‘Sessiz çığlığın, sesi!
İlker Başbuğ tutuklandığı gün televizyon programında ve gazete yazımda “Komutan kıtasına askerlerin başına geçti” yazmıştım. Katıldığı duruşmaların hepsini izleyerek, aralarda mini sohbetlerimiz olmuştu. Cezaevinde son gazeteci ziyaretini de Atilla Sertel ve Soner Yalçın ile beraber gerçekleştirmiştik. Türkiye Cumhuriyeti’nin 26. Genelkurmay Başkanı ne tesadüftür ki 26 ay hapis yattıktan sonra tahliye edildi. 26 ay önce hapishanede rehin tutulan askerlerinin başına geçen Başbuğ, çıkar çıkmaz ‘sessiz çığlığın’ sesi oldu. 76 haftadır Türkiye’nin 24 yerinde gerçekleştirilen sessiz çığlık eylemlerinin başına Başbuğ’un geçmesi de tesadüf değildir. Son görüşmemizde “Cumhuriyet, tarihinin en karanlık günlerini yaşıyor” diyen Başbuğ’un tutuklandığında adeta zil takıp oynayanların, tahliyesindeki riyakarlığı kelimenin tam anlamı ile mide bulandırıcı...
Değerli okuyucularımızın tamamını bilmem ama kendi adıma zekâ seviyelerimizle alay edildiği kanaatindeyim. İlker Başbuğ’un “Beşiktaş’ta kurulan sırtlan pususu” ile tutuklanmasını sıradan adli vaka olarak görüp askeri vesayetin sona ermesi zaferi diye nitelendirenler, şimdi hukukun üstünlüğünden, adaletin yerini bulduğundan dem vuruyorlar. İlker Paşa Silivri önünde “Bu hâkimlerde vicdan yok! Yeter artık adalet istiyorum” haykırışı ile Silivri’deki zulmü duyurdu. Kumpas kuranlardan mutlaka hesap sorulması ve adil olarak yargılanması gerektiğini ifade etti. Açıklamasındaki bütün sözlerin altına imza atmakla beraber konuşmasının sonunda Anayasa Mahkemesi’nin gayretlerine ilişkin bölümüne şerh düşmek zorundayım. Anayasa Mahkemesi’nin bunca zulüm karşısında yıllarca suskun kalmasını sindirmem mümkün değil.
Sayın Başbuğ’un içeri girerken “Yüce Türk milletine havale ediyorum” sözünü unutmadık. Yüce Türk milletinin desteği ile tahliye edildiğini belirtirken, kumpasa çanak tutanları da yüce Türk milletine havalesini de ben tamamlayayım.
Neredeyse 7 yıl boyunca televizyon ekranlarından sabahlara kadar “darbeciler” diye ağızlarından köpük saçanları umarım yüce Türk milleti unutmamıştır. Gazetelerinde her gün çarşaf çarşaf askere düşmanlık yaparken düşmanın askerliğini yapan lejyonerlerin de yüce Türk milletinin affına mazhar olup olmayacağını merak ediyorum.
Türkiye’mizin başına çuval geçirilip, Silivri’de kumpaslar kurulurken, derin sessizliğe gömülenleri unutmadık. Kim ne derse desin... Gerçek anlamdaki Türk aydınları ve askerlerimiz içeri tıkılırken sesini yükseltme cesareti sergileyenlerin toplamı iki elin parmağını geçmedi hiç. Arkadaşlarımız bir bir tutuklanırken, geride kalan bizler her an alınacağımızı bile bile üzerine gittik. Elde avuçta olmadığı halde her fırsatta Silivri yollarına düşüp, adaletsizliğe isyan bayrağı kaldırdık. Her birimizi faşist ilan ettiler, ırkçılıkla suçladılar. Yazılarımızla komplo teorisi üretmekle itham edip, tiye almaya kalkıştılar. Her fırsatta susmayarak alınacağımıza dair şantajlara aracılık ettiler. Bu esnada bavulcular, kuryeler, tetikçiler, ağızları salyalı yaratıklar türedi. İnfazcılar yedi yirmi dört görev başındaydı. Her şeyin güllük gülistanlık olduğunu ekranlardan kusan neoliberaller şimdileri viraj almaya çalışıyor. Her devrin adamları, rüzgar gülleri farklı esintilere yelken açıyor. Yandaşlık ve yalakalıkta sınır tanımayanlar şişirdikleri banka hesaplarına, gayrimenkullerinin tapılarına güvenerek ne de caka satmışlardı. Yarın öbür gün devran döndüğünde kapılanacakları bir yer bulurlar elbet. Ama yüce Türk milletini balık hafızalı zannedenlerden de hesap sorulması kanaatimi paylaşmasam çatlar ölürüm.
İlker Başbuğ’un tahliyesini fırsat bilip, ‘Büyük ağabey Erhan’ı’ tahliye edenler, Hurşit Tolon’u içeride bırakıp Malatya katillerini serbest bırakanlar unutulmamalı.
İlker Başbuğ’un ısrarla altını çizdiği “Yüce Türk Milleti” haysiyet cellâtlarına karşı ağır bir sınav ile karşı karşıya... Bu imtihandan yüzümüzün akı ile çıkabilmek için 30 Mart seçimlerinin de fırsat olduğuna inanıyorum. “Son arkadaşımız çıkana kadar mücadelemiz sürecek” diyen İlker Başbuğ’u yürekten selamlıyor, içeri girerken sessiz olan yığınları da kınıyorum.