Sincan'da Alan ile baş başa...
Zor zanaattır mahpusluk... Bana göre yatandan çok dışarıda bekleyenlerin yarasını kanatır ayrılık. Mahpus hikayelerini “Acının Tadı”nda ölümsüzleştiren Necdet Sevinç’i bir defa daha rahmetle anarken; kırılmayan, bükülmeyen yanları, cesaret ve şefkat duygularıyla O’nunla kesiştirdiğim Engin Alan ile Sincan F Tipi Cezaevi’ndeki görüşmeme gelmek istiyorum. Lakin devir değiştiği için hapishane görüşmelerinin “ileri demokrasi” de kolayına gerçekleşmediğinin altını çizmeliyim. “Ben geldim görüşeceğim” demek yok. Öncelikle birinci derece yakını olacaksınız. Haftada bir gün kapalı, yani camın ardından telefon ile görüşebilme imkânı büyük nimet. Ayda bir ise açık görüş yani plastik masa ve sandalyede karşılıklı bir saat oturup hasret giderme şansı. Bu şans da herkese açık değil. Aile dışında; idareye önceden belirlenen üç isme ayda bir, belirlenen gün ve saatte izin var. Engin Paşa’mın İstanbul’dan Ankara Sincan’a gelişiyle heyecanlanmıştım. Sık sık görüşe gitme imkânı bulurum diye umutluydum. Pazartesi günü malum Ulusal Kanal’da programımız var. Cuma’da Halk Tv’de. Bu iki çekim günümüzde ziyaret günlerine rastladığı için aylardır bekliyordum. Sağ olsun Kırıkkale eski Valisi ve geçtiğimiz dönem İçel milletvekilliği yapan Behiç Çelik bakanlıktan kendisi ile beraber bana da “özel izin” alarak bir saatlik baş başa görüş imkânı sağladı. Yani istisnai durum... Böyle bir fırsat için milyonların hasretle beklediğinden eminim. Şans bazen bizim gibi fukaralara vuruyor.
Duruşmalar 15 Temmuz’da
Engin Alan fevkaladenin fevkinin de fevkinde. Her şeyden önce sağlığının maşallahı var. Bırakınız emekli korgenerali, gören yüzbaşı zanneder. Günlük dört saatlik spora devam ediyor. Altı saatlik okuma, iki saatlik not alma. Ulusal Kanal, Bengü Türk, BTV ve Halk Tv izleyip, az uyuyor. Silivri’deki gibi kalabalık değil koğuşu. Balyoz Davası’ndan ceza alan emekli albay Erdal Akyazan ile birlikteler. “Babanı Sana Şikâyet Ediyorum” adlı müthiş kitabın yazarı Erdal Ağabey başlı başına bir yazı değil kitap konusudur. Bir buçuk yılda hukuk fakültesinin sonuna geldi. Bitirmeden önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığını ünlü “tebliğnamesi”ni inceleyerek cevabını hazırlıyor. Malumunuz 15 Temmuz’da Yargıtay’da duruşmalar başlıyor. Sanıklar yok. Sadece avukatlar olacak, haberiniz olsun halka açık gerçekleşecek. Silivri’yi izleyemeyenler için büyük şans.
Alan Paşa ile hukukumuz milletvekilliğinden çok öncesine dayanıyor. Ben ısrarla hatırlatıp; üzmek istemesem de damadı Yılmaz Çetin’e, O’nun zümrüt yeşili güzel gözlerine dalıp gidiyorum. İki kız babası Engin Paşa, damat ötesi öz oğlunu mahpustayken kaybetmiş, son yolculuğunda yanında olamamıştı. Yılmaz’ı unutmak mümkün mü? Geride bıraktıklarından ısrarla kaçışımın acısını kimselere söyleyememenin hüznü ile konuyu değiştiriyorum.
-“Komutanım; 28 Şubat Davası’ndan tahliye kararı alınmasından sonra telefonum kilitlendi. Binlerce kişi Sincan Cezaevi’nde sizi karşılamaya kalkıştı” diyerek seyrek gülen adama tebessüm ettiriyorum.
* O baya bir komedi... Ben duruşmada “Sizden tahliye falan beklemiyorum” demiştim. Üstelik dosyadaki iddiaların hiç birinde benimle ilgili tek belge yoktu. O dönem sınırın öbür tarafındaydım... Dağ taş terörist kovalıyoruz. Kaldı ki adı geçen tebliğler, komutanı olduğum Özel Kuvvetlere dağıtılmış da değil. Benim görev alanımın dışında... Maksat farklıydı biliyorsun... “ sözleri ile özetliyor. Yutkunurken boğazındaki adalelerin sağlamlığı dikkatimi çekiyor. Bir gram yağ yok. Saçlarının beyazlığı dışında benden kırk kat daha sağlam ve sağlıklı.
Müyesser Yıldız’ı soruyor... Arslan Bulut’un yazılarını, Bengü Türk’te programa başlayan Selcan Taşçı’ya, Saygı Öztürk ve Emin Çölaşan’a selam söylüyor. “Onun söylediklerini ikinci bir isim zikredemiyor... Olayları, fıkralarla bütünleştirip, izleyiciyi ekrana bağlayan başka biri yok... Sadece ben değil Nihat Genç’i tüm Türkiye seyrediyor... Bu devran döndüğünde bütün televizyonlar kapınızı aşındırır. İyi bir ikili oluşturmuşsunuz. Nihat’tan çok şey öğrenmen lazım... Gözlerinizden öpüyorum” iltifatı mahçup etse de onurumun okşanması hoşuma gidiyor. Aileyi, çocukların okullarına kadar tek tek sorduktan sonra “Yahu hep ben konuşuyorum. Siz dışarıdan geldiniz. Siz anlatın...” talebine Behiç Bey kısa özetle geçiştiriyor. Lakin, içeride bizden çok daha iyi olayları değerlendirişine hayret etmemek mümkün değil. Terör örgütünü yakından tanıyan, taktik ve stratejilerini Engin Paşa kadar bilen ikinci bir isme rastlamadım. “Taviz, tavizi doğurur. PKK asla kazandıklarından geri adım atmaz. Buraya nevruzdan sonra Saygı Öztürk ile Emin Çölaşan gelmişti. Onlara anlattım. Zaman kısa açıp o gün neler söylediğimi hatırla” dedi. 28-29-30-31 Mart tarihlerinde Çölaşan ve Saygı’nın yazılarını Sözcü’den siz de kontrol edin.
(Yarın devam edeceğim)