Sistemin Spartalı çocukları
Dün, “yandaş medya” diye tanımladığımız basın-yayın organlarında başlatılan “halkta korku ve paniğe yol açacak nitelikte baskı oluşturma” işlemini “Faşizmin ayak
sesleri” olarak tanımlamıştık.
Bugünkü sayfada yer vermek üzere, farklı yazarlardan yaptığımız alıntıları bir araya getirince, planlamadığımız halde “faşizmin adımları” veya “aşamalarını” sembolize eden bir mozaik oluşturduğumuzu fark ettik. Bakın nasıl mozaiğin her bir parçası,
faşist düzenin ayrı bir karakteristik özelliğini temsil ediyor:
Yalçın Doğan’ın “Halkın temel hak ve hürriyetlerinin engellenmesi ve tehdit suç değil mi?” diye sorduğu yazısında paylaştığı kaygılardan başlayalım. Medyada “haber” veya “yorum” adı altında sıkça karşılaşmaya başladığımız saldırgan tutum bile başlı başına büyük bir adım: Militarizm!
Melih Aşık zaten adını koyuyor: Demokrasi hazımsızlığı!
İlhan Selçuk yöntemi işaret ediyor: Hukuk değil polis devleti!
Mustafa Mutlu’nun “kontenjan yazarlar”a isyanına ne demeli? İşte başka bir adım: Sadece sermaye değil fikri olarak da kitle iletişim araçlarında tekelleşme!
Ahmet Altan’ın aynı Taraf’ta yer almalarına rağmen “nüans farklılığı” var diye Oya Baydar’ı “Pavyondaki namuslu kadın” diye ötelemesi... Veya Mehmet Altan’ın, MHP Genel Başkanı’nın “milli direnç” ve “millet vicdanı” kavramları üzerinde durmasını “dehşet verici” olarak tanımlaması farklı mı sanıyorsunuz? İşte bir adım daha: Karşıt politik görüşler düşmandır eğilimi.
Bütün bunların uzağında gibi duran Deniz Feneri davası gelişme(me)leri? Ya da sanığın konumuyla ilgilenmeyen yargının, tanığın konumuna uygun ifade standartları geliştirmesi.. Onlar da faşist rejime atılan adımlar arasında: Hukukun
(iktidara uygun) işlevselleştirilmesi!
Bugünkü sayfamızı bütün unsurları ile tek bir fotoğraf karesine sığdırabilirseniz
şunu sormak isterim: Bu fotoğrafın yılmaz savunucuları kimler?
Medyadaki sistem köleleri! İyice beslenip, eğitildikten sonra, kendileri gibi olmayanları imhaya odaklanan, Spartalı çocukları andırmıyorlar mı? Üstelik yaşlılıkları bile aynı: Sesi çok çıkan kazanır... Ne demokrat bir tutum değil mi?
Baştan sona tehdit ettiler
Bu bir haber. Dini ve imanı bütün, yalanı günah sayanların haberi. Mitinge katıldınız mı, cinayetleri destekliyorsunuz, demek. Ardından hemen tehdit geliyor:
“Güvenlik birimlerinin Türkiye’yi kaosa sürüklemek için provokasyon peşinde koşan örgütün düzenleyeceği mitingi yakın takibe alacağı muhakkak.”
Herhalde polisle işbirliği halinde, her şeyi biliyor. Tehdit alt paragrafta daha net: “Mitinge bilinçli şekilde katılanlar, Ceza Kanunundaki suç ve suçluyu övme, ayrıca yardım ve yataklık fiilini işlemiş olacaklar ve iki yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacaklar” .
Önce zehir hafiyelik, ardından savcı ve yargıçlık taslıyor. “Cezalandırılacaklar” diyerek, kararı şimdiden veriyor. Mitinge katılmanın ceza maddesi bile hazır. Ama, orada da kalmıyor: “Mitinge katılacakların görüntülenerek Ergenekon Terör Örgütü ile bağlantılarının araştırılacağı tahmin ediliyor”.
