“Sen kimin ailesisin?”
Ankara Eşref Akıncı Kışlası içindeki Mamak Cezaevi’nde tanıştığım cimcimeye ait başlıktaki soru.
Elini uzattı, tanıştık:
- Ben Zeynep...
Pek ciddi bir hanımefendi.
3 yaşındaymış; doğum gününü daha geçen hafta kutlamış; babası da yanında olsun diye, demir parmaklıklar arkasında kesmiş pastasını da!
Sonradan öğrendim, Yarbay Hüseyin Topuz’un kızıymış Zeynep...
Her hafta, aynı yerde, aynı saatte, aynı yüzlerle, aynı hislerle buluşmaya o kadar alışmış ki, daha ilk bakışta “yabancı” olduğumu anlayıverdi. Minicik elleriyle eteğimden çekiştirdi:
- Sen kimin ailesisin?
Bu “Senin baban hangisi?” de demek oluyor aynı zamanda...
“Sen, babanı ne zamandır görmüyorsun?” da demek oluyor...
“Sen de çok özledin mi?” de demek oluyor...
“Sen de çok acı çekiyor musun?” da demek oluyor...
“Sen de çok yalnız mısın?” da demek oluyor...
Yutkundum...
Ne diyeyim bilemedim...
Kabarık balon eteği, kazağı, çorabı, ayakkabıları, tokalarıyla tepeden tırnağa pembe dünyasından seslenen bir çocuğu, duygularını bu iç karartıcı “cezaevi jargonu”yla ifadeye mahkum edenler utansın!
Arkamda millet var!
Sincan ziyaretimde Engin Alan’ın gündeme dair söylediği hemen her şeyi yazdım da sevdiklerinin asıl beklediği mesajı atladım.
Nasıl olduğunu merak edenlere “bomba gibiyim” dedi Alan...
Aktarayım, üzerimde kalmasın.
***
Ha bir de, bireysel başvurudan ne çıkar, tahliye yakın mı, peki ya sonra... Sohbet sırasında bu konuları da açtık açmasına ama ne gam, “Arkadaşlarım içeride kalacaksa... Benimle beraber Apo’nun çıkış yolu açılacaksa...” diyor ve kişisel hiçbir girişiminin, beklentisinin, talebinin olmadığını yineliyor TBMM’nin tek tutuklu milletvekili.
“Meclis kürsüsündeki ilk konuşmanızı merak ediyorum” dedim;
“Gideceğimi nereden biliyorsun” dedi yüzünde muzip bir ifadeyle.
Tavrı siyasi değil, asıl mesaj “patron”a, eşi Nevin Alan’a...
Ayrı ayrı mekanlarda eş zamanlı katlandıkları onca acıdan sonra -kolay değil annelerini kaybettiler, damatlarını ve bir de tabii en güzel yıllarını- anlaşıldı, bir süre Nevin Hanım, kızları ve torunu ne derse o!
Seçim süreci boyunca yazdığım yol izlenimlerini dikkatle okumuş; diğer “patron” u da soruyor bu arada;
“Genel Başkan nasıl?”
Gözlemimi aktarmakla yetindim; cevabı ziyaretine giden MHP milletvekillerinden almıştır.
***
Müyesser Yıldız polemiğe açık bir soru soruyor laf arasında:
“TBMM’ye girdiğinizde BDP’lilerle el sıkışacak mısınız?”
Manidar bir gülümseme yerleşiyor Alan’ın yüzüne:
“Zarfa gelmem...”
Ve ekliyor:
“Yanıma yaklaşabilirler mi?”
Cezaevi kapıları açılıyor ama çıkanların ağzı bir bir fermuarlanıyor sanki; nedir bu “kin tutmayalım, unutalım, kaynaşalım” tavrının nedeni konuşurken, dönüp dolaşıp gizli pazarlıklar, örtülü ittifaklara geliyor söz. Tavrı dik ve net:
“Kimseye ihtiyacım yok, arkamda millet var!”
TCG Mamak...
Kendi adıma en mahcup olduğum an, zaten yapmam gerekeni, görevim, sorumluluğum olanı yaptığım için olağanüstü, mucizevi, eşsiz bir şey yapıyor muamelesi gördüğüm, takdire, teşekküre boğuldum andır...
