Seviyeli birliktelik
Costner ile Hollywood açılımı yapan Sözen, ‘Ne Mutlu Türk’üm Diyene’ sözünü ünlü yıldızın şapkasından da sildirecek mi?
“Ağa” dizileriyle, kulluğu hayran olunası bir konum olarak benimsetmeleri, günün on sekiz saatini bir aptal kutusunun karşısında geçiren insanları popüler kültür robotlarına dönüştürmeleri, ‘niyetlerini açmak için’ uygun zemini yaratmaya yetmeyince “profesyonel destek” almaya karar verdiler demek ki.
Ne de olsa söz konusu psikolojik operasyonsa Hollywood’dan gerisi teferruattır. Çarşafa dolandıkları “açılım”ı allayıp pullayıp, toplumun desteklemek için kuyruğa gireceği fenomene dönüştürmek konusunda işi ehline, yani Amerikan film endüstrisine emanet etmek zekice.
İktidar, okyanus ötesi ile açılım seviyesinde kurulacak birliktelikte Edibe Sözen’in rol almasını uygun görmüş. Belli ki Sözen’in “uluslararası ilişkiler” lisansına güveniyorlar.
Senaryodan gazetelere yansıyan ilk diyalog metnine bakınca “bu film iş yapar” diyor insan. Costner daha ilk sahnede “Türkiye’nin demokratikleşmesinin yeni bir ifadesi” diye sesleniyor.
‘O eski karizmatik günleri geride kaldı, artık Costner da ununu eledi, eleğini astı, kalp çalmak için sırıtmaktan fazlasını yapması gerekiyor’ ya, Sözen örf ve adetlerimize uygun davranmasını öğütlemiş olmalı. Mealen diyor ki Costner, “Açılım babanın elini öpmek için 3 Ekim’deki kongreye gelemiyorum ama, 16 Ekim’de hayırlı bir iş için ülkenizi ziyaret edip, niyetimi açıklayacağım”.
İşi yokuşa sürmek için “zordur almak bizden kızı” diyor değilim. Yine de dananın kuyruğunun kopacağı gün o gündür.
Bollywood modeli olan bile aylardır vizyonda olduğuna göre Hollywood yapımı açılım filmi, gişe rekoru bile kırar kırmasına da senaryo ile başrol oyuncusu arasında, Sözen’in, ya bir bayan için Costner’dan gözünü almak zor iş olduğu için henüz farkedemediği, ya da bildiği halde sakladığı bir kan mı desem, ten mi, ruh mu... Uyuşmazlık var arada.
Bir kere Kevin Costner anlı şanlı “Bodyguard”. İtilip kakılmaktan muzdarip milletimizin bu sektöre gıcığını bilmem söylemeye gerek var mı...
Sonra bu Kevin, sıkı bir “rocker” hatta bir grubu bile var. Erdoğan, hışmından kaçıp Gürsel Tekin’e sığınan iki “rockçı” gençle hafızalara kazınan “konser açılımı”ndan sonra, kızını davulcuya, zurnacıya verir de, yine de vermez “rockçı”ya. Ee açılım da kızı gibi bir yerde. Biliyorsunuz son “rockçı” kademeli olarak tasavuuf musikisinden, belediye meclis üyesi kocalığına uğurlandı bu ülkede.
Kevin’ın fanatik bir Arsenal taraftarı. Velev ki Fenerbahçe-Arsenal karşı karşıya. Kevin Başbakan’ı takımının üstüne takım tutmaya kalkarsa ne olacak?
Zenginden alıp fakire veren bir Robin Hood var karşımızda. Ki Alman Federal Mahkemesi dahil, bu alıp-vermelerle ilgili olarak bugüne kadar hiçbir adli makamın işlem yaptığı, Sherwood ormanlarının ekolojik dengesinin bozularak, topraktan yolsuzluk fışkırttığı görülmemiştir...
Costner aynı zamanda bir “postacı” ki, son postacı adayı Ertuğrul Özkök bu rekabet ortamından hoşlanmayabilir. İktidar ile Doğan Grubu arasında yeni bir kriz doğabilir.
Beterin beteri var derler ya Costner’ın “Kurtlarla Dans” konusunda da Oscar’dan Altın Küre’ye kadar bütün ödülleri topladığını akıldan çıkarmamalır. Erdoğan’ın, seleflerince soyları kırılmış Siyular’a sahip çıkan Costner ile işbirliği yaptığını duymak Obama’yı mutlu etmeyecektir.
En kötüsü de Kevin Costner, bugüne bugün alnına “Ne Mutlu Türküm diyene” etiketi yapıştırmış bir fahri vatan evladı(!)dır. Siz aranızaki açılımın “alın yazısı”nı silmeyi gerektirdiğini söylediniz mi Kevin’a Edibe Hanım? Söylemediyseniz, temeli gizli-saklıya dayanan hangi birliktelik uzun ömürlü olabilir?