Mitinge katıldınız mı, hayatınız kayıyor. PKK, darbeci, örgütlü suç işlemek, artık ne varsa ve eh, o kadar suç işledikten sonra, hapis. Böyle bir metnin adı “haber”, böyle bir işin adı “habercilik”. Geçiyorum haberi, bu “yorum” bile değil. Baştan sona tehdit.
Bu haber temel hak ve özgürlüğün kullanılmasını engellemeye yönelik değil mi?
Katılacak olanları şimdiden karalayan bu haberin kendisi suç değil mi?
* Yalçın Doğan / Hürriyet
Demokrasiden rahatsızlığın kanıtı
İnsanların meydanlarda toplanıp dertlerini dile getirmeleri demokrasinin ortaya çıktığı ilk günlerden beri en doğal haklarıdır. Ne var ki, ülkemizde demokrasinin bu en eski ve basit uygulaması bile rahatsızlık yaratıyor.
ADD önümüzdeki pazar günü Ankara’da Tandoğan meydanında saat 12.00’de bir miting düzenliyor malum...
İki yıl önce yapılan cumhuriyet mitinglerini iktidar ve yandaşları hazmedememişti. En küçük bir olay meydana gelmediği halde bu mitingleri darbe ayaklanması diye nitelediler. Bu defa da aynı oyunu, aynı hazımsızlığı sergiliyorlar.
Sevgi, hoşgörü, demokrasi laflarını ağızlarından düşürmeyenlerin yaptıkları şu yayına bakınız.
Amaç ne?
Amaç saf vatandaşın gözünü korkutmak, mitinge katılımı azaltmak...
Bu ülkede her şey bu kadar dibe vurmamalıydı.
* Melih Aşık / Milliyet
Polis devleti kuruldu
Ergenekon “siyasi bir dava” olarak tescil edildi... Bu siyasi davayı kim yürütüyor?.. Polis...
Ne diyor Fatih Altaylı:
“- Yüzbinlerce sayfalık iddianame...”
Eklerini de sayarsak “yüzbinlerce sayfalık iddianame” ne anlam taşır?..
Hukukta böyle iddianame olur mu?..
Yine Fatih Altaylı yazıyor:
“- Belli ki, Emniyet kendisine verilen görev doğrultusunda incelemeler, araştırmalar yapmış...”
Kim vermiş bu görevi?..
Bilmem ki kamuoyu farkına varıyor mu?.. Türkiye’de ‘polis devleti’ kuruluyor... Kuruldu bile...
İşin ilginç yanı Türkiye’nin bir ‘asker devleti’ olduğunu söyleyenler ‘polis devleti’nden hiç şikâyet etmiyorlar...
(...) Polis devleti, asker devletinden daha mı ehven?..
Hele bu gidişat bir de Amerikan projesi ’Ilımlı İslam Devleti’ modeline oturursa yeme de yanında yat...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
++++++
Fırıldaklar
AKP iktidarında kafalar mikserlendi.
Solcular dinci oldu, dinciler demokrat...
Marksistler liberal, liberaller muhafazakar...
Maocular da ulusalcı...
Ya dönekler ne oldu dersiniz?
Onlar fırdöndü oldu.
* Tufan Türenç / Hürriyet
++++++
TARAF PAVYON...
KESİK TOP CİNAYETİ
...Kendi Taraf’ını seçen aydınlarımız, sadece kendi copycat’lerinden oluşan bir mahallede yaşamayı tercih ediyorlar. Cemaat mahalleleri sakindir, zapturapt altındadır. Sokakta top oynayıp cam kıran haylaz çocuğa rastlamazsınız. Bir gün camınız kırıldığı zaman, huysuz bir yaşlı gibi, hemen o topu kesip geri atmaya kalkıyorsunuz. Oya Baydar’ın başına gelen de bundan ibarettir. Gülsüz dikensiz bir Ergenekon ütopyasında, aniden haylaz bir top. Hemen kesip atacaksın, yoksa başkalarına örnek olur. Burası bizim mahalle, burada bizim fikrimiz okunur.
