Selden kütük kapar gibi
Dün Bülent Ecevit hasta yatağındayken ‘değişimci’ isimler parlatıp DSP’yi bölenler, bugün de
bir komployu kullanarak Deniz Baykal’ı siyaset tarihine gömecek “mezarcı”nın peşindeler!
Ekranlarda değişimi anlatanlara, iktidar yolculuğunu başlatanlara bakıp da aldanmayın. “Tecrübe konuşuyor” aslında. “CHP’yi tanzim etmek isteyenler”i tanıtıyor birer birer. Ne demişti istifa konuşmasında: “CHP’yi tanzim etmek isteyenlere fırsat veriyorum!”
Gördünüz mü “fırsat”ı değerlendirenleri. Kimmiş “tanzimciler” anladınız mı?
“Tecrübe” susarak konuşuyor; sessiz çığlıklarıyla “fırsatçılar”ın maskelerini bir bir düşürüyor; Partide, medyada, sermayede “kel” göründü!
“Siyaset” biraz da ’sazan olmamayı öğrenmek’ işi demek ki... Avcıyı avlayabilmek sanatı; hem de elini kana bulamadan.
Bravo Deniz Baykal!
Menü değişti; yersen(!)
Böyle bir girişten sonra aman ha “Baykalcı” demeyin. “Gazeteci” demek kafi. Çünkü birine destek, öbürüne köstek satırları değil okuduklarınız. Olsa olsa bunu yapanları ifşa.
“Merkez medya”nın Kılıçdaroğlu “yandaş”ı manşetleri beni biraz işkillendirdi! Biri Anıtkabir’den öteki Kandil’den, biri Ankara’dan, öteki Brüksel’den, bir başkası Washington’dan bildiren yazarlarını gösterip “bizde açık büfe, dileyen dilediğini yesin”, diyenlerin “tabldot” servisi huylandırdı.
“Yersen” derler ya... Ne yalan söyleyeyim, benim midem kaldırmayacak gibi... Yiyemeyeceğim. Siz de yemeyin!
En sağından, en soluna, en liberalinden, en tutucusuna, en vicdanlısından, tabu yıkıcısına her bir kalemşorun aynı kanaate “ermesi”ne “aklın yolu bir” demeyeceksiniz herhalde.
Derseniz, ben de derim ki; Ne akılmış be kardeşim, duruyor duruyor, bir tek “operasyon” dönemlerinde geliyor bunların başlarına... Erbakan’ı yollarken... Çiller’i yerken... Yılmaz’ı ezerken... Ecevit’i paketlerken... REFAH-YOL’u dağıtırken... ANASOL-D’yi deviriken... ANASOL-M’yi bölerken...
Bir tek Tayyip Erdoğan yırttı. O da Başbakan olduktan sonra, ebeliğine soyunanlara “Doğurttunuz eyvallah da buraya kadar” dedi de kurtardı paçasını!
Anlayacağınız bir kere daha “mezarcı yandaşı” oldu “merkez” medyamız! Baykal’ı ve temsil ettiği değerleri, AB komiserlerine, CIA ajanlarına koyduğu postaları, yabancılara topraktan egemenliğe her türlü satışa karşı mücadelesini gömmek istedikleri çukuru kazdıracak bir ‘mezarcı’ umudundan ötesi değil onları böylesine heyecanlandıran. Ecevit’i de gömmek istemişlerdi hatırlayın; Derviş, Özkan, Cem methiyelerinden geçilmiyordu köşeleri.
Ya Yılmaz! Bir kaç ihaleye çekilmişti ipi!
Bizden çok eleştiren yok “basına baskı”yı. Ama doğanın kanunu belli: “Yem olmak istemiyorsan yiyeceksin!”
Basın basın olsa canımı dişime takayım; ama sen oturduğun yerden Cumhurbaşkanı’nı atayacaksın, Başbakan’ı atayacaksın, muhalefet liderini atayacaksın. Tek başına iktidar olacaksın yani! Kendi küçük imparatorluğunun güvencesi olacak kapitülasyonları verip kurtaracaksın alî menfaatlerini. Peki ya bu büyük ülke; onu kim kurtaracak senden!
