Sıfır sorun yahut savaş
Soğuk savaş sonrası özelde Orta Doğu ve Afrika genelde ise küresel dünya yeniden dizayn ediliyor. Küresel güçler, küresel sistemin “ozon deliği” olan bölge bırakmamaya kararlıdır. Bu bağlamda küresel güçlerin bölgeleri dizayn etmekte kullandığı araçlar da modernizm, liberalizm, demokrasi ve serbest piyasa ekonomisidir.
Küresel güçler yalnızca coğrafyaları değil inançları da dizayn etme gerekliliğini duymuşlardır. Bu bağlamda “medeniyetler arası çatışma” dan söz edenler bunu süreç içerisinde “medeniyet içi çatışmalara” dönüştürmüşlerdir. Çatışmanın özde “İslam medeniyetinin içinde olduğu” iddiaları yoğun bir biçimde dile getirilmiştir. Bu nedenle İslam’ı “ıslah” etmenin veya “ılımlı” hale getirmenin zorunlu olduğundan Pentagon stratejistleri sıkça söz etmektedir. Bu stratejistlere göre “İslam dini yapısal olarak teröre uygun bir dindir”. ABD ve müttefikleri, İslam dininin yapısal olarak teröre uygun (!) bir din olmaktan çıkarılıp, demokrasiye, liberalizme ve modernizme uygun hale getirilmesini terörü önlemenin temel şartı olarak görmektedirler.
Küresel trendi bu temel çerçeveye oturttuktan sonra bölgedeki gelişmeleri anlamlandırmak çok daha kolay hale gelecektir. Bu çerçevede Tunus’tan Mısır’a, Libya’dan Suriye’ye uzanan ve “Arap Baharı” denilen olayların nedeni budur. Daha açıkçası bölgedeki değişmelerin amacı bölgeyi ABD/AB/İsrail ve Batının ihtiyaçlarına uygun hale getirmektir. Konu demokrasi değildir. Suriye’de yaşananlar da değildir. Zira demokrasi açısından Suriye neyse Suudi Arabistan ya da Ürdün de odur.
Orta Doğu’da Şii (İran, Suriye, Hizbullah, Hamas) ve Sünni (Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır, Körfez Ülkeleri, Filistin, Ürdün) ülkeler cepheleşerek birbirlerine karşı net tavırlar almıştır. İran’ın abartılan nükleer gücü Sünni bloku tedirgin ediyor. ABD/İsrail ve müttefikleri, Şii ittifakının en zayıf ülkesi olan Suriye’ye var gücüyle yükleniyor. Suriye’de Esad rejimi çökerse bu durum Hizbullah-Hamas ilişkisini de koparacaktır. Zorunlu sonuç İran’ın mezhep hinterlandından kopması ve müdahale edilir ülke haline gelmesidir. Bu durum da Sünni bloka derin bir nefes aldıracak ve İsrail de söylemeye bile gerek yoktur ki bu durumda fena halde bayram yapacaktır.
Suriye’ye müdahale için düğmeye basılmıştır. Arap Birliği “Suriye’ye müdahale planı” nı devreye sokmuştur. (Karara Ürdün ve Suriye uymayacağını açıklamıştır) Fransa, Suriye toprakları içinde insani yardım koridorları açılması için ilgili ülkelerle temas halindedir. Suriye yönetimi ile halkını karşı karşıya getirecek yöntemler Batılı ülkeler tarafında ustalıkla devreye sokulmuştur. Böylece devâsâ kitleler, aynen Mısır ve Libya’da olduğu gibi Esad yönetiminin karşısına çıkarılacaktır.
Arap Birliği kararından hemen sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Suriye’de bugüne kadar yaşananları “insanlığa karşı suç” sınıfına soktu. Bunun sonuçları da bellidir. Fransa, Suriye konusunda atılacak adımlar için de AB dışişleri bakanları toplantısına Türkiye’nin de katılmasını istedi.
Tarafların aldığı yeni pozisyonlar ise Türkiye açısından kaygı vericidir: İran Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacizade, “İran’a karşı olası saldırıda ilk önce Türkiye’deki NATO füze kalkanı sistemlerini vuracağız ve daha sonra diğer hedeflere yöneleceğiz” açıklamasını yapmıştır. Rusya Devlet Başkanı Medvedev, Türkiye’de konuşlandırılmasına karar verilen Füze Kalkanı’na büyük tepki göstermiştir. Medvedev, füze kalkanı konusunda Rusya’nın endişelerinin de göz önüne alınmasını istediklerini belirterek, aksi takdirde konuşlandırılacak füzelerin buraları hedefleyeceğini söylemiştir.
Rusya, Türkiye’yi tehditle de yetinmemiş, üç savaş gemisini Suriye karasularına göndermiştir. Türkiye’nin tavrı karşısında Suriye 1500 km menzilli Scud ve Sam füzelerini de Türkiye’ye yönlendirmiştir.
“Komşularla sıfır sorun” denilen politika herhalde böyle bir şey olmalı!