Siyaset öfkeyi affetmez
Sayın Başbakan yurtdışından döndü. Bütün ümidimiz derunî bir muhasebe yaparak sakin, yapıcı, kucaklayıcı bir üslubu benimseyeceği idi. Ne yazık ki havaalanına indiği andan itibaren bütün ümitlerimiz boşa çıktı. Öyle ki yerine vekil bıraktığı arkadaşını, asayişten sorumlu kadroyu dinlemeden, otobüsün üstüne çıkıp demeç vermeyi tercih etti.
Her konuşması bir öncekinden daha sert, daha çok meydan okuyan ve karşı tarafa hiçbir suret ve şekilde hak tanımayan, hakaretlerle dolu... Başbakan her açıklamasında “Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası’nı yapacağım” diyor. Gençlerin altında toplandığı ağaçlar böylece kesilmek üzere beklemeye alınmış oluyor.
Topçu Kışlası nedir?
1806 yılında Sultan 3. Selim zamanında yaptırılan Taksim Topçu Kışlası, tarihte 31 Mart Olayı diye bilinen talihsiz isyanın merkezidir. Yapıldıktan sonra Kabakçı Mustafa ayaklanmasında ağır ölçüde zarar gören bina, Sultan 2. Mahmut döneminde tamir edilmiştir. Belgeler; Topçu Kışlası’nın mezarlık üzerine inşa edildiği için, hayır getirmediğini ifade eden pek çok bilgiye yer veriyor. 1940 yılında İstanbul Vali ve Belediye Başkanı sıfatıyla Lütfü Kırdar kışlayı İsmet İnönü’nün izniyle yıktırdı ve park yaptı. 31 Mart Olayı, İttihatçıların gayretiyle Sultan Abdülhamid’e fatura edilmek istense de bütün tarihi araştırmalar bunun bir iftira olduğunu gösteriyor. Olayda büyük ölçüde İngiliz parmağı vardır. Osmanlı Devleti Berlin Anlaşması’ndan sonra İngilizlerin Mısır’ı işgal etmesi üzerine İngiliz ekseninden Almanya’ya doğru kaydı. Bu durumdan rahatsız olan İngilizler, İttihatçıların Alman yanlısı olduklarını anlayınca içerideki ihtilafları, ayrılıkları körüklemeye ve kullanmaya başladı. İşte Topçu Kışlası’ndaki Avcı Taburu’na bağlı askerler, subaylarına karşı ayaklanarak onları hapsetti. Kendilerine önderlik eden hocalarla Heyet-i Mebusan’ın önünde toplandı “şeriat isteriz!” diye bağırmaya başladılar. Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa isyancılarla uzlaşma yolunu seçti, yeni kurulan hükümeti İngiltere destekledi, bu arada çok acı gelişmeler oldu. Adliye Nazırı Nazım Paşa, İttihatçı Ahmet Rıza Bey sanılarak isyancılar tarafından linç edildi. Lazkiye Mebusu Arslan Bey de gazeteci Hüseyin Cahit sanılıp öldürüldü. Cahil ve alaylı olan askerlere halk arasından ayak takımından hamallar ve bazı dindar kimseler de “din elden gidiyor” propagandasına inanarak katılmıştı. Ayaklanma, Heyet-i Mebusan üzerinde de etkili oldu. İttihat ve Terakki üyesi mebuslar can güvenliklerinden endişe ettikleri için Meclis’e gitmediler. İsyancılar buldukları mebusları ve İttihatçı olduğuna inandıkları subayları dövdüler, öldürdüler. Ayaklanmayı başlatan muhalefetin elinde bir program olmadığı için isyan belli bir hedefe ulaşamadı. İsyanı bastırmak için İttihatçılar Selanik’te topladıkları kuvvetleri trenlerle İstanbul’a sevk etti. Bu kuvvet içinde muntazam askeri birlikler küçük bir azınlıktı. Çoğunluğu; Sırp, Bulgar, Yunan, Makedon, Arnavut çetecileriyle, sözde gönüllüler teşkil