Firesiz cilalama
Masamın üzerinde bir takım gazete olur her sabah. Rastgele başlarım okumaya. Dün Hürriyet vardı ilk sırada. Haliyle 3. sayfadaki Yılmaz Özdil oldu ilk okuduğum yazar. CHP’nin en çok yazıldığı gün, “CHP’yi hep yazarız bugün konumuz Bursaspor” diyordu. Farklı olmak için mi dersiniz? Sürüden ayrılmak için olduğu muhakkak ama farklı olmak için mi? Yoksa, kendi ifadesiyle “El kasediyle gerdeğe giren, mezar soyucusu”na alkış tutmaktan “yırtmak” için mi?
Önce Özdil’in 11 Mayıs 2010 tarihli (aşağıda yayınladık) yazısını, sonra da Doğan Grubu’na bağlı herhangi bir gazetenin, herhangi bir yazarının dünkü Kılıçdaroğlu coşkusunu okuyun; anlarsınız ne demek istediğimi.
Bu arada AKP de ders alsın; 0 fire:
“Baykal’ın çekilmesi CHP’ye oy kazandırıyor”, “Baykal artık yalnız ve eski bir siyasetçidir!”, “CHP’de Kılıçdaroğlu dönemi resmen başlamıştır.”, “Olay bitmiştir...”
O sosyologculuk, siyasal bilimcilik, hukukçuluk, akademisyencilik oynamalar gitmiş, “açık tribün” ağzı gelmiş.
Siyasetin “şampiyonu”nu ilan ediyorlar:
“Kılıçdaroğlu başkan, CHP şampiyon”
Haftasonu CHP kurultayında yapılacak “diğer” anonsu bekliyorum merakla... Saraçoğlu’nda Lugano’yu sırtlayan Fenerbahçeliler’e benzemek de var bu işin sonunda!
Kırıcı genel başkan
“Merkez medya”da “Kral öldü, yaşasın yeni kral” nidaları yükselirken, biri de çıkıp “iyi de katil kim” diye soracaktır herhalde.
Polisiye filmlere meraklı olanlar bilir ama ben yine de tüyo vereyim: Cinayet mahaline ilk gelen kişidir genelde!
Ama önce, “kurban”dan yola çıkıp “katil”e ulaşmayı sağlayacak izleri sürmeli biri:
Kurban CHP’yse;
Veya kurban, ideolojik anlamda bir kişileştirmeye gidersek “Baykal’ın CHP’si”yse; Nuray Mert’in önceki günkü yazısında kullandığı ifade biçimiyle CHP(kurban)’nin “siyaset sahnesinde doldurduğu yer, Cumhuriyet rejiminin ‘kurucu değerlerini temsil eden parti’ olma iddiasıdır” ve CHP(kurban)’yi hedef alanlar “Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri ile sorunlu olan” kesimlerdir!
Cumhuriyet’in kurucu ilkeleri aynı zamanda CHP’nin de “altı ok”la sembolleşen kurucu ilkeleridir.
Demek ki, CHP’yi bugün olduğundan başka birşey yapmaya çalışmak, o oklardan en azından birinin “kırılması” anlamını taşır!
Sorulması gereken ilk soru: Peki hangi ok?
Ve ikinci soru: CHP’nin başına kim ve neden bir “kırıcı genel başkan” ister?
Kandil’den yeni dönen Amberin Zaman’ın dünkü yazısı, anlayana, her iki sorunun da cevabını verecektir: “Kılıçdaroğlu CHP’nin değişime direnen, Kürt sorununun çözümünü sürekli baltalayan, militarizmi kutsayan imajına net bir şekilde sırt çevirmeli. Düşmanları Alevi ve Kürt oluşunu süphesiz onun aleyhinde kullanacaklardır. Bunlara kulak tıkamalı, kompleks edinmemeli. Tam aksine halkın değişim talepleri karşısında Kılıçdaroğlu, AK Parti’den de daha cesur olabileceğini ispatlamalı. Batılı bir diplomatın deyimiyle, CHP’yi salt batı sahillerinden oy toplayabilen ”plaj partisi“ olmaktan kurtarmanın yegâne yolu budur.”