Benden söylemesi, yürümeyeceğini bile bile hiç başlamayın bu ilişkiye, hem kendinizi, hem siyasi kariyerinizi riske atmaya değmez. Bu filmi “toplatılmaktan”, kitabını yazdığınız kertenkele mantığı dahi kurtaramaz...
+++
‘The Taha’ sıfırı tüketti
Bir gün “ideolojiler” diyor, sonra ideolojilerin “tuzak” olduğunu söylüyor, sonra “tuzak” saydığı “milliyetçilik” ideolojisini yeniden tanımlamaya çalışıyor. Tsunami sonrası karaya vuran balıklarınkini andırıyor çırpınışları.
Ülkücüleri “eğitmeye” kalkıştı; ölüme koşar adım giden binlerce gencin vebali var diye düşünmeden, darbeden sonra “zor oyunu bozar” dedi, arkasına bakmadan uzaklaştı...
“Basamak” gördüğü “milliyetçilik”e basıp, Tercüman’ın başına ‘çıktı’; gazete battı...
Akil adamlığa terfi etmeye yeltendi; dayanağı güç odaklarıyla ilişkileri olan tezleri bütün ilmi doğrularla çelişti...
CNNTürk’ün yöneticiliğini üstlendi; atalet kanal imajı olarak algılanmaya başlanınca kapının önünde buldu kendini...
Medya patronu-iktidar ilişkisinin arabuluculuğunda karar kıldı; eline yüzüne bulaştırmış olmalı ki, pek seviştiği liberal-muhafazakar iktidar döneminde gazetesinin de bağlı olduğu gruba rekor vergi cezası kesildi...
Taha Akyol’un hikayesini, ibretlik bir hayat dersi gibi okuyan biri olarak, baktığım yerde kocaman bir ‘0’ görüyorum. Belki o bile değil gördüğüm. Belki sadece bütün hevesleri, tecrübeleri, hayalleri, hesapları karşısında kapı-duvar olmuş, mağlubiyetin timsali olarak sıfırı bile tüketmiş bir adam var karşımda. Ne milliyetçiler, ne liberaller, ne muhafazakarlar, ne Türkçüler, ne Osmanlıcılar, ne iktidar, ne muhalefet, ne emek, ne sermaye, ne okur, ne yazar kimse etkilenmiyor artık yazdıklarından, yok hükmünde sözleri, yine de “acıyorum” demeye varmıyor dilim. Ya “acınır olmak”, kof bir cevize inen çekiç darbesi gibi parçalayıcı olursa ruhu için. İyisi mi, kısa ve öz bitirelim: İsrafil Kumbasar’ın ifadesiyle “The Taha”; “The End”...
+++
Rant ilanları
Emlakçı ilanlarından birini okuyalım: “Ne altın, ne faiz, ne borsa... En iyi yatırım arsa... Kemerburgaz-Göktürk’ün kuzeyinde... Ağaçlı, Odayeri, Tayakadın, Boyalık ve Arnavutköy’de... 3. köprü güzergahında... Rant getirisi yüksek. Her bütçeye uygun... Yatırımlık arsa, arazi ve tarlalar.” Ne Büyükşehir’in 1/100 binlik planları dinleniyor; ne İSKİ, ne DSİ ve de Çevre Bakanlığı. Parçalayın 1. sınıf tarım alanlarını, su havzalarını.
Yalçın Bayer / Hürriyet
+++
İmam aynı imam
Polis MYO sınavları yapıldı ve soruların bu yıl da önceden dışarıya sızdırıldığı - kesine yakın bir gerçeklikle - ortaya çıktı. Hem de öyle az - buz, üç - beş soru değil... Neredeyse tamamı... Bu yılki skandalda da kulağı en fazla çınlatılan “imam” aynı “imam”... Turgut Dibek, olayı yine Meclis gündemine getirdi... İçişleri Bakanı Atalay’a, geçen yılkine benzer soruları sordu. Bakan Atalay, geçen yıl verdiği yanıtları yineleyecek mi yoksa yeni bir şey mi söyleyecek.
Melih Aşık / Milliyet
+++
Deniz’e mektup
Sevgili Deniz,
İlla “aç” dedin, yüreğimi açmak istiyorum sana...
Hamdolsun villalarım var, uçaklarım var, gemilerim var, etrafım yalaka dolu ama, neyleyim, sen yoksun...
