Sen önce kök saldığın yere baksan...

Ergun Babahan dünkü Star’da yayımlanan yazısında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmayı eleştiriyor:
“MHP Lideri Devlet Bahçeli partisinin dünkü grup toplantısında Türk Bayrağı’nın Kandil’de dalgalanması gerektiğini söylemiş.
(...) Kandil’e askeri harekat mantığını anlamak mümkün ama başka bir ülke toprağında Türkiye Bayrağı’nı dalgalandırma isteğini anlamak mümkün değil.
Yeniden işgalci bir politika izlemeye başlayacaksak o başka.”

***


Babahan, Bahçeli’nin “Kandil’e Türk bayrağı dikmek” le neyi kast ettiğini anlamadıysa kuvvetle muhtemeldir ki şimdi anlatacaklarımı da kesmeyecektir aklı. O yüzden, kendisine bazı “lüzumlu” hatırlatmaları yapmadan önce yakın çevresinden rica ediyorum:
Aşağıdaki satırları Ergun’un anlayacağı düzeyde bir tercümeyle aktarın lütfen kendisine!

***


“Başka bir ülkenin toprağına bayrak dikme” fikrine karşı olmak demek, yüzyıllar boyunca “fetih politikası” uygulamış olan Osmanlı’nın aleme nizam verme, “cihan devleti” olma ülküsüne de karşı olmak demektir...
Ve üzülerek ifade etmeliyim ki;
“Taşeron” olarak da olsa, “Nizam-ı Alem”, ABD’yi “cihan devleti” yapmak yolunda ilerleyen bugünkü iktidarın biricik felsefesidir!
Hani şu senin kanının son damlasına kadar cengaverliğine soyunduğun iktidarın!
Ve senin kavramsallaştırmanla;
Bir ülkenin kendi güvenliğini tehdit edenlere karşı yürüttüğü “mücadele” işgalcilikse eğer....
Mısır toprağı olan Tahrir Meydanı’na Türk bayrağı dikmeye kalkışan...
Libya’da, Libya bayrağını gönderden indiren teslimiyetçi güruhu uçak dolusu parayla cesaretlendiren...
Suriye’de, başka bir ülke gelip de kendi bayrağını rahatça dikebilsin diye “iç savaş”ı destekleyen ve hatta işi “isyancı” eğitmeye kadar vardıran..
Orta Doğu’daki devletlerin egemenliklerini yok sayarak, “Osmanlı bakiyesi” edebiyatıyla iç işlerine karışmayı kendine hak sayan...
Sırf ABD “ben bu kuklalardan çok sıkıldım, yenilerini istiyorum” dedi diye, Irak ve Afganistan’a asker çıkaran...
Eşine zor rastlanır bir takiye stratejisi çerçevesinde, Mavi Marmara gemisi ile İsrail sınırlarına Komor Adaları bayrağı dikmeye kalkışan iktidar için, “katmerli işgalci” demen gerekir öyleyse...
Anlayacağın, ahkam kesmek kolay da...
Önce kök salmaya çalıştığın toprağa bakacaksın Ergun!...
Neyle sulandığına...
Nerden beslendiğine...
Yerini beğenmezsen, ne kadar beğeniyormuş, orayı dolduruyormuş, çok da yakışıyormuş gibi yaparsan yap, zorla olmaz...
Ya kurur, ya çürür kalemin...
Ya da böyle haline elalemi güldürürsün...

***


Tehlikeli sularda yüzüyorsun Ergun...
“Aslında neyi eleştirdiğini” anlamazlar da yazını rutin “Türk Milliyetçilerine çamur sıçratma” gayretlerinden biri olarak algılarlarsa ne alâ...
Ama ya anlarlarsa?!
İşte o vakit yandı gülüm keten helva!
Gazetesinden köşe, televizyonlarından bölüm başına binlerce TL kazandıran programlar kaptığın “Neo-Osmanlıcı iktidar” ile gemilerini yaktığının resmidir söyleyeyim sana...
İyisi mi gel sen küçük sözü dinle (akıl yaşta değil baştadır ne de olsa) şu üç günlük dünyada kendini daha fazla zorlama...
Tamam kârlı iş iktidar yandaşlığı ama...
Ne kadar devreden çıkardım dese de, an geliyor ideolojik kökleri yapışıveriyor insanın yakasına...


AKP Milletvekili Şaban Dişli, Filistin’e Avrupa Konseyi’nde “özel statü” verilmesini sağlayan raporla ilgili oylamada “yanlışlıkla” ret oyu kullanmış. Allah’tan BM Güvenlik Konseyi’nde oy kullanmıyor Dişli Türkiye adına... “Yanlışlıkla” Türkiye’ye müdahaleye “onay” verdiğini düşünsenize...


