Şimdi kim özür dileyecek?
Türkiye’nin vetosunu kaldırması karşılığında Rasmussen’in İslâm dünyasından özür dileyeceği garantisi verilmişti ama öyle olmadı aksine, yeni NATO sekreteri, İslâm Peygamberi hakkında ülkesinde çizilen o çirkin karikatürleri, İstanbul’da, bütün dünyanın ve İslâm âleminin gözünün içine baka baka, “fikir özgürlüğü” kapsamında değerlendirdi ve sadece, “Ben bütün peygamberlere saygılıyım” dedi, o kadar.
Yok bir de “saygısızım” diyecektin öyle mi?
Şu bir gerçek ki bir İslâm düşmanı ve PKK dostu, NATO Genel Sekreteri olmuştur.
Allah akıbetimizi hayreylesin.
Neyse..
Biz dün İstanbul’da gerçekleştirilen Medeniyetler İttifakı toplantısında yaşanan bir başka talihsizlikten, sayın Başbakan’ın yaptığı konuşmanın “düğüm” kısmından söz edeceğiz.
Toplantının açılış konuşmasını yapan Başbakan Erdoğan, sözlerini, toplantının ruhuna uygun olarak, “Mevlana diyor ki” dedikten sonra, “Gel, gel, yine gel, yine gel” diye başlayah meşhur rubaiyi okudu. Sakın ola ki, bunda ne var demeyiniz?
Bunda ne olup ne olmadığının önemini vurgulayabilmek için Haber 7 yazarlarından Prof. Dr. Osman Özsoy’un geçtiğimiz yıl kaleme aldığı bir yazısından küçük bir bölüm aktarmanın yerinde olacağı kanaatindeyiz.
“Yıl 1976
Suudi Arabistan’ın Cidde kentinde deniz suyunu tatlı suya çeviren bir tesisin açılışı yapılmaktadır.Türkiye’nin o tarihteki Suudi Arabistan Büyükelçisi Necdet Özmen de tesisin açılış törenlerine katılanlar arasındadır.
Türk Büyükelçisi Necdet Özmen konuşması sırasında; “Bu ilk tuzdan arıtma tesisi..” ifadesini kullanır kullanmaz, Fransız Büyükelçisi oturduğu yerden ayağa kalkarak seslenir. No sör, der. Bu ilk tuzdan arıtma tesisi değildir. Öyle mi, der bizim büyükelçi. Hemen ardından da, ilk hangisidir diye sorar. İlki Osmanlıların yaptığıdır, der Fransız elçi. Şaşırır, Türk büyükelçisinin kendi ecdadının yaptığı işlerin farkında olmamasına.
Fransız Büyükelçi daha sonra Necdet Bey’e okusun aydınlansın diye bir kitap hediye eder. Kitabın adı ‘Bir Arap Kentinin Portresi: Cidde’ başlığını taşımaktadır.
Kitapta Osmanlıların Cidde’de yaptığı ilk denizden tatlı su arıtma tesisine ait resim yer almakta ve resmin altında şu satırlara yer verilmektedir:
“Modern deniz suyu arıtma tesislerinin öncüsü olan bu kondansatör Türkler tarafından yapılmış olup, onlarca yıl Cidde’ye mütevazi miktarda içme suyu sağlamıştır. Bu tesis 1940’lara kadar faaliyette kalmış, Fatıma Vadisinden getirilen su Cidde’ye ulaştığında sökülerek kaldırılmıştır.”
İşte bizim devlet ve siyaset adamlarımız kendine ait olanın böylesine farkında değil. Nitekim sayın Başbakan’ın toplantının bitiş kısmında okuduğu rubai de, yaygın bilinenin aksine, Mevlana’ya ait bir rubai değil. Prof. Dr. İlber Ortaylı o Rubai’nin Mevlana’dan önce yaşamış bir başka mutasavvıf Ebu Said Ebu’l Hayr’a ait olduğunu Haber Türk televizyonunda söyledi.
Daha önce başkaları da defalarca dile getirmiş, hatta biz bile bir köşe yazısında konuyu değerlendirmiştik. İnanınız Avrupalılar Mevlâna’yı bizden çok daha iyi tanıyorlar. O toplantıda olanlardan biri çıkıp, “Sayın Başbakan, o sözler, evet, Mevlana felsefesinin ruhuna uygun amma, Mevlana’ya ait değil” deseydi, ne kadar utanırdık değil mi? Ama sayın Erdoğan kimseye bir şey sorma ihtiyacı hissetmiyor.
Seçim meydanlarında hep, “Ziya Paşa’nın dediği gibi: ‘Eşek ölür kalır semeri/İnsan ölür kalır eseri’” diye esip gürledi, kendisi defalarca, o söz Ziya Paşa’nın değil, Mehmet Akif’indir ve aslı, “Ölen bir eşek midir ondan geriye kalır semeri/ Ölen bir insan mıdır ondan geriye kalır eseri” diye, uyarılmasına rağmen.
Rasmussen Müslümanlardan özür dilemedi.
Belki Roj Tv de yerinde duracak.
Amma sayın Başbakan’ın önce Ebu Said Ebu’l Hayr ve Mevla’na sonra da Ziya Paşa ve Akif’ten özür dilemesi gerekecek..
Muhtemel ki sayın Başbakan da özür dilemeyecek.