Sınırlar ve Negatif Özgürlük Sorunu!
DÜŞÜNCE KULÜBÜ
Zayıf, eli kolu bağlı bir Devlet anlayışı 19. Yüzyıl liberal demokrasinin genel karakteristiğidir. Bu devirde devlete yüklenen belirli görevler vardı: Rekabete, her çeşit özel girişime ve serbest piyasa kurallarına hiçbir şekilde engel olmayacak bir çeşit seyirci mekanizma. Bugün ise tekno-demokrasinin ihtiyacı olan Devlet kuvvetli, topluma ekonomik ve sosyal bir düzen verebilecek yetenekte, üretimi ve mal değişimini, dış pazarlar bulunmasını sağlayabilecek bir Devlet anlayışı yaygındır (M.Duverger;1975;89). Bu anlayış sonuçta özgürlüğünü her türlü otoriteye bu arada devlete karşı sorgulayan bireyin doğmasına neden olmuştur. Bireysel özgürlük kişinin yapıcı ve yaratıcı yeteneklerini gösterebilmesinin temel şartıdır. Özgürlük bireyin saygı görmesinin ötesinde kendi geleceği hakkında karar vermesini de içerir. Özgür birey özgür toplumun ürünüdür. Demokrasiler de özgürlüğün sigortasıdır.
Parça Bütün İlişkisi
ve Yabancılaşma
Devlet, toplum ve birey birbirini tanımlamakta ve tamamlamak kullanılan olgulardır. Bu bakımdan bu üç unsuru birbirinin mutlak karşıtı gibi görmek hem tehlikeli hem de yanlıştır. Devlet, toplum ve birey arasındaki ilişkiler parça ile bütün arasındaki ilişkilere benzetmek mümkündür. Bu ilişkileri unsurların birbirine üstünlük ve egemenlik ilişkileri olarak görmek doğru değildir. Aksine tamamlayıcı, destekleyici ve birbirine meşruiyet kazandıran ilişkilerdir.
Doğa ile insan, bireyle devlet, toplumla birey, devletle toplum arasındaki açıklık insanlığı yabancılaşma ile karşı karşıya getiren en önemli faktörlerden birisidir. Parça, bölüm ya da ayrıntı üzerinde aşırı yoğunlaşma bütünü gözden kaçırır. Sistemin her parçası kendisini öne çıkaran mekanizmaları devreye sokarken onun bütünleyen parçaları da görmezlikten gelmesine neden olur. Aşırı uzmanlaşma bu bölünmenin giderek hızlanacağını göstermektedir. Bölünme artınca yabancılaşma da buna bağlı olarak artarak devam edecektir.
Doğanın ile insanın sınırları ekolojik sorunların kaynağını meydana getirirken, insanla diğer insanların sınırları hukuki ve sosyolojik sorunların kaynağını oluşturur. Ancak insanın sınırları ile siyasi otoritenin sınırları geleceğin dünyasının en önemli sorunları olarak karşımıza çıkacaktır.
Kişinin ve
Devletin Sınırları
Gelecekte mücadele kişinin sınırları ile devletin sınırlarının kesiştiği noktalarda meydana gelecektir. Çünkü günümüzde kişinin özgürlük isteği ile devletin beklentileri arasında büyük farklılıklar vardır. Çatışma da bu farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Kişinin temiz hava, temiz su, temiz toprak, radyasyonsuz çevre ihtiyacına karşı, devletin fabrikalara, nükleer santrallere, çöplüklere ihtiyacı vardır.
Birey daha çok özgürlük, daha fazla katılımcılık, insan haklarına, çevreye ve hukukun üstünlüğüne devletin daha çok riayet etmesini isterken, devlet; özgürlük, katılımcılık, çevre, hukuk ve insan hakları konusunda otoritenin ve düzenin hiçbir surette tehdit edilmesine müsaade etmek istememektedir.
Devlet genel ahlak, genel sağlık, genel güvenlik, toplum yararı ve inançlar konusunda bireyi sınırlandırırken birey özgürlüklerinden geçmişte olduğu gibi tavize yanaşmamaktadır.
Bireyin kendi isteğiyle kendi hayatını sona erdirme hakkı, kendi cinsiyetini değiştirme hakkı, genlerle ilgilenme hakkı istemesine karşın devletin bu konuları etik ve genel yarar gerekçesiyle sınırlandırmak istemesi devletle bireyi felsefi ve kültürel anlamda karşı karşıya getirmektedir.
Afrikalı kadının zorla sünnet edilmesine karşı çıkışı devletine karşı bir başkaldırı olarak kabul edilirken, bu durumun batı devletleri tarafından insan hakları sorunu olarak görülmesi birey ve tebası olduğu devletle arasındaki sorunu evrensel kılmaktadır.
