Sevr'i dayatanlar ve imzalayanlar
Suriye'deki son operasyonlarda verdiğimiz şehit sayısı 16'ya, toplam kaybımız ise 37'ye yükseldi. 3 ağır yaralımız var, 2 askerimiz de IŞİD'in elinde esir.
Operasyonlarla ilgili çok bilinmeyenli denklemler devam ediyor. Kamuoyunun bu konuda daha doğru ve etkili bilgilendirilmesi elzem hale geldi.
Çünkü kafa karışıklığı devam ettikçe, kamuoyundaki farklı yorumlar çoğalacak, bunalımlı günlerdeki belirsizlikler daha da derinleşecektir.
Son 2 günde 16 şehit verdiğimiz Suriye'de, TSK tarafından öldürülen IŞİD'li sayısı hakkında Cumhurbaşkanlığı, Genelkurmay Başkanlığı ve Millî Savunma Bakanı farklı rakamlar telaffuz ediyor.
Cumhurbaşkanlığı 200, Genelkurmay 160, Savunma Bakanı Fikri Işık ise 1005 IŞİD mensubunun öldürüldüğünü söylüyor.
Şimdi bu açıklamalardan hangisi doğrudur?
Bu denli önemli, bu denli hassas bilgilerin kamuoyu ile farklı farklı kaynaklardan paylaşılması yerine, tek bir yetkili tarafından açıklanması daha doğru değil mi?
En beğenmediğimiz Afrika demokrasilerinin bile belirli sözcüler üzerinden kamuoyuna açıklama yaptıklarını hatırlatalım.
Erdoğan'ın Sevr çıkışı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminden 2 ay kadar sonra Lozan Antlaşması'nı gündeme getirerek "Birçok toprağımızı kaybettik, Lozan hezimettir" açıklaması yapmıştı.
Erdoğan, dünkü konuşmasında ise Sevr Antlaşması'na atıf yaparak "Dünyanın ve Türkiye'nin içinde bulunduğu bölgenin yeniden yapılandırılmaya çalışıldığı kritik dönemde eğer durmaya kalkarsak kendimizi bulacağımız yer Sevr şartlarıdır" ifadelerini kullandı.
Çok değil, bundan birkaç ay öncesine kadar; hükümetin dış politikasına, BOP'a, çözüm sürecine karşı çıkanlar "Sevr" hatırlatması yaptıklarında, AKP'ye yakınlığıyla bilinen medya büyük tepki gösteriyordu.
Yandaşlar, "Çağın gerisindeki kafa bu kafadır. Sürekli Sevr Sevr deniyor, ne Sevr'i kardeşim, artık yeni Türkiye var, bir Sevr paranoyasıdır gidiyor" diyerek, eleştirileri "paranoyaklık" olarak telaffuz edebiliyorlardı.
Tam da bu noktada ortaya bazı problemler çıkıyor.
Devletin en üst makamını temsil eden Cumhurbaşkanı niçin, ülkenin bölünüp, dağıtılması anlamına gelen "Sevr'i bize dayatabilirler" cümlesini rahatlıkla telaffuz ediyor?
Bu açıklamalar, Sevr'i gerçekten dayatmak isteyenlerin Türkiye'yi "kolay lokma" olarak görmesine neden olmaz mı?
Psikolojik anlamda zaten kaotik günlerden geçen vatandaşları daha da endişeli hale getirmez mi?
Cumhurbaşkanlığı makamının bu noktada teskin edici, umut verici, sakinleştirici ve vatandaşları korkutmayan bir üslup benimsemesi çok daha etkili olmaz mı?
Siyasilerin söylemleri sonrasında "Bizi bölecekler, yok edecekler, parçalayacaklar" korkusu da vatandaşı sarmaya başlamış durumda.
Dolayısıyla böyle bir atmosferde; ölümler, onar onar gelen şehitler, her yerde patlayan bombalar da normalleşmeye başlıyor. En tehlikelisi de bu kaosa alışma ihtimali... Çünkü bir sonraki refleks duyarsızlaşma olacaktır. Zaten yavaş yavaş bunun belirtileri ortaya çıkmaya başladı.
Erdoğan'ın Sevr açıklaması yaptığı gün, yaklaşık yüzde 85'lik oranla en yüksek oyu aldığı Rize'de tarihi Atatürk heykeli vinçlerle kaldırıldı!
Madem birlik, beraberlik, tek dil, tek vatan, tek bayrak... O zaman bunların en önemli sembollerinden biri olan Mustafa Kemal Atatürk ile uğraşmak neden... Hem de Sevr'i dayatmaya hazırlananlar varken!
Sevin ya da sevmeyin ama, birliğe, beraberliğe en çok ihtiyacımızın olduğu bugünlerde Türklerin üzerinde uzlaştıkları nadide bir şahsiyetle uğraşmaktan artık vazgeçilmeli.
Ayrıca, her fırsatta Sevr'i hatırlatırken, o antlaşmayı padişahın onayıyla imzalayanları da unutturmamak lazım!