Siyaset tarzı vesayet
AKP’nin yönetim tarzını eleştiren Ülsever’e göre, yürütmenin, yargı ve yasama erklerini kendi sultasına almasıyla başlayıp, hukuk devletinin hiçe sayılmasıyla sonlanan anlayış sivil vesayet sistemini yansıtıyor
AKP’nin ülkeyi “sivil faşizme”, “sivil istibdada”, “tek parti diktatoryasına”, “şeriat rejimine” götürüyor diye eleştirildiği bir ortamda AKP’nin hedeflediği yönetim tarzını, ben başından beri ısrarla “sivil vesayet” terimi ile açıkladım.
...
Vesayet “vasi” kelimesinden türetilmiştir ve vasi=gözetici, koruyucu, veli anlamına gelir.
Vesayet rejimlerinde ortada “faşist” bir yönetim veya “istibdat” veya
“diktatörlük” uygulayarak zora başvuran, açık boyunduruk altına alan bir yönetici yoktur ama “vasi”, vesayeti altındaki furu/teba/mürit vb.’lerini onlara sınırlı bir yetki/özgürlük alanı çizerek yönlendirir.
Furu/teba/mürit velisinin çizdiği sınırların dışına çıkmadığı süre “özgürdür”!
Askeri vesayet altında yaşayan bir ülkede illa askerin darbe yapmış olması, veya yönetimde doğrudan görev alması gerekmez.
Asker özgürlüklerin sınırını çizer ve sadece bu sınırın dışına çıkana müdahale eder.
Sivil vesayette ise genellikle halkın çoğunluk oyları ile seçilen bir yönetim vardır. Koyduğu kısıtlamalar belki de çoğunluğu rahatsız bile etmez. §Ama sivil vesayete başvuran hükümet azınlığın hukuk devleti ile korunan baki haklarını da kısıtlamaya çalışır.
Sivil vesayet; yürütmenin ivedilikle yargı ve yasama erklerini tamamen kendi sultası altına alması ile başlar. Hukuk devletinin hiçe sayılması ile yerleşir.
Etki-tepki ikilemi içinde genellikle de başka bir vesayete tepki ile gündeme gelir.
Venezülla’nın Chavez, İran’ın mola rejimi hep bir önceki başka bir vesayet rejimine tepkiyle ve halk desteğiyle doğmuştur.
Adnan Menderes (DP) de tek parti (CHP) sultası ile yerleşen asker-sivil bürokrat vesayetine son vermek üzere büyük halk desteği ile seçildi ama özellikle 1957 sonrası muhalefete ve basına hayat, hatta mahkemelerde kendini savunma hakkı bile tanımadı.
Onun sivil vesayeti de tarihe utanç sayfaları olarak geçen ve ülkeyi en az 40-50 sene geri götüren askeri vesayet ile sonlandırıldı.
* * *
Askeri vesayete tepkinin sivil vesayete dönüşme ihtimali bugün de söz konusudur. 12 Eylül Referandumu bu açıdan bir yol ağzıdır.
“Milletler layık oldukları idarelere kavuşurlar” şiarı ile gideceği yolu millet belirleyecek!
Son söz:
Menderes kendi milletvekillerine “İstersem odunu bile seçtiririm” demişti.
Erdoğan da 23 Nisan’ın çocuk başbakanına “İster asar, ister kesersin!” diyor.
Dilerim, tarih tekerrür etmez!
* Cüneyt Ülsever / Hürriyet
++++++
Aydın olmak aymakla başlıyor. Aymazlıktan, gafletten kurtulmakla...
* Ahmet İnam / Akşam
++++++
Okuduklarını anlamaktan da acizler
AKP’nin gazetelere verdiği arka tam sayfa ilanlarda her gün Anayasa’nın değiştirilecek maddelerinden biri izah ediliyor...
Tabii uydurmaca kaydırmaca tam sayfa ilanda da eksik olmuyor..
Örneğin önceki gün HSYK ile
ilgili madde tanıtılırken şöyle
deniyordu:
“Meslekten ihraç dahil, HSYK’nin tüm kararlarının yargı denetimine açık olduğu HSYK için EVET”
Daha aşağıda da maddenin metni verilmiş. Çok küçük harflerle dizilmiş metinde şu ibare okunuyor:
“Kurulun meslekten çıkarma cezasına ilişkin olanlar dışındaki kararlarına karşı yargı mercilerine başvurulamaz.”
