Sıkar, Yıkar, Tıkar...
Ne sıkar? Önce onu diyelim ki, yüklemin öznesinin silueti çıksın ortaya... Gaz sıkar, palavra sıkar, can sıkar... Gazda aşırı, palavrada abartılı; kenedir cana geçmede.
Ne yıkar? Değer yıkar, bina yıkar, gönül yıkar,... Hangi değerler? Cumhuriyete, Türklüğe, Türkçülüğe, Kemalizm’e ait değerler... Hangi binalar? Dönüştürülecek olanlar. Neye dönüştürülecek olanlar? Ranta tabii ki... Öyle bir yıkım ki, dava açmak var, yürütmeyi durdurma yok. Yıkılmışın davası görülecek, görülmekte yani. Ve gönül... Gönül adamlığına talip olduklarını diyerek yükseldi geldiler; o gönülden öyle bir gön çıkardılar ki, homoekonomikus oldular.
Ne tıkar? Yurtsever tıkar. Örgütler icat eder ki, kırk benzemezli. Kanıtlar dijital kanırtmalı, bühtanla dolu.
Bu sıkma, yıkma ve tıkmaların panzehiri ne peki? Onu da diyelim dilimiz döndüğünce.
Ümük sıkacaksın, diktatör yıkacaksın, çanına ot tıkacaksın.
Fakat kim yapacak bunu, Gökalp’in çizdiği tablo var sanki önümüzde:
Yayların kirişi urgana dönmüş,
Şâhin, yuvasında doğana dönmüş,
Türk yurdu soyulmuş soğana dönmüş,
Kılıç satır olmuş, takan nerede?
Gideyim, arayım : Kalkan nerede?...
Osmaniye fıstığı kurutan Alpler
Gökalp’in “Nerede?” sorularıyla devam edelim:
Soy atlar küçülmüş, olmuş kurada,
Alpler kız ardında birer hovarda
Sancağı unuttuk hangi diyarda,
Altın otağ, altın kazan nerede?
Gideyim, arayım : Yazan nerede?...
Ben aradım Gökalp’im, Altın Otağ, Altın Kazan, yer yarılmış içine girmiş... Soy atları bırak, soyadlar bile tehlikede artık... Ve bugünün Alplerine, Hakan sanında bir kadirbilmez “Osmaniye fıstığı” kurutturmakta dava adına... Bu fıstıkla “fıstık gibi hayatları” olacakmış... Kurutanların “fıstık algılaması” ise, itaat kültürünce... Sağgörü yok, insanın en güzel hali olan isyan halini hiç yaşamamışlar, yaşayacakları da yok. Ve her şey de, herkes de ona göre; senin o geçmişte dediklerin gibiler tam da:
Tiginler köy beyi, ağalar çoban,
Adsız’lar yalancı birer kahraman,
İçinde görmedim maksadı duyan,
Yasanın emrine uyan nerede?
Gideyim, arayım: Duyan nerede?...
Sarıklar altında harici söylem
Mehmet Akif’in “Asrın idrakine söyletmeliyiz İslam’ı” özdeyişine tamamen aykırı olarak “İslam’ı asrımızın rengine değil de, asrımızı İslam’ın rengine sokacağız” demek, diyenlere arka çıkmak...
Haricice, İhvan’ca, resmi sarıklar altında... İkiyüzlüce, utanmazca, fütursuzca...
Silivri’de adalet rafa kalktığında, katır tepmiş gibi ağzını açamamak, Gezi Olaylarında zulüm arşa çıktığında “anarşist” yaftası yapıştırmaya kalkışmak, amma sıra Adeviye’ye, Suriye’ye geldiğinde kürsü bülbülü kesilmek...
Peki kim karşı çıkacak bu dinden geçinenlere?
Öncelikle Türk Milliyetçileri, Türkçüler, Atatürkçüler... Onlar neredeler? Kimisi caminin yolunu bilmez, kimisi bu denilenleri İslam sanır, Sarıklı’ya aykırı söylemeyi, din’e aykırılık sanır ya da nabza göre şerbet vermeyi siyaset sanır.
Böyle böyle altı oyulur Cumhuriyet’in...
Çöker bir gün çöker, sesler geliyor zaten, çökerse altında siz kalacaksınız...