Şeyh Said’in son sözleri!
AKP Diyarbakır Milletvekili Kudbettin Arzu’nun, “Değerli bir şahsiyet, takdirle anıyoruz” diye öve öve bitiremediği Şeyh Said’in idam sehpasında son sözleri nelerdi acaba?
Öyle ya. Adam, Devlete isyan edecek kadar cesaretli. Yargılanmış, idama mahkûm olmuş, ipe gidiyor. Korkacak nesi kalmış! İnsan böyle bir anda “cellâdı” diyebileceğimiz Türkiye Cumhuriyeti hakkında ne düşünür? Yahut gelecekte peşinden gidecek ve bir bakıma iki gün önce Diyarbakır’da idamının 85’inci yıldönümü bahanesiyle kendini anmak için bir araya gelebileceklere ne tavsiye eder, ne tavsiye etmiştir, insan merak ediyor!
Deniyor ki... Şeyh Said, “Şeriat için isyan etti!” Gerçekten de Şeyh Said, “Din elden gidiyor” diye taktı saf Kürtleri peşine? Pekiyi ama gerçek ne idi?
İşin aslı Şeyh Said ayrı bir devlet peşindeydi. Mehmetçiğe sıktığı her kurşun İngiliz’in Musul petrollerini bu toprağın insanlarından koparmasına yaradı. O gün Şeyh Said ve benzerleri genç Türkiye Cumhuriyeti’ni hırpalamasalardı o kıt imkânları ile uçak yapıp 6 tane de sipariş alan o devlet Musul petrollerinin geliri ile halkını refah içerisinde yaşatacak altyapı yatırımlarını gerçekleştirir, o sayede şu anda Güneydoğu dâhil ülkenin her yanı Avrupa Birliği ülkelerinden daha müreffeh halde olurdu. Süreç, Mustafa Kemal’in ufkundaki hedefe yaklaşsaydı, belki AB ülkeleri bugün Türkiye merkezli bir Orta Doğu cazibesine üye olabilmek için sıraya girmiş de bulunabilirdi.
Neyse, sadede gelelim. Şeyh Said, “Din elden gidiyor” diye isyan etti amma, asıl amacı ayrı bir Kürt devleti idi, dedik.
Nereden mi biliyoruz?
Şeyh Said’in o güne kadarki bütün faaliyetlerinden biliyoruz.
Malum Şeyh Said’in beş oğlu vardı. Şeyh Said bu beş oğlundan birini sık sık İstanbul’u işgal etmiş İngilizlere gidip, “Bizi Osmanlılardan kurtar” diye yalvaran Şeyh Abdülkadir’e, birini de Irak’ta Sevr anlaşmasını yani Osmanlı’nın tasfiyesi demek olan metni hayata geçirmek için Bağdat’ta faaliyet gösteren Kürt liderlere göndermişti. 1907’de İngiliz desteği ile Osmanlı’dan kopmak isteyen Kürt liderler ve Şeyh Said’in oğulları, Şeyh Nur Muhammed Birkani’nin evinde toplandı. O toplantıda Abdüsselam Barzani de vardı. Görüştüler, tartıştılar, aşağıdaki beş maddelik kararı aldılar:
1. Kürt dilinin bütün bölgelerde resmî dil olması.
2. Öğrenim dilinin Kürtçe olması.
3. Kürdistan’daki yönetici ve memurların Kürt olması.
4. İslâm hukukunun uygulanması.
5. Bölgeden toplanan vergilerin bölgede kalması.
Bu kararlar telgrafla İstanbul hükümetine yani Osmanlı’ya bildirildi. Demek ki neymiş, Şeyh Said ve ailesi öteden beri İngilizlerle temas halindeymiş ve demek ki, “Din elden gidiyor” diye değil, ayrı bir devlet yani bir Kürdistan hedefliyorlarmış. Osmanlı art arda cihat fetvaları yayınlayıp İslâm âleminden medet umarken bizim Şeyh’lerin İngilizlerle işbirliğine girip “Kürdistan” diye Osmanlı’yı arkadan vurmalarının “Şeriatla” bir ilgisi ne kadar olabilir, olmuştur, mahşerde göreceğiz.
Gelelim, “Din elden gidiyor” diyerek isyan eden Şeyh Said’in idam sehpası altında, yani Allah ve Resulünden başka tutunacak tek bir dalının kalmadığı, yalnızca vicdanının sesine kulak verdiği o anda söylediklerine:
Diyor ki:
“Ahmed Zihni Bey’in Fütühat-ı İslâmiye’sinde yazılıdır. Mehdi’nin hurucunda Türkler üç yüz bin asker vereceklerdir. Anlaşıldı ki Türkiye, kıyamete kadar İslâm’ı koruyacak... Fena yaptık... Bundan sonra iyi olur inşallah...”
Ey Şeyh Said...
Kötü bir çığır açtın, pişman oldun, ardından gelenler senin pişmanlığını görmezlikten gelerek, “Fena yapmaya” devam ediyor, “Kıyamete kadar İslâm’ı koruyacak olan Türk milletine” kahpece kurşun sıkıyor.
İşin içinde yine İngiliz var, yine Haçlılar var...