Selcan Taşçı'nın yazdığı o şey oluyor!
Birilerine göre Türkiye bir masal ülkesi ve bizler de o masal ülkesinin prens ve prenseslerinden oluşan kahramanlarıyız.
Yahu burada bir de Keloğlan ile anası olması lâzım dediğimizde ya yapılan işleri çekememezlikle suçlanıyoruz, ya Ergenekoncu olmakla damgalanıyoruz.
AB ve ABD Türkiye’ye muhtaç, görmüyor musun; ülke petrol ve doğalgaz üssü haline geldi kör müsün; komşu ülkelerle problemleri sıfırlıyoruz, daha ne arıyorsun; demokrasiyi getiriyoruz, yoksa halk düşmanı mısın; yoksulluk ve yolsuzlukla mücadele ediyoruz, nankör müsün diyorlar.
Yahu Keloğlan diyoruz, maliye müfettişlerini gönderiyorlar, anası diyoruz, telefonlarımızı dinliyorlar..
Peki bizim değil başkalarının söyledikleri ne olacak?
Mesela Dünya Bankası, “Türkiye” diyor, “İş yapma kolaylığı ve istihdama uygunluk konusunda 183 ülke arasında 145’inci sırada!” Yani diyor, ülkenizi öyle bir hale getirmişsiniz ki, orada ne iş yapılabilir, ne istihdam sağlanabilir. Yani, önünüzde işsizlik var, haberiniz olsun. Genç iş kadınlarından Pınar Eczacıbaşı da, “İşsiz gençler bir gün elimizde patlayacak” diyor ve ilave ediyor: “Toplumda birçok hadise işsizliğe dayanıyor.”
TÜİK’in araştırmasına göre ise yılda 200 kişi açlıktan ölüyor. Ben bu araştırmaya gülerim, eğer açlıktan ölen ve yeterli beslenemediği için yakalandıkları hastalıklar sebebiyle kara toprağa girenlerin sayısı on binlere varmıyorsa ben bu ülkede yaşamıyorum demektir. Neler görüyoruz, neler. Ama böyle bir ülke televizyonlarında en çok seyredilen programlar yemek programları. Her gün en dindar kanalından halka ve dine en kindar olanına kadar bütün televizyonlarda onlarca çeşit yemeğin tarifi yapılıyor, “Yemekteyiz” deniyor, yemek mi yeniyor, yarışanlar birbirlerini mi yiyor, belli değil. Kimi o tarife göre yemek yapıyor, kimi seyredip yutkunuyor. Millet açlıktan ölürken bazı televizyonlarda surata yaş pasta atma yarışmaları düzenleniyor; ömründe yaş pasta yememiş çocukların içinden o yarışmayı seyrediyorken kim bilir neler geçiyor!
Bir insan kaynakları sitesi yöneticisi iş ilanları yüzde 55 azaldı, iş başvuruları ise yüzde 25 arttı diyor, bilmem sesini duyan var mı?
Bu kadar mı?
Keşke...
ANKA ajansı, Bağımsız Eğitimciler Sendikası’nın yaptığı bir araştırmayı geçmiş, ben de Yenişafak’ta okudum.
Türkiye’de her çocuk 9 bin 825 TL. borçla doğuyormuş. Dört kişilik bir ailenin şahsi borçla birlikte 39 bin 300 lira borç stoku varmış.
Türkiye’nin 75 bine yakın gayrimenkulü satıldı, paralar nereye gitti? Bir özelleştirmedir tutturdular, en değerli, en gelir getiren ve en stratejik müesseseler birkaç yıllık kârları karşılığı ellerin oldu, yapmayın dedik, cahillikle, Türkiye’yi kurtarmaya soyunmuş hükümet tekerine çomak sokmakla suçlandık, sonra ne oldu?
Onu da biz söylemeyelim, iktidarın her yaptığına “Vallahi çok iyi yapıyorlar” muhtevalı methiyeler döşeyen Vakit’in 22 Eylül 2009 tarihli Ekonomi sayfası söylesin:
“Türkiye’nin 72 milyon kişilik iştah kabartan pazarını sağmaya devam eden yabancılar Türkiye’de kazandıklarını kendi ülkelerine götürmüş. Ocak 2002-Temmuz 2009 tarihleri arasındaki 7,5 yıllık dönemde Türkiye’deki doğrudan yatırımlardan elde ettiği kârların 34,5 milyar dolarlık bölümünü ülkelerine transfer ettiler.”
Yani ne bekliyordunuz!
Bizim işin başında söylediğimizi birilerinin işin sonunda söylemesi şart mı?
Böyle bir Türkiye elbette 183 ülke arasında iş ve istihdama elverişlilik açısından 145’inci sıra gibi bir çağdışı görüntü verir ve her çocuk 10 bin liraya yakın bir borçla doğar!
Bütün bunların sonu nedir derseniz, onu da Selcan Taşçı 12 Ağustos’ta yaptığı “Mini Yorum” unda söyledi, bilmem dikkatinizi çekti mi:
“Adam camekânı şöyle bir inceledi. Tek tek özelliklerini öğrendi. Tek tek fiyatlarını sordu. Bazılarına iç geçirdi. Bazılarına burun kıvırdı. Arkasındakiler homurdanmaya başlayınca birini seçti. Fiyatı tekrar sordu. Elini cebine soktu, sonra diğerine, sonra filesinin içini karıştırdı. Vazgeçti. Bir iki adım attı, geri döndü. ’En ucuzundan ver’dedi. Tek tek çıkardığı bozuklukları ’en ucuz’u almaya yetecek kadar denkleştirdi. Satıcıya uzattı. Diyaloğun mekânı bir fırındı. Bir somun ekmek almak için yirmi dakika düşünen bir adam gördüm dün sabah.”
İşte bu masal değil gerçeğin ta kendisi..