“Sırtlan Pususu”ndan çıkamadım
Politik aidiyetleri farklı olan, ama “milli, üniter devlet”, “cumhuriyet değerleri”, “kurucu ideoloji”, “bölünmez bütünlük” te birleşmiş durumdaki kesimler ortak bir çığlık yükseltiyorlar bayramın ilk gününden bu yana:
“Balyoz tutsaklarını unutma...”
Bizzat iktidarın “içinden” bildirenler “Balyoz”un, TSK, “süreç” dedikleri PKK ile müzakere, devletin idari yapısını PKK’nın talepleri doğrultusunda “formatlama”, “dönüştürme” faaliyetlerine gölge etmesin diye organize edilmiş bir operasyon olduğunu itiraf ettiğine göre; sonuçları bu ülke ile birlikte ayrı ayrı her birimizin -dahası çocuklarımızın, torunlarımızın- geleceğini etkileyecek olan siyasi bir davanın “kurbanları”nı unutmamız söz konusu olamaz elbette.
Kaldı ki, şu anda hayli profesyonelce yürütülen “gayrinizami harp”in hedefi durumundaki toplum unutur gibi olsa bile, Silivri, Mamak, Hasdal, Hadımköy, Sincan, Şirinyer cezaevlerinde tutulan yüzlerce Türk subayı mesajları, mektupları, tarihi önemdeki ikazlarıyla kendilerini hatırlatmayı sürdürecek, izin vermeyeceklerdir Türk Milleti’nin “sessiz çığlık”lar ata ata esir düşmesine.
Apo’ya karşı rehin tutuluyorum
Bayramın üçüncü gününde, o subayların birini, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kendisine verdiği 18 yıllık ceza Yargıtay tarafından onanan Jandarma Kurmay Albay Mustafa Önsel’i ağırlayacağız köşemizde.
Önsel, böyle sesleniyor size:
“Ben Mustafa Önsel.
Yargıtay’ın verdiği vicdansız hukuksuz bir kararla 18 yıl ceza aldım.
Tüm arkadaşlarım gibi suçsuzum.
Apo’ya karşı rehin tutulduğumu biliyorum.
Amaç bölünmüş, küçülmüş bir Türkiye.
Yüce Türk Milleti buna razı mı?
O razıysa ben de 18 yıl yatmaya, bunun ötesinde ölmeye razıyım.
***
Ben Mustafa Önsel.
“Sırtlan pususu”ndan çıkamadım. Vuruldum.
Geçmişte teröristlerin vurduğu arkadaşlarım toprağa, ben ise betonlara gömüldüm.
Rütbelerim yüreğimde
Görüyorum ki, sırtlanlar sevinç çığlıkları atıyorlar karanlıklardan.
“Er oldular” diye nasıl seviniyor zavallılar.
Beni tanımıyorlar ki... Ben, giydiğim üniformanın, Türk Milleti’nin bana bahşettiği bir sorumluluk onuru olduğunun bilincindeyim.
Ben rütbemi omuzlarımda değil hep yüreğimde taşıdım.
Ben, üniforma giyerken de, şimdi de bu yüce millete er olarak nefer olarak hizmet etmenin şereflerin en büyüğü olduğuna inanıyorum.”
Not: Hâlâ okumayanlar varsa Önsel’in Balyoz sürecini, insani, siyasi, hukuki yönleriyle bütün olarak anlattığı “Beşiktaş’ta Sırtlan Pususu” kitabını okumalarını tavsiye ederim.
Bir bayram sabahı, Yahya Kemal’i de “nefret”le itham edebilir birileri
E-posta, New York’ta okuyan 21 yaşında bir üniversite öğrencisinden, Yunus Kaya’dan. Bayramın ilk günü yeniden okuduğu unutulmaz Süleymaniye’de Bayram Sabahı şiirine atıfla “Yahya Kemal’i de nefret suçlusu ilan ederler mi acaba?” diye soruyor.
Bakın neden:
“Usta şair, etkileyici tasvirlerini mısraların arasına serpiştirmiş, dokuz asırlık bir tarihi miras ile buluşturuyor bizi.
Artık neredeyse beş asrı devirecek olan Süleymaniye’nin inşasına dair; yüce Türk ordusunun iftiharlık payesini sözcükler ile taçlandırıyor.
Ustaca tasvir ediyor; bayram sabahı bu ilahi yapının içerisine yığılan topluluğu:
“dili bir”, “gönlü bir”, “imanı bir”...
Allah’ı anmak ile “tek” bir ses yankısını ulaştırıyor dizelerinin arasından.
Sonra ta 1071’e işaret ediyor ve yiğitlikle müşerref kılıyor Türkoğlu’nu.
Vâris ve sahip addediyor öz yurduna...
Umut ekiyor; hem mevcut, hem yitirilmiş toprakların tümüne.
Beyazıt’tan atılan top sesleriyle inliyor Üsküdar.
Şehirler sesleniyor birbirine top yekûn.
Asırlık zaferlerden yükselen sesler işitiliyor kendi gök kubbeniz altında bir Bayram sabahı.
Barbaros bu kez umut taşıyor donanması ile İstanbul semâsına.
Vatanın birliğine şükrediyor şair, aydınlık umutlarla doldururken gönlünü.
Bir asır öteye özendirerek “Nerede o eski bayramlar!?” dedirtiyor yine Yahya Kemal Beyatlı.
(...)
Henüz Türk olmak ile iftihar edildiği günler sürerken, adıyla münhasır bir “Bayram” kutlamak arzuluyor insan.
“Anti-demokrat” kalası geliyor adamın şöyle keyfince!
Kim bilir; belki bir gün gelir, birileri Yahya Kemal’i de nefret ithamıyla kuşatma haddine erişir!
O zaman belki hayâlden de hayâl kalır Süleymaniye...”