Sıcak para ulusal politikaları zorunlu kılıyor

Küreselleşme sürecini kısa vadeli yabancı sermaye başlattı... Spekülatif fonlar 1990’lı yıllardan başlayarak bu çerçevede etkin propaganda yaptı. Dünyayı bağladı. Küreselleşme tartışılmaz oldu.

Ne var ki sıcak para dediğimiz kısa vadeli ve doyumsuz sermaye gittiği her ülkede kur dengesini ve piyasa dengesini bozdu. Şimdi dünya bu sorun üstünde yoğunlaştı. Her ülke sıcak para arkasından gelen değerlenmiş milli para ve sonra cari açıklara çözüm aramaya başladı.

Bilinçli hükümetler, sıcak paranın getirdiği aşırı değerlenmiş para istemiyor. Bunun için sıcak parayı kontrol etmek için vergi koyuyor.

Maalesef küresel süreç, denildiği gibi dünya refahını artırmadı. Zengin ülkelerle fakirler arasındaki fark daha çok açıldı. Finans sektörü kazandı... Reel sektör kaybetti.

Kur savaşları, yeniden ulusal politikalara dönüş sancılarını gösteriyor. Ulusal bilinç arttıkça sıcak paranın kontrolü de artacak.

Özetle sıcak para ve spekülatif fonlar başlattıkları küreselleşmenin sonunu getireceğe benziyor.

Sıcak para, değerli lira ve cari açığa teslim olan tek ülke Türkiye kaldı.

İhracatçının feryadına rağmen, Başbakan yardımcısı, dalgalı kurun devam edeceğini, sıcak paraya vergi konulmayacağını ve cari açığın devam edeceğini açıkladı.

2009 krizi de dünyada bu sorunu çözmeye yetmedi. Çünkü her hükümet parasal desteklerle krizin maliyetini kendi toplumlarına yaydılar.

Bizde yabancı sermaye sorunu bu kadarla da kalmıyor. Bir yandan sıcak para için önlem alınmazken, öte yandan uzun vadeli ciddi yabancı yatırım sermayesi engelleniyor. Oysa ki yeni yatırım, üretim artışı, istihdam yaratmak için yabancı yatırım sermayesine ihtiyaç var.

Türkiye’de AKP iktidarında tasarruf oranı düştü. Yatırım eğilimi düştü. Yatırım teşvikleri salla parti verilmeye başlandı. Yatırımın yararı değil, yatırımı yapanın siyasi tarafı öne alındı.

Siz biz ayırımı yapıldı. Bugüne kadar siz para kazandınız... Bugünden sonra biz kazanalım... Denilerek ayırımcılık yapıldı.

Bu olumsuz gelişmeler yatırım ortamını zayıflattı.

Ciddi yabancı yatırımın gelmiyor olmasının bir nedeni bu olumsuz ortamdır.

Yandaş sermaye için bürokrasi bilinçli olarak artırıldı. Türkiye’de izin alıp yatırım yapmakla sorun çözülmüyor. Yatırımın hayat boyu bürokrasisi ‘Demokresin Kılıcı’ gibi yatırımcının üstünde sallanıyor.

Üstelik bürokrasi içinde de bürokrasi var. Bir örnek vereyim... Diyelim ki müteşebbis deniz kenarında bir turizm yatırımı yapacak... Bu yatırıma karışan daireler:

1) Bayındırlık Bakanlığı, Turizm Bakanlığı; Özel Çevre Koruma Kurulu, Büyük Şehir Belediyesi, kıyı kenar çizgisi ve imar planı için karar verecek. Bazen bu daireler yetki çatışması nedeniyle mahkemeye de gidiyor. Yatırım yapacak olan yıllarca bu mahkeme sonucunu beklemek zorunda kalıyor.

2) Turizm Bakanlığı, Orman Genel Müdürlüğü, Maliye Bakanlığı Milli Emlak, yatırım alanının 2/b olup olmadığına veya eğer tahsisli arsa ise tahsis şartlarına ve işlemlerine bakıyor.

3) Ulaştırma Bakanlığı, Deniz Ulaştırma ve Liman Başkanlıkları işletme izni verilmesi, DLH yatırım projelerinin uygunluğuna bakıyor.

4) Ben bugüne kadar SİT kurullarına giden bir yatırımın gerçekleştiğini görmedim. SİT kurulları masa başında adam asıp kesmekle meşguller.

5) Belediyelerden, projeleri geçirmek, inşaat ruhsatı almak ve yapı kullanma izni almak, her babayiğidin yapacağı iş değil.

6) Şimdi bir de itfaiye çıktı. Belediyeden onaylı inşaat projelerini de hiçe sayıyor. Kendi kafasına göre projelere ilaveler yapıyor.

7) Bir yatırım için aman ha teşvik belgesi almaya kalkmayın. Belgeyi kolay alırsınız... Ancak teşvikten yararlanmak deveye hendek atlatmaktan zordur.

8) Yıllardır gündemde olduğu halde Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu çıkarılmadı.

Yerli veya yabancı yatırım sermayesi, bu şartlarda neden yatırım yapsın. Değerli TL varken en kolay yol ithalatçı olmaktır.

Yazarın Diğer Yazıları