* Ertuğrul Özkök / Hürriyet
++++++
Koltuğa koşulla mı oturdu?
Deniz Feneri hakkındaki keskin fikirlerinden vazgeçmesi, acaba Arınç’ın Başbakan Yardımcısı koltuğuna oturmasının peşin şartı mıydı?
Arınç uyandırdığı adil,
cesur, ahlâklı siyasetçi imajı ile kabineye girdi. Çünkü sade milletvekili olarak şunu
demişti:
“Almanya’daki Deniz Feneri yöneticileri yoldan çıktılarsa Allah belalarını versin. Bunu derken maddi cezalardan da bahsettim. Yasalara aykırı iş yapanlar cezalarını görmelidir. Sadece bedduayla geçiştirilmemelidir!”
Sonra ne oldu?
Koltuğa oturunca belalı
suç kabahat seviyesine indi, suçlular da “birkaç edepsiz” oldu.
* Güngör Mengi / Vatan
++++++
Muhalefetini hükümette sürdürmeli
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç dün gazetelere yansıyan demecinde Deniz Feneri davası için “yasal sürecin başlaması gerektiğinden” söz ediyordu.
Artık hükümetin en yetkili koltuklarından birinde oturduğuna göre ve bu koltuğa “AKP’nin vicdanı” sıfatıyla sahip olduğuna göre bu konuyla ilgili muhalefetini gazetelerde değil, hükümet içinde sürdürmeli.
Adalet Bakanı’na bir telefon açıp dosyalar ile ilgili işlemlerin hızlandırılmasını talep etmeli.
Arınç’a önerim sonunun nereye varacağını gayet iyi bildiği bu soruşturmanın hızlanmasını sağlamasıdır.
* Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet
++++++
Ne siz acizsiniz, ne biz aptalız
Darbe söylentileri, pehlivan tefrikası gibi her yerde yayımlanıyor; bazı kuvvet kumandanları darbe hazırlığında, bazıları da bu hazırlıkların günlüğünü tutuyor.
İşte bunu eski Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’a soruyorlar:
“Böyle hareketler olunca duyulmaz mıydı?”
Şimdi bir an düşünün, aynı soruya, aynı yetki ve güçle aynı makamda olsanız, ne derdiniz?
En azından susardınız, susmalıydınız!
Hayır, paşam öyle yapmıyor!
Ya ne diyor: “Bir şeyler olduğunun farkındaydım, ama ne yapanı biliyordum ne edeni biliyordum.”
Bir Genelkurmay Başkanı, “Bir şeyler olduğunun farkında, ama olanlarla ilgilenmiyor, bilgilenmiyor.”
Olacak şey mi?
Ya telefonların gizlice dinlenmesi... Sayın Orgeneral’in bundan yana hiç şüphesi yok:
“Genelkurmay Başkanı olduğum dönemde telefonumun dinlendiğinden şüphe etmiyorum!”
Maşallah, Genelkurmay Başkanısınız, telefonlarınızın dinlendiğini biliyorsunuz ama, elinizden bir şey gelmiyor.
Olmaz Paşam! Bu kadar acz içinde olamazsınız...
Kim dinler telefonlarınızı?
Yunanlıdan Bulgarına kadar, Arabından Farsına kadar, herkes dinleyebilir.
Oysa Sayın Büyükanıt’ın deyimiyle “faili meçhul!” Peki, nerede o teknik donanım, o gün işe yaramazsa, hangi gün işe yarayacak?..
Hayır Paşam, hayır, ne siz bu kadar acz içinde olabilirsiniz, ne de biz bu kadar aptal!
Müsaade ederseniz Ziya Paşa ile nokta koyalım:
“En ummadığın keşfeder esrar-ı derûnun
Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın.”
