Siyasette boyun eğme alışkanlığı
Siyasi tavırların, toplumun tarım, sanayi ve bilgi toplumu aşamasına göre farklılaştığı ya da farklılaşması gerektiği söylenebilir. Siyasetin dili, toplumun ulaştığı aşamaya göre şekillenir. Siyasi davranışlar ise gerçekte toplumun zihniyetini ve dayandığı değerlerin özelliklerini yansıtır. Bunun yolu da toplumu tanımaktan geçer.
Tekdüze toplum yoktur!
Homojen diye nitelenen toplumlarda bile birbirinden farklı birden çok yapı söz konusudur. Etnisite, dil, din, mezhep vb.. yapısal farklılıklar bir yana toplumlardaki asıl farklılıklar sosyolojik gelişme düzeyleriyle ilgilidir. Siyasetin de bu durumları dikkate alarak şekillenmesi gerekir. Dünyanın hiçbir yerinde toplumlar bir ve bütün değildir. Coğrafya, tarih, iklim, ekonomi ve kültürel farklar toplumları da farklılaştırır. Tek düze toplum yoktur, o halde tek düze bir siyaset de olmamalıdır.
Siyasetin toplumu kucaklayıcı bir dil kullanması zorunludur. Ancak, bu özel durumlara yönelik bir söylem geliştirmeye de engel değildir. Aksine siyasetin toplumun sosyal, ekonomik, kültürel konum ve durumuna göre söylem geliştirmesi gerekir. Siyasette bütün topluma hitap eden bir dil ne denli gerekli ise gelişme ve nitelik bakımından farklı olan kesimlere yönelik bir siyasi dil kullanmak da o denli önemlidir.
Sosyal yapı davranış biçimlerini etkiler!
Sosyal ve ekonomik konumlara göre gösterilecek siyasi tavır her şeyden önce yerel gerek ve gerçekler üzerine oturmalıdır. İnsanlar kendilerinden ve sorunlarından bahseden bir söyleme daha çok ilgi gösterirler. Bunun için milli/bütünsel anlamda toplumu anlamak ne denli gerekliyse, yerel/özel bağlamda insan ihtiyaçlarını anlamak da o denli önemlidir. Unutmamak gerekir ki insanlar bulundukları coğrafi, ekonomik, sınıfsal, mesleki ve kültürel özelliklere göre siyasi davranış geliştirirler. Bu davranışlar birbirinden doğal olarak farklıdır. Malum söylemle ‘kulübedekilerle saraydakiler’ aynı şeyi düşünmedikleri gibi aynı biçimde de davranmazlar!
Siyaset, -bir anlamda- toplumsal sorunlara cevap arama sanatıdır. Toplumsal sorunlara rasyonel cevaplar verebilmek için de toplumun her yönünü ve farklılıklarını tanımak şarttır. Siyaset için toplumsal karşılığı olan politikalar üretmek esas olmalıdır. Bunun için de sosyal sınıfların konum ve tavırlarını çok iyi bilmek gerekir.
Statü ve boyun eğme alışkanlığı!
Bu konudaki ip uçlarını yapılan bilimsel çalışmalardan çıkarmak mümkündür: Herbert Hyman ve Paul Sheatley “kronik cahillerin büyük çoğunluğunun”, sınıflar arası nüfus dağılımıyla ilgili olmayarak, “okuma yazması az, aşağı sosyo ekonomik gruplardan” geldiği görüşünü ileri sürerler. Onlara göre bu insanlar yalnız olup bitenden habersiz olmakla kalmazlar aynı zamanda bilginin kendilerine ulaşmasına da izin vermezler.
Genevieve Knupfer, “Ezilenin Portresi” adlı çalışmasında şöyle der: “Boyun eğme alışkanlığı, bilgi kaynaklarından uzaklık, kolayca sözlü anlatım olanağının yokluğu, aşağı statülü kimselerin genellikle orta sınıf egemenliği altında bulunan kültüre katılma yolunda isteksizliği artıran bir nefis güvensizliği yaratır.”
Kamuoyu araştırmaları “taşra nüfusunun da, çiftçi olsun işçi olsun, diğer bütün meslek gruplarından daha fazla toplumsal özgürlüklere ve çok partili sistemlere karşı” olduğunu gösterir.
Aşağı sınıflarda boyun eğicilik için ön-yatkınlık yaratan önemli bir faktör, ekonomik ve psikolojik güvenin göreli yokluğudur. Sosyo ekonomik merdivende ne kadar aşağı inilirse, ekonomik güvensizlik o kadar artar. Yapılan araştırmalar, evlenmede istikrarsızlığın düşük gelir ve gelir güvensizliğiyle ilgili olduğunu ortaya çıkarmıştır. Bu gibi güvensizlikler bireyin doğal olarak siyasal görüş ve tavırlarını da etkiler. Siyasilere düşen de bu gerçeklere uygun siyasetler üretmek olmalıdır.