Milli değerlerden kopuş
Zaman’ın bir tür “ötekileştirici silah” gibi kullanmaya özen gösterdiği “batı sahillerinden oy toplayan CHP” yaftası manidar.
Kılıçdaroğlu, kendisine yol arkadaşı olarak “Önder Sav kliği”ni seçtiğine göre, burada “Batı sahilleri” ile kast edilen, ’laiklik’ çizgisini, halkın dini değerlerine düşmanlığa dönüştürmüş ’saplantılı’ zihniyet olamaz herhalde... “Batı sahilleri” ile kast edilen, bana sorarsanız “Faşist İzmir”dir; milliyetçiliktir, ulusalcılıktır, Atatürkçülük’tür, Kuvayı Milliyecilik’tir...
Medyanın “kahin” bakışlılarının Kılıçdaroğlu’nun değişim paketinden beklentisi “AKP’den daha cesur açılımcılık” olduğuna göre, batı sahillerinden koparılacak olan “yeni CHP”nin rotası vatan sathı olamayacaktır; Bir “hat” partisine dönüşecektir CHP.
Baykal’ın şahsıyla değil;
Hatırlayın “Dersim” çatışmasını; Onur Öymen’le de, yani topyekün CHP’ye egemen olan, CHP’yi toplumun “milli değerler”e sahip kesimleriyle barıştıran ideoloji ile de kavgalı; ayrıştırmaya, düşman kardeşler yaratmaya dönük, yaraları kaşımaya meraklı, hem ırka hem de inanca dayalı bölücülüğün önderliğine soyunan, “sol” ile “ulusal sosyalizm”in yollarını ayırıp, “sol” ile “terörizm”inkini kesiştirmeye meyilli bir CHP mi, bu milletin yüzde 40’ının oyunu almaya talip olacak? Bu strateji, bırakın oy kazandırmayı; Baykal’ın son yıllarda “devletin, milletin ve bayrağın birliği”nde buluştuğu milliyetçi kitlelerden aldığı ve hiç de azımsanmaması gereken oyları da kaybettirmez mi?
Hele bir de bu kavga, “düşene vurarak” verilmişse... Yani “vefasızlık” sosu serpiliyse üzerine;
Alırlar yüzde 40’ı... Rüyalarında...
Seçim meydanlarında Baykal’ın muhatap olacağı sorulara cevap veremeyeceklerini iddia eden “değer sahibi CHP’liler”, Kılıçdaroğlu’nun muhatap olacağı, “Düşene bir tekme de neden sen vurdun” sorusuna ne cevap verecekler?
Beş okla olmaz
CHP’yi sel aldı, bu doğru... Ama daha doğru bir şey daha var; Doğal afete uğramadı CHP! Belli ki birileri barajın kapaklarını açtı... Belli ki Baykal partisindeki “bend” görünümlülerin, aslında “kütük kapmak için” bekleyen yağmacılar olduğunun farkında... O da kendi ‘çıkış’ düğmesine bastı; Yarış başladı!
Düşene elini uzatması beklenirken... Sular altında kalan Cumhuriyet tarihine, misyonuna, duruşuna sahip çıkması, can simidi olması beklenirken... Kendi gemilerini kurtarmanın, -belki kendi gemileri olsa da nefis denir affedilir de-, “iç ve dış” dümenlere su taşımanın derdine düşen, yani ihanete sürüklenenlerin su yüzüne çıkmasından başka işlevi olmayacağa benziyor bu selin... Kapağı açanlar, kendi denizlerinde boğulacak sanki...
