doğru tedavi yapmak mümkün değildir. Bu nedenle öncelikle sorunun adında anlaşmak gerekir. Sorun bir “Kürt sorunu” mudur, yoksa “Kürtçülük” sorunu mudur? Sorun “kimlik” sorunu mudur, yoksa “bölücülük ve terör” sorunu mudur? Sorun bir “siyasi” ve “ekonomik” sorun mudur, yoksa “askeri” bir sorun mudur? Sorunun kaynağı içeride midir, yoksa dışarıda mıdır? Eğer ortada bir sorun varsa bunu Cumhuriyetin milli devlet ya da “homojen millet” yaratma projeleri mi ortaya çıkarmıştır, yoksa “Kürt sorunu” denilen olgu İngiliz emperyalizminin çocuğu mudur? Daha buna benzer birçok soru sorulabilir!
Bu sorulara verilecek tek yanlı cevaplar; olguyu çözmeye değil daha da içinden çıkılmaz hale getirmeye yarar. Soruna bilimsel çalışmalarla verilecek cevapların ancak bir değeri olabilir. Dar, yüzeysel ve popülist yaklaşımlar sorunu çözmek için yeterli değildir. “Askeri değil sivil”, “Ölüm” değil “Çözüm” istiyorum! “, ” “Kılıcın yerini kalem alsın”, “Analar ağlamasın!”, “Kan dökülmesin!” türünden söylemler; insani amaçlara yönelik değil propagandaya yöneliktir. Onun için de hiçbir değeri yoktur. Çünkü kimse ama hiç kimse durup dururken insanın ölmesini, kan dökülmesini istemez! Öldürmek için pusuya yatanlara ya da kan dökmek için dağlara çıkanlara söylenmesi gerekenleri, düzeni ve barışı sağlamakla görevli olanlara söylemek yanlış adrese mektup atmak anlamına gelir!
Bu bakımdan başından söyleyelim; terör örgütünün kanlı dayatmalarına “siyasi çözüm” adı altında ‘teslimiyeti’ önermek iyi niyetli bir yaklaşım değildir. Siyasi çözüm nedir? Ayaklanarak silahlanıp dağa çıkmış terör unsurlarının ve onların siyasi milislerinin isteklerini kabul etmek midir? Şu hale bakar mısınız? Bir takım kerameti kendinden menkul barış havarileri, ordunun PKK’ya yönelik yürüttüğü harekâtları ve hükümetin “Kürt sorununun çözümü için siyasi bir açılım” getirmemesinin “Türkiye’yi bölünmeye götürdüğünü” buyurmuşlar. Bu sözler gerçekte “Türkiye’nin bölünmesini engellemek; Türkiye’yi bölüyor” gibi saçma ve çelişkili bir içerik taşıyor. Bu yönü itibarıyla da bahsedilen “siyasi çözüm” değil, gerçekte siyasi bir teslimiyet temelinde çözülmedir!
Bir defa şunu açıkça ortaya koymak gerekir: Sorun salt bir kimlik, ana dilde eğitim ya da herhangi bir etnisitenin tanınması sorunu değildir. “Anadilde eğitim” yapılamıyor, “Kürt kimliği tanınmıyor” sorun buradan kaynaklanıyor, diyenler gerçeği söylemiyorlar. Bu söylemler kanlı ve zalim bir teröre, haklı gerekçe yaratmaya katkı sağlamak anlamına gelmektedir. Her fırsatta bu ülkede şu kadar “etnik grup var” diyenler neden diğer etnik grupların “ana dilde eğitim” yapamamalarını ya da kimliklerinin tanınmamasını bahane ederek silahlanıp dağa çıkıp teröre başvurmadıklarını da açıklamaları gerekir! Sorunu getirip Kemalist uygulamalara, “kimlik inşa” projelerine bağlamak da tamamen saptırmadır. Çünkü Abdullah Öcalan yokken de Şeyh Sait vardı! Kemalizm yokken de “Kürdistan Teali” vardı.
Diğer yandan Türkiye’de insan hakları standardındaki düşüklük, demokrasi, kötü yönetim, sosyal gerilik, eğitimsizlik, işsizlik, yoksulluk vb.. sorunlar; coğrafi ve demografik bir bütünsellik arz etmektedir. Etnisite, mezhep ya da bölgesellikle de hiç bir ilgisi yoktur. Dolaysıyla terör destekçilerinin terörü haklı göstermek için ileri sürdükleri gerekçelerin çoğu temelsizdir.
İşin özü şudur: 20. Yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Devleti yıkılırken ayrı bir devlet kurmak için harekete geçenler, o günlerde bunu başaramamışlardır. 20. Yüzyılın son çeyreğinde SSCB yıkılırken bu hevesler yeniden nüksetmiştir. Şimdi birileri Sevr’de önerilen “Ermeni” ve “Kürt” devletini 21. Yüzyılın ilk çeyreğinde gerçekleştirmek istiyorlar.
Bu amaçla şartları uygun, aydınların müsait, medyayı yatkın görenlerce, uluslararası sermayenin de desteğinde yeni bir bölücülük denemesi Türkiye üzerinde uygulamaya konulmuş bulunmaktadır. Kürtlerin ve Alevilerin “azınlık” olarak kabul edilmesi yönündeki talepler ile “bütünsel olmayan” sözde siyasi ve sosyal açılım söylemleri ancak bu amaca hizmet edecektir. Türkiye’nin cephede yendiği teröre, siyasette teslim olması için hiçbir neden yoktur. ‘Siyasi ve sosyal açılım’ adı altında bölücülüğü cesaretlendirecek tavizler vermek, teröristlere umutlandırmanın ötesinde bir de meşruiyet kazandıracaktır. Tavizler siyasi çözüme değil, ancak siyasi çözülmeye katkı sağlayabilir!