Sırada ne var? Kapı kapı gezip fişleyecek misiniz!

İleri demokrasi iklimindeyiz ya; “Kaldırılsa iyi olur” yok artık. “Kaldırılabilir” yok. “Kaldırılması gerektiğini düşünüyorum” yok. “Kaldırılmalı” bile yok; “Kaldırılacak!”
Çok merak ediyorum “nasıl” kaldırılacak?
Kaldırılmazsa?..
O insanlar, o resimleri, o duvarlara bir “kanun”la mı, “görev” icabı mı, “mecburen” mi asıyorlar; “kalbi” bir tavrı ortadan kaldırmayı nasıl başaracaksınız?
“Yasada yeri olmayan bir kurumun düzenine ilişkin yasal bir düzenleme” yapma olanağı olmadığına göre; “Kim vurduya” mı götüreceksiniz Atatürk resimlerini?
“Bunlar Yeni Türkiye’ye muhalif, biz Anayasa’dan çıkarıyoruz, onlar cemevinden çıkarmıyor” diye hedef mi göstereceksiniz?
Velev ki cemevlerine uzandı elleriniz; peki ya evleri? Başköşesinde Atatürk’ün oturduğu Alevi evleri için planınız ne? Kapı kapı gezip fişleyecek misiniz?

***


Atatürk “politik bir figür”müş... Velev ki öyle... O zaman; Hz. Ali ne?
Müslümanlar arasında yaşanan ilk “siyasi tartışmanın” sonucu değil mi “Şia”nın ayrılığı? Alevilik bir “davranış biçimi”, “düşünce yapısı” olarak siyasi bir duruş da değil mi aynı zamanda?
Yanlış anlaşılmasın “inanç” boyutunu reddediyor değilim; bütün demek istediğim Alevilerin “İslam” dini ile, “Kuran-ı Kerim” ile hiçbir dertleri olmadığına göre “temel ayrılık noktası” ne?
“Halifelik” yani “hilafet” sanılanın aksine aslında bir “siyasi makam” değil mi; “Sakife olayı” İslam devletinin yönetimiyle ilgili olarak beliren yarışın sonucu değil miydi?
Dolayısıyla Hz. Ali’nin “politik misyonu” neyse, Atatürk’ün “politik misyonu” da odur Alevilerin gözünde; “Kurtarıcı!”
Ki Atatürk, devriye inancı gereği “Hz. Şah-ı Merdan Ali”nin don değiştirmiş hali “- değil midir Alevilerin yüreğinde!
Kurnaz planlarınız bu olguya çarptığında ne olacak? “Madem öyle” deyip Hz. Ali resimlerini de mi indireceksiniz cemevlerinden, Hacı Bektaş Veli’yi de mi? ( Sonuçta bu isimlerin her biri birer “öğreti” sahibi değil mi? Her biri aynı zamanda birer “ideolog” değil mi? )
Hz. Ali’siz bir Alevilik mümkün mü peki!
Ne bu; Ilımlı Alevilik projesi mi?

***


Cemevi ibadethaneymiş! Bana sorarsanız da öyle ama; “ispatlayın” desem mesela!
Cami tamam... Kilise evet... Havra pek tabii... De... O dümenlerine su taşıdığınız “Yeni Türkiye’ciler” cemevleri ibadethane statüsüne kavuşabilsin diye bugüne kadar ne yaptılar söylesenize?
Kendisinde “Alevi” kimliği ile ahkam kesme hakkı görüyor madem, Cafer Solgun denen zata tavsiyem; “İbadethanemde Atatürk resmi istemem” diyeceğine, önce “ibadethane”nin “ibadethane” olduğunu tescilletmek için mücadele etsene!

***


Bir Alevi, “Alevi cemlerinde Atatürk ve silah arkadaşlarına dua edildiğini ve ibadete katılan canların tümünün bu dualara (Allah Allah) nidalarıyla iştirak ettiğini” bilmez mi? Bu durumda Atatürksüzleştirme, Türksüzleştirme operasyonun sonraki adresi cem mi?
Diyanet patentli “makbul cem” uygulamasına mı geçeceksiniz?
Vardır bir parlak fikriniz mutlaka!
Parlak fikir demişken;
Hz. Ali, Hacı Bektaş Veli, Atatürk üçlemesinin yerini Ebusuud, Müftü Hamza, Hoca Saadettin alır belki! “Stockholm Sendromu” efsanesi de gerçek olur böylece!..

