Siyah-beyaz film gibi biraz...
Mektupların ardı arkası kesilmiyor. Ahmet Duran Yılmaz sosyal medya ve internet ile barışık olmadığı için avukat oğlunun e-postası ile düşüncelerini "Helalleşme Zamanı" başlıklı yazısı ile paylaşmış. 60 yaşı deviren ağabeyimizin 18'lik heyecanı her satırına yansımış. Gençlik yıllarında Ülkü Ocakları yöneticiliği yapan Yılmaz'ın duygu yüklü mektubunun tamamını buradan yazmak mümkün değil. Bir paragrafı vurdu beni hadi paylaşalım:
"1 Kasım, bizim için büyük bir kaza idi. İç kanama geçiren hasta bir müddet iyi gibi görünür ama iyi olmaz. Şimdi biz de bu damlalardanız! 2019 seçimlerinde kimse bizden kan beklemesin hiçbir partiye oy vermeyiz. Ama kanımız da artık o damarda dolaşmaz olur, içe akar. Sonunda acı gerçek mukadder olur."
Eline, yüreğine sağlık Ahmet Duran Yılmaz.
***
Bu hafta favori mektup ise eskimeyen dost Hakan Ağabeyimden. Beni alıp 70'li 80'li yılların sinema salonlarına götürdü. Müthiş ironi var. Düşündürürken güldürüyor. Güldürürken acı gerçeklerle cam kırığı ile çiziyor yüreğimizi. Ve biliyoruz ki Anadolu'muzun en ücra köşelerinde bu ve benzeri bir çok mektubun yazarı uykusuz gecelerde Türk Milliyetçilerinin dertleri ile dertleniyorlar. Onların hislerine arada bir tercüman olmak, her satırı anlam yüklü mektupları değerli okurlarımızla paylaşmak da bir nebze olsun bu satırların yazarını rahatlatıyor. Alın size Ferdi Tayfur ile Necla Nazır hikayesinin iz düşümü:
"Ülkücüler olarak yaptıklarımız kadar yapamadıklarımızdan da sorumluyuz demiştim. Bu ülkenin yarınları için yapacak o kadar çok şeyimiz var ki. Bunları yapmadan koltuk işgal etmek de başlı başına bir vebal. Bu konuyu da sana yazacağım.
Bugün ise siyasi Kürtçü harekete yalnızca destek olan değil, aynı zamanda kimlik de kazandıran, 1965'ten sonraki dört yılda TBMM'de yer alan Türkiye İşçi Partisi'nin başlattığı ve gelenek olarak tüm Türk solunun uyguladığı politikayı kısa ama çarpıcı bir benzetmeyle anlatacağım. Senin neyine gerek? Bu konuda yazmak diyen Ülküdaşlarım olursa da baştan cevap vereyim; "bizim hareketimizi bizden çok inceleyip tanımaya çalışan sol hareketi biraz da biz tanımlasak fena mı olur" olacaktır.
Hatırlarsınız ya da yaşınız yetmiyorsa da duymuşsunuzdur ki; 1970'li ve 80'li yıllarda Türk sineması, hâkim güçlerin de teşviki ile (1970'lerdeki milletin uyumasını hatta hiç uyanmamasını isteyen emperyalist ABD politikası güdümündeki sivil siyasetçiler ve 1980 Askeri Cuntasının yöneticileri) arabesk filmlerin işgaline uğramıştı. Ya porno film ya da arabesk filmi yaparsanız piyasada var olabilirdiniz. İşte o dönemin ünlü karakterlerinden birisi de Ferdi Tayfur (Ülkücüler olarak onu çok severdik çünki Ülkücü geçmişi olduğu söylenirdi) ve onun filmleriydi.
Ferdi Tayfur'un filmlerinde her zaman gurbete giden baş karakter, ki Ferdi Tayfur'du o, daha yola çıkar çıkmaz en yakın arkadaşı, bugün hepinizin bildiği tecavüzcü Coşkun karakteri, yine Ferdi Tayfur'un değişmez ve çok saf sevgilisi Necla Nazır'ı ne yapar ne eder iğfal ederdi. Sonunda bazen kavuşurlar bazen kavuşamazlar ama ilişkileri artık saflığını kaybeder ve biz seyredenler de buna çok üzülürdük.
İşte 'Türk Solu'nun Kürtçü hareket karşısındaki durumunu da ben biraz Necla Nazır'a benzetiyorum.
Kendisinin asıl aşkını gurbete yollamış (ki bu millî Türk Solu düşüncesidir. Bilimsel olarak, Dr. Hikmet Kıvılcımlı, Ethem Nejat vs.. gibi şahıslarda anlatabiliriz) ve dost geçinen ırz düşmanı tarafından (PKK ve türevleri) iğfal edilmiştir. Artık Ferdi geri dönse de Necla eski Necla değildir.
Bu yazıma kızan ve Sosyalizmi anlamadığımızı hatta Faşist olduğumuzu iddia edecek Türk Soluna da cevaptan önce sorum olacak:
Türk Solu olarak ülkemizin bir kısmının halatı kopmuş gemi misali bir ABD'ci Barzani bir Apo'cu eşkıyalar, bir emperyalist Rus iş birlikçileri arasında gidip gelmesinden memnun musunuz? Memnun değilseniz hani eleştirileriniz. Cılız bir kaç ses dışında neredesiniz?
1920'lerde emperyalist/Kapitalist ordulara karşı Kuvva-i Milliye ile beraber savaşan ağabeylerinizi unuttunuz mu?"