Sevmiyorum Ankara’yı artık, savruluyorum New York’lara... Sağolsun Barak, “Zamana bırak” diyor ama, olmuyor. Velev ki okursun mektubumu, velev ki bir şans daha tanırsın bana... Yakama kırmızı bir lale takıp, bekliyor olacağım Taksim’deki simit sarayında... Recep
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Hoşgeldin Bekir Coşkun
HaberTurk Cumhuriyetçi Bekir Coşkun’u “son şehzade Osman Ertuğrul Efendi” ile karşıladı. Bakalım yazılarının makaslandığı iddia edilen Hürriyet’ten sonra, Coşkun Osmanlı tahtının varissiz kalışına ağıtlar yakan HaberTurk’te fikirlerini rahatça ifade edebilecek mi?
+++
Eşitler arasında
birinci ‘Başkan’
ABD Başkanı Bill Clinton, Türkiye’ye geldi. Gittiği deprem bölgesine 40 TIR yan yana dizilerek, güvenlik çemberi oluşturuldu. ABD Başkanı George Bush, Türkiye’ye geldi. Anıtkabir özel defterini bile, CIA’in temin ettiği “güvenilir” bir kalemi kullandı. ABD Başkanı Barack Hüseyin Obama, Türkiye’ye geldi. Ankara semalarında uçuş yasağı konuldu.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Erdoğan, New York’a gitti. Aracı Amerikalı koruma görevlileri tarafından durduruldu. Gerekçe, “ABD Başkanı Barack Obama’nın konuşması bitti, otelden çıkış yapacak”tı... Araçtan inen Başbakan ve beraberindeki heyet, ANKA’nın haberine göre yürümeye başladı. Otele 30 metre kala, bu da engellendi. Amerikalı korumalar, Türk korumaları itip kakmaya başladı. Bunun üzerine Başbakan, bir Amerikalı korumanın elini tutarak geri itti. Sonra da konuşmasını iptal etti ve kaldığı Plaza Otel’e döndü. İşte size “ABD-Türkiye ilişkileri”ndeki sözüm ona “eşitlik...”
Mustafa Mutlu / Vatan
+++
İki memur arasındaki
en temel farkı bulun
Sağlık Bakanlığı Teftiş Kurulu Ortadoğu Gazetesi’nde yazdığı köşe yazılarından dolayı Psikolog Dr. Yalçın Güzelhan hakkında soruşturma başlatmış. Güzelhan’a önce yarım maaş kesme cezası verilmiş, yazmaya devam edince de ‘herhangi bir siyasal parti yararına veya zararına hareket ettiği’, ‘Başbakan’a ve hükümete hakaret ettiği’, ‘devlet memurunun itibar ve güvenini sarsacak davranışlarda bulunduğu’, ‘basına demeç verdiği’ gerekçeleriyle hakkındaki ikinci soruşturma açılmış.
Konuyu Güneş’teki köşesine taşıyan Rıza Zelyut soruyor:
“Bir doktor, hele hele sosyal psikoloji konusunda uzman ise o düşüncelerini açıklamayacak da kim açıklayacak?”
Kanımca asıl sorulması gereken, Zelyut’un sona sakladığı “Emrullah Uslu ne durumda?” sorusu.
Yazılarında Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın bile açamadığı açılımı açan, siyasi iktidara cesaret aşılayan, muhalefet partilerini, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni sert, zaman zaman düşmanca olduğunu düşündüğüm bir dille eleştiren Emrullah Uslu’nun maaşı kesildi mi bugüne kadar?
Devletin memuru, Taraf gibi, devlet ile, egemenlik kavramı ve temsil ettiği diğer değerler temelinde kavgaya tutuşan bir provokatif bültende yazınca marifet mi sayılıyor yoksa?
Güzelhan, kendisi gibi devlet memuru olan Emrullah Komiser veya kendisi gibi hekim olan, açılımın moral koçlarından Doç. Dr. Medaim Yanık ile benzer biçimde, siyasi bir gazetede yazı yazdığı için mi suçlu, yoksa o yazıların içeriği hükümetin hoşuna gitmeyecek cinsten olduğu için mi? Başka deyişle hükümet 657’ye tabi olanların siyasi yazılar yazmasının suç olduğunu “devletin memuru” iktidara muhalefet edince mi hatırladı?
Akılları, devletin memuru devletin rejimine muhalefet ederken, karşı devrim diye çan çalarken nerdeydi acaba?
+++
MİNİ YORUM
Yaftalamadan eğit!
Epey sükseli bir gazete ilanıydı: “Yaftalamadan düşün”. Ansızın tedavülden kalktı. “Yafta” açlımları başladı iktidarın: Ermeni, Kürt, Alevi diye. Şimdi de Robert Kolej çocukları yaftalıyorlar kendilerini kendilerinin bulmasına izin vermeden, onları yanyana getiren duyguları keşfetmelerine izin vermeden. Bana kalırsa bıraksın öğrencileri de kendi alnına yapıştırsın etiketi. Bakalım “Burası Amerikanlaşmış nesiller yetiştirmek üzere kurulmuştur” açılımı ve “misyoner” yaftasını taşımak nasıl oluyormuş.