İş ki, CHP’liler arada bir “okluk”larını kontrol etmeyi ihmal etmesinler... Olur da kurultaydan sonra Anıtkabir’e “beş ok”la gitmek zorunda kalırlarsa...
Cumhuriyet çarpar adamı;
Benden söylemesi!
ABD’yi Ayşe Teyze’yle karıştırdı
Hasan Köni, Vatan’dan Mine Şenocaklı’ya verdiği röportajda Türkiye ile Rusya arasındaki nükleer enerji santrali anlaşmasını şöyle yorumluyor:
“Rusya’ya, ABD’nin izni var. Ama onda da başımıza bir şey gelebilir. Daha erken. Daha ses çıkmadı. (...) Şimdi İran’a karşı yeni yaptırımlar uygulanacak. Amerika’nın kafası ona takılmış durumda. Ondan sonra dönüp bakacak ki Türkiye nükleer anlaşma yaptı, bu ne getirir, ne götürür.”
Sanırsın, telefonda “Aşk-ı Memnu’da akşam ne oldu öyle ayol...” muhabbeti yaparken ocaktaki yemeği yakan Ayşe Teyze, ABD dediği...
Bir eli Honduras’ta, bir eli Irak’ta, bir eli Haiti’de diğeri Afganistan’da, bir yandan Çin’le el sıkışıyor öbür taraftan Orta Asya’daki Türk Cumhuriyetleri’nde konuşlanıyor... Neymiş İran’a bakmadan Türkiye’nin “neler karıştırdığını” gözden kaçırmışmış...
Bunu söyleyen de
profesör...
Hem de siyaset bilimci... Hem de Milli Güvenlik Akademisi’nde öğretim üyesi...
Hem de akademik hayatının büyük bölümünü, Ayşe Teyze’yle karıştırdığı ABD’deki üniversitelerde geçirdi...
Pes yani...
O koltuğa oturan işbirlikçi olur
O koltuğa oturan.. Fırsattan istifa’de edendir.
O koltuğa oturan.. Komplonun ürünü olacaktır.
O koltuğa oturan... Ne kadar hisli ağıt yakarsa yaksın, timsah gözyaşları dökmüş olacaktır.
O koltuğa oturan... Ömrünün sonuna kadar, aynanın karşısına geçip, kendine bile soracağı, “yoksa, tezgâhın tezgâhtarı mıyım acaba” merakının muammasıdır.
O koltuğa oturan... Bileğinin hakkıyla değil.
El kasediyle gerdeğe girendir.
O koltuğa oturan... Liderini ardı arkası kesilmeyen yalanlarla, iftiralarla, sahte belgelerle oradan göndermek isteyenlerin zaferidir.
O koltuğa oturan...
Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir hesabı, “durmak yok yola devam” diyendir.
O koltuğa oturan...
“İstifa istifa” diye linç çığlıkları atıp, amacına ulaşanların rehinesidir. Kucağa oturur.
O koltuğa oturan... İktidarın doğrularını bile desteklese, gizli işbirlikçi olmakla suçlanacaktır.
O koltuğa oturan... (Uyarmadın demeyin.) O koltukta oturamaz. O koltuğa bu şartlarda oturmaya kalkan, mezar soyucusudur... O koltuğu, sahibine, yani Deniz Baykal’a geri vermeyenin, Anıtkabir’e girmesi yasaklanmalıdır!
l Yılmaz Özdil / Hürriyet ( 11 Mayıs 2010)
MİNİ YORUM
Bayram günü
CHP’nin derdine düştük, ‘bizim günümüz’ü unuttuk. Ama siyasi partiler de dahil Cumhuriyet’in kurumlarına sahip çıkmak da Cumhuriyet’e katkı sayılır herhalde... Atatürk’ün, ne yazık ki Gençliğe Hitabe’deki bütün uyarılarını gözardı etmenin bedelini ödediğimiz bugün; yine de umudum “zihin tarlası sürülmemiş” gençlerde. Bayramınız kutlu olsun....