Vatandaş bu kadar cahil mi sanılıyor?
Yoksa ilanları okuduğunu anlamayan biri mi düzenliyor?
* Melih Aşık / Milliyet
++++++
Avcı’nın iddiası doğruysa, böyle bir örgütlenme varsa, Simonlar varsa, medyada da siyasette de uzantıları olmalı..
Başka türlü olmaz!..
Kimler acaba!..
* Mehmet Tezkan / Milliyet
++++++
Yaramazlık yaparken yakalanmış gibi
Ali Kırca soruyor, Başbakan Erdoğan yanıtlıyor, biz de izliyoruz.
Bir soru üzerine Başbakan
Erdoğan şöyle diyor:
“Ali Bey, bu tür bir soru olur mu ya?”
Ali Kırca’ya bakıyoruz, susuyor.
Başbakan devam ediyor:
“Bu tür bir soru olur mu ya
Allah aşkına?”
Ali Kırca susmaya devam ediyor.
Başbakan devam ediyor:
“Yapma! Sen yılların gazetecisisin.”
En sonunda Ali Kırca’dan yaramazlık yaparken yakalanan çocuklara özgü
ezik bir yanıt geliyor:
“Şey... Belki cevaplarınızdan bir şey çıkarırız diye sormuştuk da...”
* * *
Bir televizyon programına konuk olan bir siyasetçinin, kendisine sorulan soruyu beğenmemesi ve bunu ifade etmesi en doğal hakkıdır. Burada yadırganması gereken sorduğu sorunun arkasında durma yürekliliği gösteremeyen gazetecidir.
Başbakan Erdoğan, “Böyle soru olur mu?” dediğinde, Ali Kırca’nın da “Böyle soru tabii ki olur... Hangi soruyu soracağıma siz mi karar vereceksiniz?” demesi gerekirdi. Diyeceksiniz ki:
“Güldürme bizi... Böyle bir karşılık verseydi Ali Kırca’nın kellesi giderdi.”
Kellesi gider miydi, gitmez miydi bilemem ama onurunun sağlam kalacağı garantiydi. Mesleğinde yapması gereken her şeyi yapmış bir gazeteciden de “kelle”yi değil “onur”u koruması beklenir.
Hem kelleyi o vermese, sen vermesen, ben vermesem, nasıl çıkar
karanlıklar aydınlığa?
* Ahmet Hakan / Hürriyet
++++++
Şahin ve ekibi TRT’yi izlediklerinden eminler mi!
“TRT’de yasak olan tek şey ’yasak’ sözcüğü” imiş... Yeniçağ manşetlerini okumak yasak değil mi yani TRT’de? Duy da inanma...
Aynen şöyle diyor TRT yetkilileri yaptıkları, geleneksel yalanlama açıklamalarının sonuncusunda:
“TRT’ye ’sansürcü’ diyenler her şeyden önce 13 TRT kanalının birini bir kaç dakika izlemelidirler...”
TRT’nin “tarafsız yayın ilkesiyle” hareket ettiğini belirten kurum yönetimi, Ali Tezel’e “yorum hakkı tanımamalarını” da, göğüslerini gere gere buna bağlıyor. Peki ya Fehmi Koru, peki ya Derya Sazak, peki ya Tamer Korkmaz, peki ya Mümtaz’er Türköne, peki ya Taha Akyol, peki ya Oral Çalışlar, peki ya Ergun Babahan...
Ve daha yığınla isim, dinledikçe AKP’lilerin yağlarını eriten yorumlarını yaparken neredeydi bu tarafsızlık ilkesi? Sonra tarafsızlık insanları susturmakla mı, yoksa düşüncelerini eşit oranda savunmalarına imkan tanımakla mı sağlanır?
TRT’nin, pardon TRT’nin program yaptırdığı dış yapım şirketinin kafayı şarkıcı kızların entarilerine takmasının gerekçesi de bakın neymiş:
“Çeyiz Şov, Türkiye ve Türk cumhuriyetlerindeki çeyiz kültürünü anlatan bir aile programı olduğundan... Daha çok geleneksel tarzda giyinmesi yönünde tavsiyede bulunulduğundan...”
Bu kol boyuna kadar “Türk kültürü”nden tavizsiz programın sunucusu yarı Amerikan Defne Joy olduğuna göre; o ne giyecek? Altına “üç etek”, üzerine Teksas yöresinden bir kovboy şapkası mı?
