Şekil kutsanırsa içerik ölür!
“Önemli olan insan ‘olmak’ mı, insan ‘gibi olmak’ mıdır?” türünden bir soruyla karşılaşanlar bu soruya nasıl bir cevap verirler? Büyük bir ihtimalle buna kitlelerin büyük bir kısmı “İnsan olmak daha önemlidir” diye cevap verir. Soru olgulardan birini dışarıda bıraktığı için insanlar zorunlu olarak önem durumuna ve önceliklerine göre şıklardan birini cevaplar. Soru daha açıkçası şöyle de sorulabilir; ‘Sizce şekil mi, içerik mi daha önemlidir?’
Aslında soruyu bütün felsefi, ideolojik ve dini yapılar için genelleştirerek sormak da mümkündür. Bu durum karşımıza biçim ve içerik, görüntü ile gerçek, zarf ile mazrufu çıkarır. Bu girişi Ahmet Taşgetiren’in “Trafik Kuralları ve İslam” başlıklı yazısı dolayısıyla yapmak zorunda kaldık. Taşgetiren yazısında “Avrupa’da ya da Amerika’da insanlar trafik kurallarına daha çok uyuyor, birbirinin hukukuna daha çok saygı duyuyorlar!” diye yazıyor. Ardından da “Bizde neden olmuyor?” diye bir soru soruyor. Taşgetiren kendi sorduğu soruyu “yaptırım, denetim, ceza ve İslam’ın içselleştirilmemesi” noktalarına dikkat çekerek cevaplandırmaya çalışmış. Sorun burada Müslüman’ın görüntüsünün mü gerçeğinin mi daha çok özümsenmesi gerektiği noktasında yoğunlaşmaktadır.
Hemen başında söylemek gerekir ki, insanların Avrupa ve Amerika’da kurallara uymasını nasıl ki Hıristiyanlığa bağlamak mümkün değilse Müslüman ülkelerde de kurallara daha az uyulmasını İslam’la ilişkilendirmek doğru değildir.
Öncelikle sorunun dinsel olmaktan daha çok kültürel ve sosyolojik olduğunu düşünmek gerekir. Batı toplumları trafik ya da diğer olgularıyla ilgili kuralları kendi kültürel ve sosyal gerçeklerinden türetmişlerdir. Doğu toplumlarında ise örnekte ifade edilen kuralları büyük ölçüde kendi iklim, coğrafya, kentleşme ya da kültürel yapılarının gereği olarak değil, başka bünyeler için üretilmiş olanlardan ithal edilmiştir. Kaldı ki, cemaat yapısının ağırlıklı olduğu toplumlarda bireyci davranışların oluşmasında sıkıntı çekilmesi çok da anlaşılmaz değildir.
Diğer yandan ‘hars’ ile ’medeniyet’ birbirinden çok ayrı şeyler değildir. Birisi alınıp diğeri dışarıda bırakılamaz. Medeni araçların kullanımı için ona uygun hars da gereklidir. Maddi kültürde -ki ona medeniyet diyelim- meydana gelen değişmelere, manevi kültür -ona da hars diyelim- gecikerek uyum sağlarlar. Buna da toplum biliminde ‘kültürel gecikme’ denir. Bu bağlamda düşünülürse bir makineye, teknolojiye, yapıya ya da kurala sahip olmak başka bir şey, onu yapılış amacına uygun bir biçimde kullanmak ise daha başka bir şeydir. Bir toplumun disiplin, sorumluluk, dakiklik, duyarlılık anlayışına uygun bir biçimde konulmuş olan bir kural ya da ilkenin bu hassasiyetleri düşük olan başka toplumlarda uygulaması aynı olmaz.
Kentleşmenin geç oluştuğu yerlerde kent kurallarının geç yerleşmesinden daha doğal bir şey de olamaz. Ayrıca araçlar için park yerine duyulan ihtiyaç, aracın bulunmadığı yerlerde duyulmaması da doğaldır. İnsanların yalnız trafik kurallarına değil, diğer bütün insani ve ahlaki kurallara uyma konularında da aynı ilkeler geçerlidir.
Başkalarının hukukuna saygının ve kurallara uymanın elbette dini bir cephesi de vardır. Ancak, günümüzde Müslüman ’gibi olmanın “; Müslüman ’olmanın’önüne geçtiği de bir vakıadır. Türkiye gibi dinin şekiller, ritüeller ve merasimler manzumesinden ibaret olarak görüldüğü yerlerde toplumu ve insan ilişkilerini düzenleyici işlevi de zayıflar. Diğer yandan din tehlikeli bir biçimde siyasallaştırılıp ve metalaştırılırsa ondan geriye Türkiye örneğinden olduğu gibi bir türban bir de çarşaf tartışmaları kalır. Günümüz dindarlığı dini ‘şekil’e, bilim ‘nakil’e indirgediği sürece ne dinin ne de bilimin toplumu ve ilişkileri düzenleyici dolaylı işlevinden söz edilebilir. Şekil fazla abartılıp kutsallaştırılırsa esas ve içerik ikinci plana düşer.