* Hasan Pulur / Milliyet
++++++
Komutanların biri İstanbul, biri İzmit, biri de Ordulu olduğuna göre bu kez balık ikram ederler herhalde
İfade-i ziyaret
Özkök’ün verdiği ifadeyi inceleyen savcılık, dönemin üç kuvvet komutanının daha ifadesine başvurmaya karar vermiş. Ancak bu ifadeler sabahın köründe evden alma ve konut araması şeklinde yapılmayacakmış. Üç kuvvet komutanı aynen Özkök’e yapıldığı gibi davet edilecek ve hatta belki de bulundukları yere gidilerek ifade vereceklermiş.
İfadesine başvurulacak bu üç komutan; dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman, Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek.
* Fatih Altaylı / HaberTürk
++++++
GÜNÜN SÖZÜ
Kimi aydınlar halka MAL olur, kimi aydınlar PAHALIYA MAL olur!...
* İbrahim Ormancı
++++++
Hangi gazetede, kaç ‘kontenjan’ yazarı var?
Paralı asker kuralı: Kendi inançlarını, düşüncelerini kenara koyup; kendilerini oraya getirenlerin ağzı olmak
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, basın tarihimize geçecek bir itirafta bulundu...
Bir zamanlar hızlı MHP’li olan ama bugün AKP’nin yılmaz savunuculuğuna soyunan Mümtazer Türköne’yi suçladı.
Türköne’nin, “Eski MHP’li kontenjanından köşe tuttuğunu” belirterek, “...Bu kişilerin partimizi hedef alması, lobilerin onları kıvama getirdiğinin işaretidir” dedi. Demek ki neymiş?
Gazetelerimizde köşe tutanların bazıları “kontenjan gazetecisi”ymiş!
“İktidara yakın ol, koltuğu kap” anlayışının ürünü, paralı askerler!
Tek kuralları vardır: Temsil ettikleri partiyi, futbol takımını ya da toplumsal sınıfı kanlarının son damlasına kadar savunmak! Kendi inançlarını, düşüncelerini bir kenara koyup; kendilerini oraya getirenlerin resmi ağzı olmak! Kendilerine o nimeti (!) sunan, toplumda söz sahibi olmasını, davetten davete, geziden geziye koşmasını sağlayan kişilere ya da kurumlara asla ihanet etmemek... Peki; ihanet ederlerse ne olur?
Gördük... Bir çırpıda deşifre ediliverirler!
“Kontenjan yazarı!”
Yani; kişiliksiz, kimliksiz, emir kulu görevli!
Tamam; bu adamlara güvenilmez, saygı duyulmaz da... Sırf bir partiyle, kulüple ya da çıkar grubuyla “iyi ilişkiler kurmak” için, onlara kapılarını açan gazete-televizyon sahiplerine, yöneticilerine güvenilir mi, saygı duyulur mu?
MHP’nin kaç kalemi var böyle? CHP’nin, AKP’nin, DTP’nin ve diğerlerinin “kontenjan”ını kim, neye göre belirliyor?
O yüzden mi adını bile yazma yeteneğinden yoksun bazı sözde “yazar” lar, televizyon televizyon dolaşıp, her konuda görüş beyan ediyorlar? O yüzden mi kendi partileri aleyhine tek satır bile yazamıyorlar? O yüzden mi AKP’yi, CHP’yi, MHP’yi, DTP’yi, DSP’yi aynı dürüstlükle eleştiremiyorlar?
Haydi; söyleyin Sayın Bahçeli:
Bu “kişiliksiz, kimliksiz parti bülbülleri” nden, hangi gazetede, daha kaç kişi var?
* Mustafa Mutlu / Vatan
++++++
MİNİ YORUM
Doğru cümleyi buldu ama...
Erdoğan, bu kez işin içine hiç ‘adımları’, ‘haritaları’, ‘iyi şeyler’i karıştırmadan Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na yakışan ifadeleri kullandı: “Yukarı Karabağ işgal edildiği için biz kapıları kapadık. İşgal kalkmadıkça kapıları açmayız.”
Ama, ‘devletin PKK’lıların güvenini nasıl kazanacağına’ kafa yorulurken, sadık vatandaşlarda oluşan güven kaybı pek umursanmadığı için olsa gerek, hep bir şüphe içimizde: Bu “one minute” hali kaç gün sürer acaba?