Şeytan Üçgeni
Gelin birlikte düşünelim: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bu iktidar tarafından göreve getirilmiş, hizmet süresi dolunca emekliye ayrılmış bir eski Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarıyla birlikte muvazzaf yâhut emekli yüzlerce subay ve astsubayının “darbeci” veyâ “terörist” diye suçlanarak tutuklanıp hapse atılmaları ve bunların bir kısmı hakkında -henüz kesinleşmemekle berâber- 16 yıldan 20 yıla kadar değişen cezâlar verilmiş olması, dâimâ güçlü olması gereken ordumuzun en azından moral gücünü kırmaz mı?
Şüphesiz kırar.
Teknik donanımı yeterli olsa bile, moral gücü kırılmış bir ordunun gerek bölücü terörle mücâdelede, gerek muhtemel bir savaşta başarılı olması ihtimâli zayıflamaz mı?
Tabiî ki zayıflar.
Şu halde, yaklaşık bir yıldır tutuklu-sanık durumundaki eski Genelkurmay Başkanı’nın henüz görevi başında iken ifade ettiği, “TSK’ya karşı psikolojik ve asimetrik bir savaş yürütüldüğü” tezini ciddîye almak gerekiyor.
Bu savaşı yürüten Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP iktidârının sivil kurmayları olabilir mi?
Kesinlikle olamaz!
Milletin en az yarısı kendisine muhâlif olan hiçbir hükûmet, kendi ülkesinin ordusuna karşı böyle bir operasyona cür’et edemez.
Evet, bu operasyonun arkasında, ellerindeki güç TSK’nın da siyâsî iktidarın da gücünü fazlasıyla aşan bir ittifak vardır.
“Şeytan üçgeni” diyebileceğimiz bu ittifakın köşe taşları ise, ABD, İngiltere ve İsrâil’dir.
Diyeceksiniz ki, “Eğer durum dediğiniz gibiyse, Başbakan Erdoğan ve ekibinin söz konusu operasyon içindeki pozisyonu ve fonksiyonu nedir?”
Çok netâmeli olan bu soruya olabildiğince az netâmeli bir cevap olarak şu gerçeği ifâde edebiliriz:
Bu ülkede farklı etnik kimliklere mensup bulunan küçümsenmeyecek sayıda -toplam nüfusumuzun yüzde otuzu civarında- insan yaşamaktadır. Bu insanların önemli bir kısmı, devletin “Türk kimliği” taşımasından rahatsızdır, resmî dilin “Türkçe” olmasından rahatsızdır, hattâ -şimdilik pek dile getirmeseler de- ülkenin adının “Türkiye” olmasından rahatsızdır. İçlerindeki azınlık ırkçılığının değilse bile öteden beri savundukları, daha doğrusu savunur göründükleri “ümmetçilik” zihniyetinin tabiî bir sonucu olarak, Tayyip Erdoğan ve yakın çevresindekilerin çoğu da aynı durumdadır. Nitekim, gerek sayın Başbakan Tayyip Erdoğan gerek sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yaptıkları bir çok konuşmada bu rahatsızlığın işareti sayılabilecek sözler sarf etmişlerdir. Bunları söylerken kendilerini tahkir ve tezyif kastımız yoktur; ortadaki durum, insan tabiatının normal tezâhürlerinden biridir. Şu var ki bu normal durumun anormal yan etkilerinden biri, sözü edilen hâleti rûhiye içindeki kişilerin, millî devlete karşı çoğu zaman haksız fakat bâzan da haklı sebeplerle ‘kîn’e dönüşen rahatsızlıklarını meşrûiyet sebebi telâkki ederek, önce devletin millî-üniter yapısını bozup federatif yapıya dönüştürmek, sonra da ülkenin bölünüp parçalanmasını isteyen, bunun için kısa, orta ve uzun vâdeli planlar yapan dış güçlerle işbirliği içine girebilmeleri, onların örtülü operasyonlarına uygun siyâsî-hukûkî ortamı oluşturmak üzere sözlü ve hattâ yazılı birtakım gizli taahhütlerde bulunabilmeleridir.
***
Ülkenin asla millî olmamış, olamamış komprador burjuvazisi ve sözümona “yüksek” bürokrasisi de “şahsî menfaatlerini” dış güçlerin “siyâsî emelleriyle tevhîd etmiş” ise, “psikolojik ve asimetrik savaş” için gerekli ön şartlar hazır demektir. Bütün bunlara bir de korkunç boyutlara ulaşan dış borç belâsını
ekleyin.
Artık bir vicdan rahatsızlığı ve nedâmet duygusu içine girmiş olsa bile, geçen yazımızda “Ne kadar Başbakan” diye sorduğumuz Tayyip Erdoğan, Türkiye’nin Başbakanı gibi davranamıyor, olup bitenlere fazla müdâhale edemiyor.
Şeytan Üçgeni’nin planlarına hizmet eden bölücülerle müzâkere masasına oturan MİT Müsteşarı’nı sorgulanıp tutuklanmaktan kurtaracak kanun âdetâ yıldırım hızıyla çıkarılabiliyor fakat yıllar geçtiği halde Türk Ordusu’nun generallerini, subay ve astsubaylarını kurtaracak kanun gündeme bile gelmiyor, getirilemiyor.
Bermuda Şeytan Üçgeni gemileri ve hattâ uçakları hızla yutuyormuş; bu Şeytan Üçgeni ise Türk Ordusunu ve hattâ Devletini yavaş yavaş yutuyor!