Silivri'de neler oluyor?
Kimilerine göre “Asrın Davası” kimilerine göre ise “Kürt Açılımı” için yapılması zorunlu olan operasyonun adı. Silivri’de dün yeniden başlayan duruşma bundan önce olduğu gibi, bundan sonra da tartışılacak. İddianame ekleriyle beraber milyonlarca sayfayı aştı. Usul açısından bütün bunların okunulması, savunulması, sorgulanıp karara bağlanması en iyimser tahminlerle 10 yılı geçeceği belirtiliyor. Sonucu ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyeti tarihten geçecek olan bu dava ile ilgili ilginç iddialarla beraber, üzücü detaylar var.
Bir taraftan demokratik açılım ile bireysel özgürlüklerin sınırsızlığından bahsedilirken, diğer taraftan Ebu Garip cezaevinde bile rastlanmayan utanç verici iddialar gündemde.
Geçtiğimiz hafta hayırlı bir proje için Trakya’daydım. İstanbul Trakya seferlerim sırasında yolu Silivri’ye düşen ziyaretçi ve avukatlarla sohbetlerim oldu. Dikkatimi çeken en önemli husus, Silivri’de kadın mahkûmlar için koğuş olmamasına rağmen, halen niçin içeride tutulduğu kesinlik kazanmayan Sevgi Erenerol’un erkek tutukluların bulunduğu blokta tecrit edilmiş vaziyette tutulması. Erenerol, defalarca yetkililere dilekçe vererek, “Irz ve namusunun tehlikede” olduğunu belirtip, naklini istemesine rağmen, herhangi bir yaptırım yok. Düşünebiliyor musunuz, sağındaki ve solundaki hücrelerde erkek mahkûmlar var. Tuvalet banyo gibi insani ihtiyaçlar için bile önce koridor boşaltılıyor, sonra kapılar açılıyor. Erkek mahkûmlar arasından yürüyüp, koridorun sonundaki banyoya gidiyorsunuz. Yasanın verdiği telefon ile görüşme hakkınızı da aynı yöntemle gerçekleştirmek durumundasınız. Böylesi bir ortamda insanın bırakın kendini güvende hissetmesi, psikolojik dengesini koruyabilmesi mümkün mü?
Sevgi Erenerol’un gözaltına alınması konusu zaten çetrefilli. Yunanistan Başbakanı Karamanlis’in Türkiye’yi ziyaretine karşılık bir jest yapılarak tutuklandığı iddiaları hiç de göz ardı edilemez. Yunanistan’ın emellerine karşı bizzat Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurdurulan Türk Ortodoks Kilisesi’ne yine Atatürk tarafından tahsis edilen mal varlıklarına ve banka hesaplarına da el konmuş durumda. Bu arada Yunanlı papazlar Gagavuz bölgesinde cirit atıyor. İstanbul’da değeri milyonlarca doları geçen gayrimenkuller Türk Ortodoks Kilisesi Vakfına Atatürk tarafından verilmesine rağmen bunların büyük bir bölümünün azınlık vakıflarına tahsis edildiği iddiaları gerçekten ürkütücü. Bütün bunların en kısa zamanda yetkililerce kamuoyuna açıklanması kaçınılmaz olmuştur.
Silivri’de sadece Sevgi Erenerol yok. 27-28 aydır tutuklu olan öylesine kişiler var ki. Her biri bu süreçte hukukçu olmuş bile. Duruşmalarda geçen bir diyalog kafama takıldı. Mahkeme başkanına elindeki TCK kitabı ve ilgili maddeleri hatırlatan tutuklu, “27 aydır buradayım niçin tutuklu olduğum belli değil, benim ile ilgili ifade verenler iddialarını heyet önünde geri çekti. Ama tutukluluğum devam ediyor. Çeşitli uzatmalarla ikişer yıl daha tutarsınız. Ama on yıl sonra ne yapacaksınız” diyor, ne yazık ki bu sorunun cevabını alamıyor.
Tıbbi raporlara göre içeride bir gün bile tutulamayacak bazı isimlerin içler acısı durumlu bir müddet daha Türkiye’nin başını dünya kamuoyunda ağrıtacak. Tutuklu ve yakınları yanında savunma avukatlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmekten başka çareleri kalmadı. Hal böyle iken Silivri’dekiler neredeyse İmralı’dan daha tehlikeli gösteriliyor. Bu bile insanın canını sıkmaya yeterli değil mi?
Başındaki AKP’ye transfer olan eski tüfek solcu, her daim açılımcı, Prof. Dr. Zafer Üskül’ün TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun Silivri ile ilgili raporu da henüz ortada yok. Komisyon üyesi milletvekilleri siyasal çekişmeleri bir kenara bırakıp asli görevlerini daha fazla geç kalmadan yerine getirmesi şarttır. Bakalım duruşmalar devam ederken daha neler öğreneceğiz? Kim bilir belki de yeni dalgalara tanık olacağız. Ama en önemlisi vicdanımız kanıyor. Güven katsayımız giderek eksiliyor.