***


Taraf’ın dünkü sürmanşetinin “görünen köy” olmaktan öte anlamı yok gözümde. Yeniçağ’ın yıllardır izaha çalıştığı tehlikenin “sağlaması” işte.
Nihayetinde cemevleri hedeftir, çünkü oralar;
“700 yıldır direnen Türk dergahları”dır aynı zamanda! “Ahmet Yesevi ocağı”dır... Mayası “Horasan”dır... Bahçelerinde Mustafa Kemal’e yollanacak silahların saklandığı tüneller kazılıdır; “Cumhuriyet’in cephaneliği”dir bu yanıyla, siperidir!


Kulisten çok temenni gibi...

Taha Akyol, “bir dost evinde, Erdoğan’ın çok yakınındaki bir çalışma arkadaşından” dinlediği “2014’te Tayyip Bey cumhurbaşkanı, Bülent Ağabey geçici başbakan; Abdullah Bey 2015’te başbakan” senaryosunu aktarmakla yetinseydi, “kulis” diyebilirdik belki...
Ama o, “Gül’den Başbakan olur mu” diye dudak bükenleri “Aktivizmine bakın, hiç “emekli cumhurbaşkanı” olacak gibi gözüküyor mu?” diye iknaya çabaladığına... Senaryosunu okuyunca “Ya tutmazsa” kuşkusuna kapılan olabilir diye, peşin peşin “Bu senaryonun gerçek olmasını engelleyecek muhalefet mi var canım” morali aşıladığına göre...
Demek ki Akyol’un kaleminden çıkanlar sadece “kulis” değil aynı zamanda şahsi “temenni”si...



BASINDAN SEÇMELER


Ah biz eşekler...

Bu yasa önce Başbakan’ın bilgilendirilmesi, sonra “teklifin hazırlanması” ile başlanmış.
Tarih: 16 kasım 2011.
Adalet Komisyonu’na gelmiş.
Adalet Komisyonu 26 milletvekilinden oluşuyor. 16’sı AKP’li, 6’sı CHP’li, 3 MHP’li, 1’i BDP’li. Teklif bütün partilerin de desteğiyle 16 kasımda geldiği komisyondan jet hızıyla 22 kasımda çıkıp Meclis’e gelmiş. Aynı hız başkanı yine AKP’li olan (Nabi Avcı) “Gençlik ve Spor Komisyonu”nda da yaşanmış.
Jet hızıyla Meclis’e gelmiş.
Jet hızıyla oylanmış.
Jet hızıyla kabul edilmiş.

***


24 Kasım’da kabul edilmiş.
25 Kasım’da “onaya” gönderilmiş.
Cumhurbaşkanı onaylayacak. “Şikeyi, ahlaksızlığı, mafyalağı, seyirciyi aldatmayı önleyecek(!) kanun” jet hızıyla yürürlüğe girecek.
Birden “vicdan” edebiyatı!
AKP’nin gazeteci kökenli Gaziantep Milletvekili Şamil Tayyar, AKP’nin ağır topu Başbakan yardımcısı Bülent Arınç, “Bu yasa şikecilik-mafyacılık-ahlaksızlık yapmaktan ve Türk futbolunu katletmekten şuanda gözaltına alınmış olanları kurtarmayı amaçlayan özellikler taşıyor. Kişiye özgü kanun yapıldı, toplum vicdanına uymaz” diye özetleyebileceğim demeçler veriyorlar. Cumhurbaşkanı’na mektuplar yazıyorlar.
Tutanaklara baktım.
Hiç itiraz etmemişler.
“Şikecileri ve teşvikçileri kurtarma yasası” dedikleri bu kanun, İktidar Partisi’nin ezici çoğunluğunun arzulu desteği ile Meclis’te yapılırken, hazırlanırken, görüşülürken, oylanırken hiçbir olumsuz görüş belirtmemişler.
Söz almamışlar.
Konuşmamışlar.
Yasa onay için Cumhurbaşkanı’na çıkınca “vicdan temizleyicileri” diye ortaya çıkmışlar.

***


Tasarıyı hazırlayanlar AKP’liler.
İtiraz etmeyenler AKP’liler.
Yasalaştıran AKP’liler.
Köşke çıkartan AKP’liler.
Köşkten döndüren AKP’liler.
Topu Erdoğan ortaladı.
Voleyi Gül, çaktı.
Arınç, asis yaptı.
Tamamı “Ofsayta” düşmüş.
Milletvekili Şamil, alkışlıyor
Tam tiyatro!
Oyunun adı: Ah biz eşekler!
Necati Doğru / Sözcü