Ancak bütün bunlar çağdaş Devleti, Nietszche’nin “çaldığı dişlerle ısıran hain bir yaratık” ya da Lenin yaptığı gibi “hâkim güçlerin yürütme komitesi” olarak tanımlamayı haklı kılmaz.
Devlet veya bireyin birbiri aleyhine sınırları zorlaması uzun vadede kaos yaratır. Totaliter yönetimler ve anarşist kalkışmalar sınırların aşırı derecede ihlal edilmesinin sonucudur. Doğal olara devlet her anlamda otoritesini geliştirmek ve genişletmek isterken birey de bu durumun özgürlüklerinin kısıtlanması anlamanı geldiğini düşünerek direnecektir. Vilde “bütün otoriteler aynı ölçüde kötüdür” derken Godwin, “Yürekten itaat edeceğim tek bir iktidar var: Kendi aklımın kararı, kendi vicdanımın emrettiği” diye ifade etmektedir. Prodhon ise daha da ileri giderek şöyle der ki: “Her kim beni yönetmek için elini üzerime koyarsa, o bir gaspçı ve bir despottur; onu düşmanım ilan ediyorum”. İşte bu noktada ortak paydada buluşabilmek için düzenleyici mekanizmaların devreye girmesi gerekli olur.
Ölüm orucu bireyin öz yaşamına ilişkin özgürlüğünü negatif bir biçimde kullanması anlamına gelmektedir. Kişilerin en temel hakkı olan “yaşam hakkı” nın ölüm orucuyla ortadan kaldırmaya yönelik bir anlayış karşısında devlet seyirci mi kalmalıdır? Birey anarşist bir söylemle “her türden otoriteye özgürlüklere indirilmiş bir darbe” olarak değerlendirirken dışarıdan kendisini yaşatmak için yapılacak bir müdahaleye sıcak bakması düşünülemez.
Nedeni ne olursa olsun mutlak özgürlük bireyi “anarşist” bir felsefeye götürürken, özgürlükleri şu veya bu nedenle sınırlandırmayı varlık sebebi yapan yönetimi de “totaliter” bir anlayışa ulaştırır.
“Devletin hukuk sınırlarına çekilmesi ve saydamlaşması, özgürlük kavramının çok iyi kurumsallaşmasında yoğunlaşır. Devlet de, birey de hukuka bağlı kalmalıdır. Hukuku; birey hiçe sayarsa anarşi, devlet hiçe sayarsa zorbalık doğar(S.Selçuk:1998;34)”.
Kişinin sınırları ile devletin sınırlarını ya da kişinin sınırları ile toplumun sınırlarını kesinlikle belirlemek de mümkün olmamaktadır. Bu sınırlar “med ve cezir” gibi zaman zaman daralıp genişleyebilmektedir.
Negatif
Özgürlük Sorunu
Özgürlüğün insanlığı kesinlikle daha yukarıya, muhteşem bir aydınlığa götüreceğini söyleyenlerin yanıldığına hükmetmek trajik bur durumdur. Aslında dünyada her şeyin bireyin, toplumun ve bütün insanlığın dünden daha iyiye doğru gittiğini iddia edenlerin bakış acılarına bağlı olarak birçok haklı gerekçeleri olduğu da gerçektir. Yönetimleri ’otokratiklikten demokratikliğe’, teknolojileri ’mekaniklikten elektroniğe’, toplumlar ’cemaatten cemiyete’, değerlerin ’milliden evrenselliğe’doğru bir evrilme içinde olduğu belirli ölçülerde doğrudur. Ancak çoğu zaman ışık gölgesiyle, gerçek görüntüsüyle, mana mazmunu ile öz kabuğuyla birlikte ortaya çıkar.
Bütün değerler karşısında kayıtsız kalarak, geleneksel, dini ve doğal yasalara pozitif hiçbir katkı sağlamayan buna karşılık negatif değerlerlerin özünü büyük bir hassasiyetle savunan negatif özgürlük akımının taraftarlı giderek artmaktadır.
Kitle iletişim araçları toplumların genel/geleneksel yaşamlarına aykırı olarak görülen ve ne kadar negatif olarak nitelendirilen davranış varsa onların pazarlamasını büyük bir başarıyla yapmaktadır. Marjinal kesimlerinin fantezilerini film, tiyatro, roman, haber ve program olarak geniş kitlelere sunanlar reyting/popülerlik uğruna yerleşik değerleri sarsmaktadırlar.