Hani diyor ya TRT yönetimi “bir kaç dakika izlesinler”... Bence ele talkını verirken, kendileri salkımı yutmaya çalışmasınlar; oturup, yaptıkları açıklamalarla birkaç dakikası dahi örtüşmeyen kanallarını önce bir zahmet kendileri izlesinler...
Bu arada Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Başkan Yardımcısı Turgay Olcayto, “TRT kamu yayıncılığı anlayışını yerine getiren bir kurum değil hükümetin yayın organı görünümünde..” derken, Çağdaş Gazeteciler Derneği Başkanı Ahmet Abakay da TRT’nin AKP’nin arka bahçesi gibi görüldüğünü belirtiyor son gelişmeleri değerlendirirken...
++++++
Yargıtay onayladı; sansürlenmiş ey halkım
Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı Aydın Doğan’ın Sözcü yazarı Emin Çölaşan’ın “’Kovulduk Ey Halkım Unutma Bizi’’ adlı kitabı için açtığı 50 bin liralık davayı kaybetmesi üzerine, ”Yerel mahkeme kararı oluştururken, delilleri yeterince araştırmadı. Kitaptaki isnatlar, kişilik haklarına, namus, şöhret, vakar ve haysiyete saldırıdır“ diyerek Yargıtay’a yaptığı itiraz da Çölaşan lehine sonuçlandı. Doğan’ın ”gerçek dışı ve iftiralarla dolu“ olduğunu savunduğu kitapta, Çölaşan Hürriyet’ten kovulmasıyla sonuçlanan süreçte Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök’le yaşadıklarını anlatmıştı. Çölaşan’ın karar üzerine ilk yorumu ”Gerçekleri inkar etmek Aydın Doğan’a yakışmadı. Yazdığım her şey doğruydu...“oldu.
++++++
Tabutlara ‘diplomatik’ ara...
AKP, “PKK ile görüşmedik-anlaşmadık” derken, Cumhurbaşkanı terörle mücadelenin içine “diplomasiyi” de koyuverdi...
O zaman bu öyle görüşme-anlaşma sayılmaz...
Diplomasidir...
* * *
Ve Ekselansları Apo papyonunu düzeltirken, kordiplomat hücre komşusuna “Kendimleştim mi?” diye sordu...
O “He lo...” dedi...
Çankaya’da bando ve askeri şeref kıtası tarafından karşılanan Ekselansları Apo, “Merhaba asker!..” diye şeref kıtasını selamladı...
Asker bir ağızdan yanıtladı:
“Sağollll...”
“Diplomasi” gereği Cumhurbaşkanı karşılama noktasına gelirken kırk bir pare top atışı başladı...
İlk top sesi duyulduğunda Ekselansları Apo, kordiplomat arkadaşına eğilerek “Kırmızi halinin altına mayin koymişsen?.. ” diye sordu.
O “Koymemişem, şeref topidir” dedi...
Ve görüşmelere geçildi...
* * *
İnanmadınız...
Siz eskiden PKK teröristlerinin davul-zurnalı törenlerle karşılanacağına, terörist kıyafetleri ve bayrakları ile şehirde şeref turu atacaklarına da inanmazdınız...
Neyse ki çözüm var:
Diplomasi...
* * *
Dağdan her gün tabutlar gelirken... Referandumda “evet” çıksın diye kan ve ölüme ara verip... Referandumdan sonra kaldığı yerden devam etmek...
Bu nasıl bir tezgâhtır?...
Ya da; referandumda “evet” çıkması, tabutlar içinde annelerine getirilen 120 gencin sönen hayatlarından daha önemli...
Öyle mi?...
* Bekir Coşkun / Habertürk
++++++
MİNİ YORUM
Kaş yapayım derken...
1. ve 2. köprüyü, haliyle de bağlantı yollarını kullanan İstanbullular’dan şikayet var:
“Büyükşehir Belediyesi personelini iftar masaları ve çadırlarına tahsis ettiği için yollarda kalan ölü hayvanlar kokuştular. Bildirimde bulunduğumuz ilgililer ekiplerin bütün gün iftar konuları ile meşgul oldukları cevabını veriyorlar...”
Temizlik imandan gelmiyor muydu; kaş yapayım derken göz çıkarmak bu olsa gerek...