Siyasette eksen kayması!
Türkiye’de siyasete alet edilmeyen hiçbir kutsal değer kalmadı. Cami, okul, kışla, vakıf, yargı vs. akla ne gelirse her şey bugün ülkede siyasi istismar alanı haline getirilmiştir. Ülkede yalnız değerler değil milletin tarihi ve kimliği bile tartışmaya açılmıştır. Bu tartışmalar sonucunda toplum yalnız siyaseten değil değerler bakımından da olmadığı kadar ikiye bölünmüştür.
Herkes herkese karşı!
Yenmeyi değil de yok etmeyi esas alan bir siyaset anlayışının yürürlüğe konulması da ülkeyi süratle uçurumun kenarına doğru sürüklüyor. İktidar ve muhalefet karşılıklı olarak birbirlerini “kaybedeyim-kaybediniz” stratejisi ile vuruyor. Bu “ben kaybedersem kazanan kimse de kalmasın” düşüncesidir. Bir Arap atasözünde ifade edilen şu anlayış, iktidarın Türkiye’de uyguladığı siyasete tam egemen haldedir: “Ben kardeşlerime karşı dururum; ben ve kardeşlerim kuzenlerimize karşı; ben, kardeşlerim ve kuzenlerimiz dünyaya karşı dururuz”.
Siyaset dışı alanda siyaset yapmak!
Diğer yandan iktidar, siyasi mücadelenin eksenini siyasi aktörler arasından kurumlar arasına kaydırarak bir büyük yanlış yapmıştır. AKP iktidarı gerçekte siyasi muhatap olarak muhalefeti değil devleti, daha doğrusu devlet kurumlarını hedef almıştır. Bu anlamda AKP, siyaseti siyaset dışı aktörlerle yapmayı tercih etmiştir: Bu anlamda gazeteciler, medya patronları (Uzan/Doğan vs), YÖK (Gürüz/Teziç), Cumhurbaşkanlığı (Sezer), Yargıtay, Danıştay, Türk Silahlı Kuvvetleri, HSYK ve Sendikalar zaman zaman siyasi iktidarın hedefi olmuştur. İktidar var gücüyle bu kurumların üzerine çökmüş ve süreçte bu kurumların direncini de birer birer kırmıştır.
Gemileri yakmak/köprüleri atmak!
AKP, iktidara geldiği günden bu yana zaman zaman “biz Türkiye’nin tamamı değiliz” dese de bir çok milli konuda Türkiye’nin tamamı bir yana, sahibi gibi hareket etmiştir. AKP, Kıbrıs’ta Annan Planı’nı kabul ettirirken, Kuzey Irak’la dirsek temasına geçerken, ABD’nin BOP’una eş başkanlık yaparken, Ermenistan açılımı için protokol imzalarken ve nihayet Kürt açılımı yaparken muhalefeti ve devlet kurumlarını yok saymıştır. “Tek başına iktidar” olarak mutlak iktidar gibi hareket etmiştir. İktidar, bu arada muhalefete de adet yerini bulsun kabilinden kendi koyduğu kurallarla siyaset oyununu oynamaya davet etmiştir. Muhalefetin bu oyuna gelmemesi üzerine de konunun “Devlet Projesi” olduğunu söyleyerek dayatmada bulunmuştur.
Öncelik AB/ABD hattında!
Bu arada yargı ve diğer konularla ilgili olarak yapılması düşünülen düzenlemelerden, tasarılardan Türk kamuoyu ve muhalefetinden önce ABD/AB’li yetkililer haberdar edilmiştir. Hükümet, stratejik konularla ilgili olarak Türkiye’nin muhalefetinden daha çok ABD ile temas halindedir. Türkiye’deki siyasetin coğrafi olarak da ekseni Brüksel/Washington hattına kaymıştır. Bu konuda her şeyi açılım konusunda söylenen “siz yapmazsanız başkaları gelir yapar” sözü özetliyor.
Türkiye’de siyaset her anlamda ekseninden kaymıştır. Siyaseti eksenine oturtacak olan da seçimdir. Sürdürülebilir bir siyaset için erken ya da zamanında yapılacak seçim her zamankinden daha büyük önem taşıyor. Durumu seçim meydanlarına taşımak ise herkesten önce muhalefetin görevidir.