Simidin evrimi, "saray"ın devrimi...
Çocukluğumun Urfa'sında iki tür simit vardı... Biri üzerine toz şeker serpilen "şekerli kahke", diğeri de susamsız ve gevrek olduğu için "haşhaş kahke."
"Haşhaş" bekleyince kaskatı olur ve yenilmezdi, "şekerli kahke" ise her zaman lüks sayılırdı...
"Şekerli" ile "haşhaş" arasındaki farklılık sadece bir lezzet vurgusu değil, aynı zamanda yoksul çocuklarla varlıklı çocukları birbirinden farklı kılan bir sosyolojik tattan da ibaretti...
Evet; "simit" adı altında Türkiye'nin her köşesinde farklı lezzetler üretilirken, bu vazgeçilmez yiyecek konu olduğunda akla nedense hep İstanbul gelir...
Çünkü "simit" olarak tanımlanan asıl yiyecek başta İstanbul olmak üzere, büyük kentlerde tüketilen ve her dönemin vazgeçilmezi olan nar gibi kızarmış susamlı lezzetin de adıdır..
İşte karnını en ucuza doyurmaya çalışanların tükettiği bir yiyecek olan simit eskiden bastonu andıran sopalara dizilerek de satılırdı...
1950'lerden itibaren simit elde taşınan ya da başta tutulan tablalar üzerinde pazarlandı... Bu görüntüler eski İstanbul fotoğraflarında sıklıkla karşımıza çıktı...
Şehirler büyüyünce, metropoller oluşunca ve talep artınca 1990'lardan itibaren, meydanlarda-vapur iskelelerinde camekanlı el arabalarında simit satılması yaygınlaştı...
Üretim teknolojisi değişse de simidi sopalara geçirerek ya da tepsilerde-tablolarda satanlara halen sıklıkla rastlanıyor...
Türkiye'nin en eski ama en vazgeçilmez bir lezzeti olan simit ne olursa olsun bir yoksul yiyeceği olarak hafızalara kazınsa da, yüzyıllar boyu toplumun her kesiminden insanların en çok tükettiği ürünlerden biri olmaya devam etti...
Tablalardan plazalara...
Pazarlama teknolojisi, kendine yeni ürünler-pazarlar-yöntemler ararken, Anadolu'nun farklı lezzetleri de tüketiciye sunum açısından şaşırtıcı evrimler geçirdi...
İşte bu kapsamda, simidin pazarlamada geçirdiği evrim de çok şaşırtıcı ve tartışmalıdır...
Sopalardan camekanlı el arabalarına uzanan süreç simidi yine vazgeçilmez kılarken, fiyatı üzerinde yaşanan polemikler çoğu zaman iktidar ve muhalefet arasında siyasi çatışmalara da neden oldu... Ve o çatışmalar çoğu kez gazete manşetlerine kadar da uzandı...
Aynı zamanda, son elli yılda, çay-simit üzerinden yapılan enflasyon hesaplarını da kimse unutmadı...
Özellikle 1980'den sonra muhalefet, iktidarı eleştirirken "milleti simide mahkum ettiniz" yaklaşımıyla enflasyon hesabı yaparken, "simide talim etmek" deyimi de bu lezzetli yiyeceği katıksız tüketenler için kullanıldı...
Peki, ülkede herkesin bildiği ve neredeyse herkesin tattığı simit nasıl oldu da son günlerde Türkiye'nin en büyük gündem maddesi haline geldi?..
Çünkü 1.5 liralık simit, yalnızca sopalarda, tablalarda, tepsilerde, lüks camekanlı el arabalarında satılmadı, ne tuhaftır ki "saray"lara bile girdi...
Ne kadar ilginç değil mi; yoksulun en ucuz yiyeceği, adında "saray" da geçen kafeteryalarda baş tacı edilince camekanlı el arabalarıyla şatafatlı binalar arasındaki çatışma da başlayıverdi!!! Hem de iktidarı bile sarsan bir çatışma!..
Peki; simit herkesin özlem duyduğu, zaman zaman kahvaltılarda karnını doyurmak için ısrarla tercih ettiği bir yiyecek olarak yoksulluk vurgusu için de kullanılırken, nasıl oldu da, camekanlı el arabalarından 4-5 katlı kafeteryaların tepesine çıkınca yüz milyonlarca dolarlık bir tartışmanın gerekçesi olabildi?.
Yandaşa can simidi!..
Simidi farklı bir pazarlama yöntemiyle el arabalarından saraylara, tablalardan plazalara çıkartan bir firma ekonomik olarak çıkmaza girince imdadına devletin en büyük bankasının yetişeceği tartışıldı...
Denildi ki, "Simit Sarayı'na talip olan Ziraat Bankası, 500 milyon doları gözden çıkardı!!!"
İktidar tank palet fabrikasını kurtarmak için 50 milyon dolar bulamazken (!), tarım sektöründe üreticiyi desteklemesi gereken bir bankanın can simidi olarak kullanılacağı iddiası infial yarattı...
Yani, neredeyse en ucuz yiyecekten en pahalı siyasi kavga çıkacaktı...
Simit Sarayı sahibinin "devletten aldığı teşvikle kendine özel uçak aldığı" iddiaları ortalıkta dolaşırken, Türkiye'nin en büyük bankasının bu ülkenin yüzyıllardır en ucuz gıda maddesi olan simidi kurtarmak (!) için seferber edileceği iddiası sosyal medyada da alay konusu oldu...
Devlet bankalarının medya patronu yaratmasından sonra can simidi operasyonlarına kadar düşürüleceği iddiası bile hiç kuşkusuz son yılların en büyük siyasi skandalı olmaya adaydı...
Üstelik AKP'li belediyelerin seyyar simitçilerin el arabalarını yerlere savurduğu bir dönemde, devletin bir simitçiyi kurtarmak için 500 milyon dolar gibi devasa bir bütçeyi seferber etmeye kalkışmasına kimse tahammül edemezdi...
Çünkü zabıta üzerinden seyyar satıcıya ceza yazarak gücünü korumaya çalışan devlet, saraycı yandaşa kredi açarak itibarını yerle bir ederdi!..
Gelelim son noktaya; Ziraat Girişim Sermayesi Yatırım Ortaklığı, Simit Sarayı'nın yüzde 51 hissesini devralmak için Rekabet Kurulu'na yaptığı başvuruyu yoğun tepkiler üzerine geri çekmek zorunda kaldı...
Kuşkunuz olmasın, sosyal medyadaki infial olmasaydı Ziraat Bankası simitçiliğe başlayacaktı...
Velhasıl böyle bir durumda simidin adı da, tadı da, itibarı da sırtından vurulacaktı!..