BASINDAN SEÇMELER


Soros için cilveleşiyorlarmış!

Yeni anayasa tartışmaları gündemdeki yerini almaya başladı. Komisyona verilecek isimle ilgili olarak hazırlık komisyonu mu, yoksa uzlaşma mı tartışması da bu çerçevede yer alan bir ön cilveleşme sayılabilir. (...)
Ve bu işbirliğiyle uzlaşmanın demokrasi tarifinin temel çerçevesine oturması gerekir.
Bu temel çerçeveyi oluşturan ilkelerden bazıları şöyle özetlenebilir:
Devletin herhangi bir resmi ideolojisinin olmaması...
Silahlı kuvvetlerin sivil denetiminin sağlanması...
Yerel yönetimlerin, kültürel çeşitliliğin de kendini çok iyi ifade etmesini sağlayacak biçimde güçlendirilmesi ve merkeziyetçiliğin demokrasilerdeki olağan sınırlarına çekilmesi...
Anayasanın değiştirilemeyecek tek hükmünün “Türkiye devletinin demokratik bir cumhuriyet” olduğu...
‘Kürtçe eğitim’in önünü kapatacak formülasyonlardan kaçınılması... (*)
Ak Parti, CHP ve BDP eğer böyle bir ‘uzlaşma’yı gerçekleştirebilirse, Türkiye’nin önü çok daha fazla açılır.
*Benim de üyeleri arasında bulunduğum TESEV Anayasa Komisyonu’nun, Türkiye’nin Yeni Anayasasına Doğru başlığını taşıyan Nisan 2011 tarihli raporundan.
Hasan Cemal / Milliyet




İçişleri Bakanlığı, teröristlerin kimliğini açığa çıkaranlara para ödülü verecekmiş. PKK ile görüşen devlet görevlileri ödülü kaptı demektir!
Haldun Ertem




Milli irade eliyle otokrasi kuracaklar

Bindiğimiz alamet giderek artan hızla “sivil Anayasa” söylemi adı altında üç hedefe yönlenmiş vaziyette:
Yeni Anayasa:
1)Ülke genelinde Başkanlık sistemini hayata geçirecek,
2)Merkezde yürütme tek bir kişinin elinde toplanırken, yerel yönetimleri de güçlendirecek (demokratik özerklik).
Ayrıca aynı Anayasa geçici bir madde ile:
3)Genel af getirecek.
- Silivri Davaları’nda yargılananlar ile PKK’lılar aynı anda affa uğrayacaklar.-
Bir ilave tahminimi daha belirteyim:
4)Hukuken ihtiyaç olmasa bile yukarıda sıraladığım üç unsuru içeren yeni Anayasa bir referandumla halkın onayına sunulacak.

***


Bu Anayasa’ya BDP’li seçmen demokratik özerklik maddeleri gereği, AKP’liler Erdoğan Başkanlık Sistemi istediği için “evet” oyu verecekler. Dahası, bu iki grup dışında kalan, hem AKP’ye, hem de BDP(PKK)’ye karşı olanlar da Silivri Sanıklarını kurtarmak için, tümüyle olmasa da, önemli oranda “evet” diyecekler.
Ortaya öyle bir karışık salata konacak ki herkes “karşı olduğumuz maddeler var ama yine de evet” noktasında birleşecek. BDP’liler ve AKP’liler gıcık oldukları Ergenekoncuları, yine AKP’li ve ayrıca CHP ve MHP’liler nefret ettikleri PKK’lıları affedecekler! AKP’liler “demokratik özerklik” neyin nesidir diye bozuk atacaklar ama Başkanlık Sistemine gönül bağlayacaklar. CHP ve MHP’liler hem Başkanlık sistemine, hem demokratik özerkliğe ateş püskürecekler ama böyle bir Anayasa’ya “hayır” demenin Silivri’deki İntikam Tutuklamalarının devamı anlamına geleceğini bildikleri için itiraz seslerini ancak cılız çıkarabilecekler.
Silivri’de yatan suçsuzlar “biz af istemiyoruz, biz davaların devamını istiyoruz, biz aklanmak isityoruz!” , diye bağırsalar da, onların dışarıdaki canları; içerdekiler işkence hayatından kurtulacağı, eşlerine, oğullarına, babalarına evde nihayet bir tas sıcak çorba içirebilecekleri için sessiz sakin sevinecekler.
Silivri’deki gerçek suçlular ve eli kanlı PKK’lılar da “oh be nihayet yırttık!” , diyerek göbek atacaklar.

