Şikayete hacet kalmadı
Naip Hakim Hüsnü Çalmuk tarafından hazırlanan ve Genelkurmay Başkanlığı’nda “ele geçirilen (!)” hard disklerin “bir kısmının” (600 bin dökümanın şifreli olduğu belirtiliyor) çözümünü içeren raporun 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulduğu tarih 12 Aralık 2012.
Zaman ve Habertürk’te “haber kılığına sokulmuş iftira” biçiminde yayın tarihi ise 18 Aralık 2012.
Bu tür belgelere -hele de hedef göstermeye yarayacak malzeme içeriyorsa- erişim hızı mahkemeden fersah fersah önde olan, “gözaltı”ları operasyonu yürüten polislerden, “tutuklama”ları “tutuklama kararını veren hakimler” den önce ilan eden müneccim şerbeti içmiş medyamız 6 koca gün gecikti mi yani?
Sanmam.
O 6 gün içinde yazıp çizdiklerini düşününce, tek şey geliyor insanın aklına:
Bu süreyi topluma “yapmışlardır” dedirtebilmek için mi kullandılar? Zemin mi hazırladılar?
Neler yazmışlar hatırlatıp takdirini size bırakayım...
***
Ekrem Dumanlı’ya göre “27 Mayıs’ı davet eden, Yassıada yargılamalarında adalet tecelli ediyor diye alkışlayan 28 Şubat’ta askerle elele ’postmodern darbe’tezgâhlayan medyanın genetiğinin değişmediği görülüyor”du. “Medyanın bir bölümü, hâlâ derin vesayetin sürmesini arzu ediyor ve ilk fırsatta şuur altı boşalmasıyla eski yandaşlarını aklayıp paklıyor”du.
Lamı cimi yoktu, adını koydu:
“Ergenekon medyası” suçlamasını bertaraf etmek zorlaşıyor; çünkü şu anki manzara o suçlamayı teyit ediyor...” (17 Aralık 2012, Zaman)
Aynı gün Adem Yavuz Arslan Bugün’deki köşesinde sandıktan Hürriyet’in “411 el kaosa kalktı” manşetini çıkarttı.
Ali Bayramoğlu ne garip bir tesadüf ki tam da bir grup gazeteciyi, “2007 yılında darbe işbirlikçiliği” yapmakla yaftalamak üzere “çarpıtma” yapıldığı gün, 2007’yi ” Dink ve misyoner cinayetleri, cumhuriyet mitingleri, askeri muhtıra, 367 krizi, zorunlu erken seçimler, iktidar partisine yönelik kapatma davası”yla özdeşleştirdi. Bayramoğlu’nun “demokrat” kategorizasyonu şöyleydi:
“Ertuğrul Özkök ve Ahmet Altan..
Biri 2007’yi temsil ediyor diğeri sonrasını..
Biri Ergenekon’a yandaşlığı diğeri karşıtlığı..
Unutmayın ve esası gözden kaçırmayın...”
Ve Özkök, tesadüfe bakın ki(!), Çalmuk raporunu eğip bükerek hazırlanan “kullanılacak gazeteciler listesi”ndeydi.
Ya muhteşem zamanlama! Ya da hepsi oya gibi işlenmiş bir planın parçası!
***
Bu minik hatırlatmadan sonra gelelim meslektaşlarına giyotin tezgahı kuran “gazetecilik” kafasına!
Zaman ve yönetimi kendini payını ilerleyen satırlarda okuyacağınız Bektaşi fıkrasından alır. Habertürk’ün başındaki Fatih Altaylı’ya ne demeli? Meslek hayatının büyük bölümünü “MİT ajanı” yaftasıyla boğuşarak geçirmiş biri nasıl olur da meslektaşları hakkındaki “kara propaganda”ya bu kadar kolay alet eder gazetesini?
***
Ve işin Aziz Nesin’e rahmet okutacak ayağı:
Hadi diyelim...
Ertuğrul Özkök bu iktidar “tavşan kardeş soykırımı”na kalkışır korkusuyla, can havliyle sarıldı TSK’ya!
Diyelim İsmet Berkan hanidir garip boyutlarla trans halinde ya, AB ağızlarının hikaye olduğunu, “liberaller”in kullanılıp atılacağını öngördü de o yüzden aralarına Darwin girdiğinden beri kendisini “Primat” ilan edenlerle aynı davaya baş koyabildi!
Diyelim, her darbeden payına “işsizlik” düşen Melih Aşık hafızasını kaybetti!
Diyelim “adrenalin”di Ayşe Arman’ın tek derdi!
Ya Fuat Bol?
