Sen kimsin be adam
“Âlem nedir?” dedi, çöpçü.
“Dünya”, dedim.
“Üzerindekiler”, dedim.
“Uzay, yıldızlar, galaksiler velhasıl akla gelen her şey” dedim?
Cevabımı nasıl buldu diye yüzüne baktım. Biraz bekledi ve “İsraf” dedi. “Nasıl yani dedim, âlem, israf mı?” “Hiç olur mu?” dedi, “Allah israf etmez, edeni de sevmez!” O hep böyle konuşuyordu. Araları dinleyenin doldurması beceremiyorsa yüzüne bakması gerekirdi. Yine öyle oldu: “Âlem, Allah’ın dışındaki her şeydir” dedi. “Sen bir sürü şey saydın, nefes israf oldu, kelime israf oldu”.
Ne kadar tuhaf adamdı. Süpürgesi, küreği tertemizdi. Elleri kalem tutan ele benziyordu. Bir gün bir şeyler yazıp yazmadığını sormuştum. “Bismillahirrahmanirrahim, kaleme saygım var!” demişti. Onunla konuşurken dikkatli olmak gerektiğini anlamıştım. İncinmesini istemiyordum. “Niçin Bismillah” diye sormak geçmişti içimden ama onun gibi bir insana, “Niçin Bismillah dedin?” denmezdi. Çünkü Bismillahsız işi, kim bilir belki Bismillahsız nefesi yoktu. “Allah kalem üzerine yemin etmiştir. Allah’ın üzerine yemin ettiği kalemi ağzıma alırken Bismillah demesem kaleme saygısızlık olur. Kalem’e saygısızlık, onu yaratan ve üzerine yemin edene saygısızlık olabilir. İhtiyatta fayda vardır” demiş, beni yine şaşırtmıştı.
Onunla geçirdiğim ağır ameliyat sonrası doktor emri üzerine başladığım sabah yürüyüşlerinde tanıştım. Onca insan arasında nasıl dikkatimi çekti hâlâ farkında değilim. Kim bilir belki ben onun dikkatini çektim. İlk diyalogumuzu hiç unutmuyorum. Yürüyüş parkurunda yakınından geçiyordum, seslendi: Sen yavaş yürü! Çimenler arasındaki çekirdek kabuklarını topluyordu. “Peki” dedim, yavaş adımlarla devam etti. Sonra, “Yahu dedim, ben niye her söyleneni yapıyorum ki?..” Sonra, yok dedim, ben her söyleneni yapan biri değilim, bu adam söyleyince itiraz edemedim. Daha doğrusu, teslim oluverdim. Yüzüne bile bakmamıştım. İçimi bir meraktır almıştı. İki kilometrelik parkurda aynı noktaya geldiğimde o yine oradaydı. Çimenler arasında bir tek çekirdek kabuğu bırakmamıştı.
“Niye” dedim “Yavaş yürüyeyim?”
Gülümsedi..
“Sen yavaş yürü!”
Hakikaten herkesten biraz yavaş yürümem gerekiyordu, çünkü kalp yetmezliği teşhisi konmuştu. İyi de, o nasıl bilmişti. Sormak istedim, soramadım. Konuşmaktan hoşlanmadığını hissettirmişti. Nasıl hissettirmişti onu da çözebilmiş değildim. İyi bir gözlemci olsa gerek, diye düşündüm. Kim bilir kaç kalp hastası ameliyat sonrası bu parka düştü benim gibi.
Bir şey söylesem iyi olacak diye geçti içimden. “Çekirdek kabuklarını niye elinle topluyorsun, süpürge ile daha kolay olmaz mı?” dedim. “Teker teker atılmış, teker teker toplamak lazım” dedi. Espri yapıyor sandım. Ardından: “Ölü çalıyı canlı çimene vurmam” dedi, dondum kaldım. Dondum kaldım ve kendimi çöpçünün topladığı çekirdek kabuklarından bir kabuk gibi hissetim. Sanki beni de tutacak elindeki poşetin içine diğer çekirdek kabuklarının arasına atıverecekti. Bu ne biçim çöpçüydü böyle. İşte daha o gün sordum, “Sen kimsin be adam?” diye. Güldü. Eliyle iş gömleğinde yazan “Temizlik görevlisi” yazısını göstererek, “Ben buyum” dedi, yürüdü. Ardından bakakaldım.
Eve dönerken hep onu düşündüm.
O gün akşama kadar aklımda hep o “Temizlik görevlisi” vardı. İçimden, yarın olsa da yine görsem duyguları geçmeye başladı. Hatta ya yarın gelmezse, ya hiç gelmezse diye endişeleri yaşadım. Amma esrarengiz adamdı.. Yaşı yetmiş civarında gibiydi.
Demem o ki...
Kimseyi küçük görmeyin. Belki sizlerle bir gün hemşerilerinin “Deli” dedikleri ve çoğu zaman alaya aldıkları o Karadenizliden de bahsederim. Kendisi ile dalga geçenlere bir gün, “Yapmayın” diyen, “Ben ölünce Türkiye’de bayraklar yarıya inecek” ikazında bulunan ve gerçekten yıllar sonra öldüğünde Türkiye’de bayrakların yarıya indiği o Karadenizliden..
Çünkü o gün..
Onun öldüğü gün, şu günlerde bir suikasta mı kurban gitti diye tartıştığımız Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı Özal ölmüştür.
Ve bayraklar o “delinin” yıllar önce söylediği gibi yarıya inmiştir.