Aralarındaki hukukun gereği

Başkan Yardımcısı ile görüşmenin saptanan süreyi aşarak iki saat sürmesini Çankaya’daki AKP’li basına şöyle açıkladı:
“Joe Biden ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı iken hukukumuz olduğu için görüşme belirlenen süreyi
aştı.”
Senatör Joe Biden’ın o sıradaki sözü hâlâ belleklerde:
“Türkiye bize muhtaç. Ne dersek yapar!”
Belleklerde Çankaya’dakinin yalanlamaktan kaçındığı bir başka gerçek daha var:
Dışişleri Bakanlığı sırasında Çankaya’dakinin ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell ile imzaladığı bir anlaşma.
Türkiye’nin bağımsızlığına aykırı, örneğin Amerika’dan izin almadan Kuzey Irak’a girmeyeceğimizi taahhüt eden anlaşma!
Çankaya’dakinin Biden ile sohbeti, ABD ile arasındaki “hukukun gereği!”... Elbette saptanan süreyi aşacak..
Cüneyt Arcayürek / Cumhuriyet




ABD’den “savaş” gazı

ABD’nin Türkiye’yi çocuk aldatır gibi aldattığı, ”büyüksün, müthişsin, bölgesel güçsün“ diye gazlayarak Suriye ile İran ile savaşa ittiği ortada.. Rusya da şimdiden tüm gücüyle Suriye’nin yanında olacağını gösterdiğine göre, Ortadoğu’ya istediği şekli vermek için büyük bir savaş çıkarması işten bile değil.
Ruhat Mengi / Vatan




Teklif ’twitter’da E. Altay’dan geldi:
“ABD Başkan Yardımcısı J.Biden’ın soyadını “Baydın” yerine “Baydınartık” şeklinde değiştirmeyi öneriyorum. Baydınartık” go home“!




Kolaysa muhalefet yap

... ‘ileri demokrasi’söylemine rağmen bugün muhalefetin işi hiç kolay değil; çünkü yeşereceği, sesini duyuracağı zemin giderek daralıyor.
Buradan yüzlerce örnek sıralayabiliriz; ama birkaçıyla yetinelim.
Meclis TV’nin yayınlarının sınırlandığı bugünkü Türkiye’de, iktidar partisi yöneticilerinin konuşmalarını baştan sona yayınlayan en az 10 kanal çıkar; ama muhalefetten birinin konuşmasının tamamını yayınlayan yok gibi.
Buna rağmen muhalefetin önemli iddialarının söz konusu olacağı TBMM görüşmeleri, Meclis TV’nin yayında olmadığı saatlere denk getiriliyor.
İki-üçü hariç, gazetelerde de muhalefete yeterince yer ayrıldığı söylenemez.
Devletin yayın organları TRT ve AA ise muhalefete neredeyse kör-sağır.
AA öylesi haberlere imza atmaya başladı ki Sovyet TASS ajansına rakip oldu.
Eğer muhalefetten biri hükümeti eleştirmiş ise onun sözleri, “İleri sürdü”, “İddia etti” diye bitiriliyor, iktidardakilerin ise “Dedi”, “Vurguladı” diye.
Hükümete yakın görünen medyada muhalefetle ilgili haberlerde en küçük objektifliği aramak veya böyle bir beklenti ise zaten gerçekçi değil.
Muhalefetle ilgili araştırmalar ve anketler o partilere hiç sıcak bakmayan isimlerin yönetiminde ve onların hazırladığı sorular üzerinden yapılıyor.
Bu anketler medyada geniş yer bulurken; ‘beceriksiz’, ‘iş bilmeyen’, ‘tutarsız’, ‘oy kaybeden’ temelli yorum sahiplerinin çoğu da yine aynı isimler.


Devlet artık hiç tarafsız değil
İktidarın özellikle CHP üzerindeki mezhep temelli söylemlerini ve bunun medyadaki yankıları artık “Pes” dedirtecek noktayla gelmiş durumda.
Buna rağmen harekete geçen bir tek kamu görevlisine rastlanmadı; ama ana muhalefetin grup başkanvekili hakkında, seçim döneminde sokakta izin almadan konuşma yaptığı için ‘dokunulmazlığı kalksın fezlekesi’ hazırlandı.
Tamam; gösteri yasasına muhalefeti anladık da fezlekedeki, “İktidarı eleştirir nitelikte olduğu tespit edilen konuşma” ibaresine üstelik iki kez hangi polis, hangi savcı, hangi mantıkla yer verir; ne demek ister, hangi mesajı iletir?
Peki o savcı ile polisi geçelim; ya TBMM Başkanlığı “Fezlekede bu cümle ne arıyor” diyerek “Düzeltip yollayın” itirazını
yapamaz mı?
O fezleke bir iktidar temsilcisi için yazılsaydı eminim, ‘milli iradeye yargı darbesi’, ‘vesayetçi anlayış’, ‘Ergenekon uzantıları’ başlıklı çok haber/yazı okurduk; ama haberi bu haliyle duyan kaç kişi oldu emin değilim.
Şükrü Küçükşahin / Hürriyet

Yazarın Diğer Yazıları