Siyaseti akort için erken seçim!
Türkiye, ayrışmanın bütünleşme, savaşmanın barışma ve reddetmenin benimsenme olarak sunulduğu bir dönemden geçmektedir. Meşruiyet ve etik kaygıların yoğun olduğu dönemlerde, insanlar çoğu kez gerçekleri tersinden okurlar. İşte Türkiye tam da böyle bir dönemden geçiyor. Muhalefet resmen iktidarı, “bölücülük” yapmakla suçluyor. İktidar yetkilileri ise “asıl bölücülük sizin yaptığınızdır” diyor. Bu durum Türkiye’de kavramlar ve kafaların en az sorunlar kadar karışık olduğunu göstermektedir. Bu durum liderlerin sözlerine de yansımaktadır.
Deniz Baykal, Abdullah Gül’ün “kendi sorunlarını kendi iradeleriyle çözemeyen devletlerin sorunlarını, başkaları onlar için gelir çözer” sözleri üzerine, “bunu söylemeye Damat Ferit bile cesaret edememiştir” demiştir. Devlet Bahçeli ise iktidar partisine yönelik olarak “AKP zihniyetinin iştahla servis yaptığı, İmralı canisinin mutfakta pişirdiği ‘ihanet mönüsünün’körüklenen açılım ateşinde dibi tutmasın diye, bütün işbirlikçiler ‘teslimiyet kazanını’ karıştırıyor” diyor. Bu arada bizzat Başbakan Erdoğan, ülkenin en büyük medya gurubunun sahibini Amerikalı gangster Al Capone’a benzetmiştir. Bu söylemler bile siyasilerin ve siyasetin geldiği noktayı göstermesi bakımından yeterlidir.
Siyasetin akorda ihtiyacı vardır!
Türk siyasetinde ilk kez bu kadar yoğun “bölücübaşı”, “ihanet”, “bölücülük” ve “Damat Ferit” suçlamaları yapılmakta ve olumsuz sıfatlar karşılıklı olarak kullanılmaktadır. Son olarak açılım konusundaki söylemler, Türkiye siyasetini allak/bullak etmiş, seviyesini düşürmüş, üslubunu da bozmuştur.
Bu durumda herhangi bir ulusal sorunun sağlıklı biçimde tartışılması, sonucunda da ortak bir aklın üretilmesi beklenemez. Kestirmeden söyleyelim: Türk siyasetinin akordu düzelemeyecek ölçüde bozulmuştur. Partiler üstü olan Cumhurbaşkanı’nın bu akordu sağlaması ise mümkün görülmemektedir.
Bu arada iktidar -nevi şahsına özgü- açılımlarının muhalefet tarafından bölücülük olarak nitelendirilmesi üzerine önlem almaya çalışmaktadır. “Kürt Açılımı”nı restore ederek “demokratik”; Ermenistan açılımına ise “barış” kavramını ilave ederek malum açılımları sevimli göstermeye çalışmaktadır. Ancak muhalefete ve halka bunu kabul ettirmesi mümkün görünmemektedir. Muhalefet, iktidarın “görüşme, el öpme, mektuplaşma” gibi çağrılarına rağmen “yıkım” ya da “bölücü” dediği açılım projelerini kökten reddetmeye devam etmektedir. Bunun üzerine de Başbakan açılım projesini, “hazmettire hazmettire” uygulamak üzere zamana yaydığını açıklamıştır. İktidar, kısa, orta ve uzun vadeye yayacağı açılım süreçlerinden ilk önce -seçime kadar- herkesin kabul edebileceği konularda adım atacağı anlaşılmaktadır. Böylece halka “muhalefetin kaygısı gereksizdi” imajı verilmiş olacaktır. Halk, iktidar partisine yeterli desteği verir ve iktidar seçimden güçlü bir biçimde çıkabilirse açılım ile ilgili asıl adımlar ondan sonra gelecektir.
Bu bağlamda kamuoyu oluşturma görevi yandaş medyaya düşmektedir. İktidar yanlısı kalemler, Başbakan’ın açılımla ilgili konuşma ve söylemlerini yere göğe sığdıramamakta ve adeta “korkma, ilerle; herkes seninle” duygusunu yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu bağlamda kamuoyu araştırma kuruluşları devreye sokulmakta, açılım dolayısıyla AKP’nin oylarının tavana vurduğu yolunda güdümlü “bilimsel araştırmalar” yapılmakta ve sözüm ona sonuçlar çarşaf çarşaf yayınlanmaktadır. Bütün gelişmeler, akordu bozulan Türkiye’nin bu gerilimi çok daha uzun süre devam ettirecek gibi göstermediğini ortaya koymaktadır. Bu durumda çözüm erken seçimdir. Erken seçim güçlü bir ihtimaldir. Hazır olmakta yarar vardır.