En rezil davranış ve saplantıları, vahşet ihtiva eden görüntüleri ve kaygılara hitap eden sözleri günlerce tekrarlayanlar “negatif özgürlükten” yararlanarak bir çeşit toplumu körleştirme ve uyuşturma sürecine tabi tutmaktadır. Aç gözlülük, sefahat, şiddet, sınır tanımayan bencillik, ahlaki hiçbir norm tanımayan yaklaşımlar, sapkın cinsel fanteziler yeni nesillerde onarılması imkânsız ruhsal kaymalara neden olmaktadır. Binlerce yıldır, bütün dinler ya da bütün toplumlarca yıkıcı ve bozguncu görülen davranışların adeta modern cağda kutsallaştıran bu tür yorumlar toplumların geleceklerini tehdit etmektedir.
Kültürel ve toplumsal değerlerin tahribatı karşısında tarafsız ya da kayıtsız kalmanın şiddet kadar yıkıcı ve öldürücü etkisinin olduğu ortadadır. Olumsuzu olumsuzlaştıran program, yayın ve aktivitenin azlığı da kötü niyetli manipülatörlerin ekmeğine yağ sürmektedir.
Kuşkusuz demokrasi kültürü, insanlara yanlış tercih yapma özgürlüğü de sunmaktadır. Zaten demokrasinin amacı da herhangi bir negatif özgürlüğü yok etmek değil, bu tür özgürlükleri ve düşünceleri oksijensiz bırakmaktır.
Binlerce yıllık uygarlık tarihinin kazanımı olarak ortaya çıkan etik, töresel, geleneksel ve insani değerler adeta bir kenara itilmiş durumdadır. Toplumlara her şeyi yayan ve ulaştıran araçlar anormalliği normalleştirmek, istisnaları kurallaştırmak, marjinallikleri meşrulaştırmak gibi bir fonksiyonu özgürlüklerin negatif boyutunu kullanarak yerine getirmektedir. Havası, suyu, toprağı kirli bir dünyada bir de özgürlüklerin yalnızca negatiflerinin ön plana alınması negatifleşmiş bir yaşantıyı ortaya çıkarmaktadır. Özgürlükleri negatifleşmiş bir yaşantı da üretse üretse nörotik toplumlar yaratır.
Dinlerin, ahlakların ve insan zekâsının binlerce yıldan beri ürettiği değerleri, negatif özgürlükleri sonuna kadar kullanarak hovardaca red eden toplumlar sonuçta kendi yarattığı Frankeştaynlar tarafından yok edilirler. Geçmiş değerler sizi utandırıyor, gelecek kaygı veriyor ise bugün de avucunuzdan bir biçimde kayıp gidecektir.
Nereye Kadar
Negatif Özgürlük?
Herhangi bir rejimin gücü kendine yönelen tehdide gösterdiği müsamaha kadardır. Sansür ve sınırlandırma entelektüellerin yaratıcılık özgürlüğünü daralttığı için karşı olunması gereken bir olgudur. Ancak sansürsüz bir ortamda bu yöndeki özgürlükler sorumluluk bilinci içinde dikkatle kullanılmalıdır.
Bireyler ve toplumlar sahip oldukları özgürlükleri olumlu ve yaratıcı bir anlamda kullanmayı terk etmeleri durumunda bu konudaki kazanımlarını büyük oranda kaybetmek durumuyla karşı karşıya kalırlar. Altmış anayasasının sağladığı özgürlük ortamını anayasayı, rejimi ve devleti ortadan kaldırmak için kullanıldığı için seksen anayasası altmış anayasasından daha az özgürlükçü olarak ortaya çıkmıştır.
Birlik, bütünlük, dayanışma, kardeşlik ve yardımlaşma gibi kavramları lanetleyerek telaffuz edenlerin bölücülük, bozgunculuk, ayrımcılık, farklılık ve başkaldırı kavramlarını dillerinden düşürmemeleri de negatif özgürlüklerin içinde ne denli yok olduklarını göstermektedir. Birey fiziki olarak nasıl ki sırtına “taşıyacağı kadar yük alması mümkün olabilirse, zihinsel olarak da o kadar özgürlük taşıyabiliyor.”
Ötenazi, uyuşturucu kullanımı ve intihar etme negatif özgürlükler arasında sayılabilir. Ancak hukuk suçlulardan, ölülerden ve doğadan daha çok yaşayan insanlar ve onların ilişkilerini düzenler. İnsanların temel haklarının başında da “yaşama hakkı” gelir. Herhalde yaşama hakkının “ötenazi” ya da “intihar etme özgürlüğü” karşısında göreceli bir üstünlüğü olması lazım gelir.
Marjinallerin negatif özgürlüklerini teminat altına almak isterken sistem tümüyle çıkmaza giriyor ve kahır çoğunluğun hakları bundan zarar görüyorsa “negatif özgürlükleri” yeniden yorumlamak gerekecektir. Hiç olmazsa azınlıklara çoğunluğun gösterdiği tahammül kadar, çoğunluğa da azınlıklar aynı tahammülü göstermelidir. Aynı şey negatif ve pozitif özgürlükler için de geçerlidir.