***


Bir akşam tek adam (muhtemelen 2014’de) TV’ye çıkacak ve millete teşekkür edecek!
“Ben Anayasa değişikliğini referanduma gerek kalmayacak oy çokluğu ile TBMM’den geçirdim ama bir de aziz milletimin onayını almak istedim. Siz bana şimdilik 5 yıl, inşallah 5 yıl sonra da bir 5 yıl daha (toplam 10 yıl) ülkeyi tek başıma yönetmem için yetki verdiniz/vereceksiniz. Milli irade önümüdeki 10 yıl sizlerin özgürce aldığınız kararla şahsen bana devredilmiştir. Hepinize minnettarım” , diyecek.

***


“Otokrasiler genellikle milli irade tarafından kurulur” sözü bir kez daha tarihe geçecek!
Cüneyt Ülsever / Odatv.com




Bana göre Türkiye’nin asıl meselesi anayasa
değil, “demokrasi
kültürü”.
Dünyanın en ileri, en çağdaş, en demokratik anayasasını yapsak da,
siyasetçilerimiz, bürokrasi, kurumlar bu anayasayı uygulayacak kültürü ve zihniyeti oluşturmadıkça ne yazık ki hiçbir anlamı olmayacak.
Ertuğrul Özkök / Hürriyet




Kimdi o “etki ajanları”

Necip Hablemitoğlu, “Alman Vakıfları’ndan kimlerin yemlendiğini ve neler yaptığını” anlatan bir yazardı.
Öldürüldü.
Katili bulanamadı.
Hatırlıyorum; Hablemitoğlu, Alman vakıflarından Türkiye’de “etki ajanı” gibi çalışanların beslendiğini sürekli yazıyordu.
Dış gezilere götürür.
Seminerlerini destekler.
Projelere para aktarır.
Alman Vakıfları, “kim cumhuriyet değerlerinden vazgeçilmesi gerektiğini söylüyorsa” onlara her türlü desteği veriyordu.
Başta gazeteciler var.
Araştırma kuruluşları.
Ulusal ve yerel gazeteler.
Belediyeler. Sendikalar.
Çevreci örgütler.
Özel üniversiteler.
Üniversiteden profesörler.
Bölücü yapılanmalar.
Şeriatçı örgütler.
Tarikat önderleri.
Cumhuriyeti alttan oyanlar.
Kıbrıs sorununda, Ermeni sorununda, Kürt sorununda kimler; “Verelim kurtulalım, özür dileyelim kurtulalım, bölünelim mutlu olalım” görüşlerinin şu ya da bu şekilde borazanlığını yapıyorlarsa Alman Vakıfları’nın yemlediği kişi ve kurumlar onlar oluyordu.
Hablemitoğlu haklıydı.
Kim Atatürk’e söverse!
Kim Türklüğe küfür ederse!
Kim bölünmeye katkı sunarsa!
Alman Vakıfları onları eğitiyor ve yemleyerek destek akıtıyordu.

***


Hablemitoğlu’nun öldürülmesi üzerine; “Alman Vakıflarından yemlenenlerin isimlerinin ve kurumlarının halka açıklanması” konusu gündemden düştü.
Konu yeniden canlandı.
Başbakan’ın elinde ciddi bir belge mi var, yoksa eski MİT ajanlarından Mahir Kaynak’ın altını çizdiği gibi “Başbakan, Deniz Feneri soygunu ortaya çıkartan Almanya’ya yönelik bir uyarı mı” yapıyor?
Gelmeyin üstümüze!
Biz de geliriz üstünüze!
Her neyse!
Başbakanın amacının CHP’yi vurmak üzerine olduğunu anlıyoruz. Ancak CHP için de altın fırsat doğdu. Muhalefet partisi olarak CHP, son 30-40 yıl içinde Alman Vakıfları’ndan “kimlerin beslenip desteklendiğini, hangi gazetecilerin gezilere götürüldüğünü, hangi araştırma şirketlerine, üniversite hocalarına, hangi çevreci örgütlere, hangi sendika ve belediyelere nelerin ne yolla aktarıldığını ” ortaya çıkartacak bir ciddi çalışmayı yapabilir.
Sonuna kadar kovalar.
Alman Vakıflar kimi yemlemiş, niçin desteklemiş ortaya dökülür. Halk da görür.
Necati Doğru / Sözcü

Yazarın Diğer Yazıları