Sahte isimlerle bilgi notu gönderdiği iddia edilenler akıllarını peynir ekmekle mi yedi?
AKP’nin kapatılması istemiyle hazırlanan iddianamenin Anayasa Mahkemesi’ne verildiği tarih 14 Mart 2008.
Bol o tarihte AKP İstanbul milletvekili!
Yoksa... Yoksa... O bir köstebek mi!
Bol’u aradım. Benden duydu başına gelenleri(!) Tepkileri sırasıyla şöyleydi:
Şoka girdi.
“Neler dönüyor böyle” dedi.
Sustu. Durdu.
Düşündü.
Anlam veremedi.
Güldü.
Gülmesi kahkahaya döndü.
“Hayret bir şey” dedi.
Raporu ve gazetelerde çıkan haberleri okumak için izin istedi.
Kamyon frenleri patlamış gibi gidince çamurun kapsama alanı da genişliyor haliyle. Yeniçağ oldu sıçradığı yerlerden biri de.
Raporun değil ama raporun arkasına sığınan “en Müslüman, en demokrat, en hakkaniyetli” yayın organının hedef gösterdiği isimlerden biri de Yeniçağ Genel Yayın Yönetmeni Hayri Köklü’ydü. Rapordan “yalan haber” üretilmesi konusundaki değerlendirmesini sordum. Aynı karalamaya maruz kalan Hürriyet yazarı Mehmet Y. Yılmaz ve Yeniçağ yazarı Arslan Bulut’un söylenmesi gereken her şeyi söylediğini belirtmekle yetindi.
Keza Köklü de Yılmaz’la aynı durumdaydı. Nasıl Yılmaz’ın Hürriyet’te olduğu yıllarda bilgi notlarının “Milliyet” uzantılı ve hiç sahip olmadığı bir hesaba yollandığı iddia ediliyorsa, Köklü’yle de, daha Yeniçağ Genel Yayın Yönetmenliği’ne geldiği günlerde, gazetenin kurumsal e-postasını takibi yeterli görüp, şahsi uzantılı hesap kullanmak istemediği için kapattırdığı “ölü” bir adresten iletişim kurulduğu iddia ediliyordu!
Raporda Köklü’nün kullandığı iddia edilen “hayrikoklu@yenicaggazetesi.com.tr” adresi yoktu! Tarihe gömüleli yıllar olmuştu!
Anlayacağınız sanal postacı Hayri Köklü’nün kapısını çalmışsa bile geri dönmüş olmalıydı ve “teknoloji”nin hangi imkanını seferber ederseniz edin Köklü’nün kapısının çalınmış olduğundan haberdar olmasına da bu yüzden imkan yoktu!
Sahte isim ve adreslerden, çoktaaan “bilişim mezarlığına” defnedilen bir hesaba yollandığı iddia edilen bilgiler(!) söz konusu yani...
***
Peki ya raporun haberleştirilme biçimi?
Bu “çarpıtma”nın dini, imanı kimselere bırakmayanlar tarafından yapılıyor oluşu için ne diyordu?
Köklü’nün cevabı “Ben bir Bektaşi fıkrası anlatayım” oldu:
“Bektaşinin oturduğu mahallenin müezzini vefat etmiş. Yerine, pek cahil ve acemi bir müezzin gelmiş.
Yeni müezzin ezan okurken, sarığının içinden bir kağıt çıkarırmış. Ona baka baka ezan okumaya başlarmış.
Bektaşi, cehaletin bu derecesini hazmedememiş. Komşulardan bir ikisine söylemişse de, meseleye kimse alaka göstermemiş. Nihayet Bektaşi, gidip Kadıya şikayete karar vermiş.
Bektaşi, mahkemeye gitmiş. Önünü kavuşturarak Kadının odasına girmiş:
- Esselâmü aleyküm!..
Diye selam vermiş.
Kadı, hemen elini koynuna daldırmış. Bir kağıt çıkarmış. Derhal gözlüğünü gözüne takmış. Kağıda bakarak:
- Ve aleykümüsselâââm!..
Deyince, Bektaşi fena halde afallamış. Fakat çarçabuk kendisini toparlamış:
- Bir şikayetim vardı amma Kadı efendi... Sizin kağıda bakmadan selama mukabele edemediğinizi görünce, artık o şikayetten vazgeçtim.
Deyip dışarı çıkmaya mecbur kalmış.”
Not: Raporda adı geçen gazetecilerden Nuri Elibol savunmasını “Benim Ergenekoncular’ı desteklemem kendimi inkâr olur” biçiminde yaptığına göre hâlâ kavrayamamış: Onlar da sizin gibi “Ergenekoncu” oldu!