ediyordu. Hareket Ordusu’nda yıllarca Türk kanı dökmüş, yağmacı Makedonya çetelerinin çoğunluk teşkil etmeleri, İstanbul’da I. Ordu’da büyük tereddütler uyandırmıştı. Kumandanlar, Sultan Hamit’ten Hareket Ordusu’nu dağıtmak için izin istediler. Biz bunları birkaç dakikada bitiririz dediler. Sultan Hamid yalnız padişah değil, aynı zamanda halife olduğunu, 30 küsur senedir asla kan dökmediğini, bu yaştan sonra Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmayacağını, Cenab-ı Hakk’a mütevekkil olduğunu söyledi ve paşaları huzurundan çıkardı. Üstelik I. Ordu komutanı Nazım Paşa’ya, Hareket Ordusu’na katiyen mukavemet etmemesi için emir verdi, yemin ettirdi. Selanik’ten hareket eden ordu 23 Nisan’ı 24 Nisan’a bağlayan gece İstanbul’a girdi ve sıkıyönetim ilan edildi. Ayaklananların önderleri Divan-ı Harpte yargılandı, idama mahkûm edildi. Şimdi 23 Nisan’ı bazılarının neden sevmediğini düşünmez misiniz?
Halkın faydasına değil
16 Eylül 2011’de İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi bu yapının tekrar inşa edilmesi kararını alıyor. 17 Ocak 2013 tarihinde bu kararı görüşen Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu projeye onay vermiyor ve Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası yapımına vücut veren karara karşı İstanbul 6. İdare Mahkemesi’nde dava açıyor. Mahkeme yürütmeyi durdurma kararı veriyor. Bu karara rağmen hükümet yetkililerinin parkı yıkıp Topçu Kışlası yapma ısrarları, yurttaşların çeşitli gösteri ve yürüyüşlerine çarptı. Günlerdir düşman ordusuna kurşun sıkar gibi polis taburları, vatandaşların üzerine gaz bombaları atıyor, su sıkıyor.
Şu anda bu proje; İstanbul’u güzelleştirme, halkın faydasına bir eser kazandırma, hedeflerinden mahrumdur. Taksim Topçu Kışlası denildiği zaman İngilizlerin oyununa gelen ve şeriat kalkanının arkasına sığınan isyancıları hatırlıyoruz. Ayrıca atalarımız “yaş ağaca balta vuran el onmaz” demişler. Bütün dinlerde mezarlıklar kutsaldır. Yeniden mezarlıklar üzerine ve yeşil alanları katlederek yapılacak bu binanın kültür tarihimiz, insanımız ve irfan hayatımız yönünden ne faydası olacaktır? Bunca kavgaya, gürültüye, kayba değer mi? Sayın Başbakan öfkeyi bir kenara bırakıp salim akılla olaylara bakabilse şu üç felaketi çok rahat görürdü: Memleket yeni bir ayrışmaya ve polis düşmanlığına götürülüyor. Bu ülkenin evlatları olan polisler layık olmadıkları şekilde nefret kazanıyor. İkincisi ekonomi; ne yazık ki bütün emek ve gayretlere rağmen çöküş sinyalleri veriyor. Dolar yükseliyor, işsizlik artıyor. Ekonominin şiddetle muhtaç olduğu güven ortamı dinamitleniyor. Üçüncüsü; turizm mevsimi başlamışken televizyon ekranlarına akseden, alev alev yanan meydan sahneleri karşısında insanlar Türkiye’ye niye gelsinler?
Siyaset adamlarının halkla kavga edilmeyeceğini öğrenmeleri büyük çilelere, acılara, öfkelerle yaşanan zamanlara mal oluyor. Bu dünyanın her şeyi ve hatta kendisi geçici olmasına rağmen insanoğlunun dünya nimetlerine bağlılıkta gösterdiği inat, akıl ötesi bir zaaftır. Ne yazık ki hayat zaafları affetmiyor.