Gerek yok...
Üstün bir çabanın, gayretin sonucu değil ki Silivri sürecine dair yazdıklarım; sadece gördüğümü anlattım. Bu bir özveri, fedakârlık, cesaret örneği filan değildi; işimdi. Her ayın başında aldığımız maaş bunun; gerçek bilgiyi okura aktarmanın karşılığı değil mi?
Dolayısıyla, Mamak’ta da, Sincan’da da, daha önce Balyoz yargılamasının yapıldığı salonda da, gelen binlerce mektupta da söylenenler, yazılanlar insanın egosuna çok iyi geliyor orası ayrı ama, utandırıyor da!
Sonra nefis bu belli mi olur; ayağımız yerden kesiliverir, şımarıp bu kadarını da yapamaz, yazamaz olur maazallah!
İşin şakası bir yana, biz onlara moral, inanç, neşe, umut aşılayacağımıza, Mamak’taki ’Balyoz Mağdurları’ hazırladıkları sürprizlerle doping etkisi yarattılar.
Hazırladıkları “Fahri Balyoz Mağduru Sertifikası” nı dün paylaşmıştım. Ama tek o değil, bir de TCG-MAMAK kepi sahibi oldum.
TCG, malum; Türkiye Cumhuriyeti Gemisi...
TD-238 de bir kod... TD “Türk Denizcileri”ni sembolize ediyor, 238 de -yanlış bir özdeşleştirme yapmıyorsam- Yargıtay’ın cezasını onadığı “mağdur” sayısı.
Ve birbirinden güzel deri bileklikler. Bir buçuk ay kadar önce gönderdikleri Kemal Atatürk yazılı kırmızı bileklik dar gelince; torpil yaptılar:
Seç, beğen, al...
Bir de sınırlı sayıda deri anahtarlık yapmışlar; çok özel kişilere onlar; yapraklı var, yıldızlı var, “sen mi girdin seçim gecesi trafoya” diye sormak için “kedili” olanı seçtim.
El emeği her hediyenin arkasına Mamak-2014 notunu düşmüşler;
Unutmayalım, unutturmayalım ki bu zulüm başkalarının da kapısını çalmasın diye!
Amerikan çanağı...
“Türk devleti içinde paralel yapı tespit ettiniz mi?”, “Yolsuzluk iddialarının öznesi devlet ve hükümet yetkilileri için cezasızlık söz konusu olabilir mi?”, “Seçim sonuçları yolsuzluk iddialarının gerçek dışı olduğu yönündeki söylemi meşru kılar mı?”, “Türkiye halkı yolsuzlukları önemsemediği için mi Ak Parti’ye oy verdi?”, “Türkiye birinci sınıf bir demokrasi mi?”
ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin Hürriyet’te yayınlanan söyleşisinde verdiği cevaplara dair de bir çok şey yazılabilir ama benim açımdan asıl dikkat çekici olan yukarıda sıraladığım sorular oldu.
Her fırsatta bas bas “stratejik müttefik” olduğunu bağıran iki ülkeden birinde yapılan seçimin diğerini nasıl etkilediği elbette merak konusudur da, bu iş Amerikan elçisini “sömürge valisi” gibi konumlandırmadan yapılamaz mı Allah aşkına?
Hadi Vietnam’a, Kamboçya’ya dönmeyelim; burnumuzun dibinde Irak’ta işlediği insanlık suçları, yaptığı hak ihlalleri, çiğnediği uluslararası hukuk kuralları gün gibi ortadayken ABD mi verecek yani Türkiye’nin demokrasi notunu?
Ricciardone kim ya!
Anayasa Mahkemesi Başkanı mı, Yargıtay Başkanı mı, savcı mı, sosyolog mu, sosyal psikolog mu, muhalefet milletvekili mi; niye onun görüşüne başvuruluyor Türkiye’de devam eden hukuki süreçlerle, “milli irade”nin şifreleriyle ilgili! Oldum olası anlayamamışımdır; bir gazeteci elin adamına ne diye ülkesini yargılatacak-yaftalatacak çanak gibi sorular sorar ki!