Şiir-Sözcük İlişkisi ve Dar Ayak
13SAYFA
YAZARLAR
**
Şiirin maddi unsurudur sözcük. Sözcüksüz şiir yazılamaz. "Maddi unsur" dedik, peki bir de "manevi unsur" mu var? Evet var. Şair alır sözcükleri imgelemine taşır, mecaz, eğretileme, simge ve benzetmelerle tepkimeye sokar, çağrışımlar yaptırtır başka sözcüklerle, imge ögesi olarak baştan yaratır böylece.
Ahmet Hamdi Tanpınar "Şair, kelimeleri sözlüğe bakir olarak iade eden kişidir" der. Şair Ahmet Telli de bu koşutlukta bir saptama yapar: "Sözcükler sözlüklerde masumdurlar, onları şairler yoldan çıkarırlar."
Öyledir evet, yukarıdaki işlemlerden sonra, o sözcük bir başka sözcük doğurmuştur. Şairin, sözlükteki anlam ve içeriğine ihtiyacı yoktur artık, iade eder sahibine.
Peki sözcük ne? Söz ne? Mecaz, imge, eğretileme, metafor ne? Bunlar çoğu kez birbirine karıştırılmakta. Bunlar hakkında da en azından kısa tanımlar verelim:
Sözcük: Bir varlığı, bir anlamı gösteren ses ya da ses birliği.
Söz: Bir amacı anlatan anlam, bir anlamı ortaya döken söylem... Bir tek sözcük de söz olabilir...
İmge: Şiirde anlatılmak isteneni daha canlı, daha çarpıcı, daha duyumsanabilir biçimde anlatabilmek için, onunla başka olgu ve algılar arasında bağlantılar kurularak oluşturulan yeni biçim (imaj, hayal). Kullanılan sözcükler imge durumuna dönüşürse söz olur. Divan şiirindeki gül ve bülbül gibi mazmunlar, kalıp imgelerdir.
Mecaz: Gerçek anlamı ile kullanılmayıp bir benzerlik ve ilgiye dayanarak başka bir anlamda kullanılan sözcük. Mecaz, benzetme ve eğretilemeler yoluyla olur genellikle.
Eğretileme (İstiare): Benzetme amacı güdülerek, sözün başka bir söz yerine kullanılmasıdır. ("Babam kükrer işte o zaman..." dediğimizde, babanın tepkisinin sertliğini ve ses tonunun kontrolsüzlüğünü ifade etmiş oluruz, bu bir eğretilemedir).
Metafor kavramının durumu ise biraz karışıktır, imge yerine de kullanan var, mecaz yerine de, eğretileme yerine de...
Sözcük ve şiir ilişkisine dönelim yeniden. "Şiir, sözcüklerin dinidir" der Mallerme. Sözcükler iman ediyorlardır, tâbi oluyorlardır şiire, anlamında anlamak gerek bu sözü. Ahmet Haşim, işi din'e kadar götürmüyor, "Şiir sözcüklerin şarkısıdır" diyerek. Şarkı mı, din mi, şiire sormak gerek. Sorunuz, sorabilirsiniz.
Büyük şairimiz Fazıl Hüsnü Dağlarca, doğanın memeleri saydığı sözcüklerin yaşamasının bizimkilerden büyük olduğunu söyler; sözcükler doğayı da, bizleri de değiştirmek istemektedirler ona göre. Sözcüklerin sütleriyle emzirdiği şiirleriyle; dil bilgisini, bilgi diline dönüştürür Dağlarca. Şiir, öykü, roman gibi edebi yapıtları sözcüklerin kendi aralarında sevişmeleri olarak betimler.
"Sözcüklerle evrenler yaratırlar şairler" diyerek bağlayalım biz de sözü...
Dar Ayak'tan koşma
"Dar Ayak" uygulaması vardır âşıklık geleneğimizde. Atışmalarda âşıklar, birbirlerini zora sokmak için "dar ayağa" dökerlerdi işi. Bu dar ayak işine biz de giriştik. İşte böyle:
"Çektiğim sevdanın tuzu, biberi/Tuz'da, tez'de, toz'da, tiz'de ma'nâ var./Sözcükle oynarız öteden beri
Söz'de, saz'da, sez'de, siz'de ma'nâ var
Gaz maddenin üç hâlinden biridir/Göz insanın kaç hâlinden biridir/Giz içimin suç hâlinden biridir
Gez'de, göz'de, gaz'da, giz'de ma'nâ var
Uzun yorumların özetiyim ben/Aşkın acıların lezzetiyim ben/Düşünce yurdunun gurbetiyim ben/
Yor'da, yer'da, yır'da, yâr'da ma'nâ var"