Şehitlerin hesabını kim verecek?
Yedi yıldır PKK’yı himaye eden, TSK’nın Kuzey Irak’a girmesini yasaklayan Amerika mı şehitlerimizin hesabını verecek? Yoksa iktidarını ayakta tutmak için ABD’ye teslim olan AKP mi?..
Türkçemizde ne güzel “aflar” vardır, bunlardan biri de şu:
“-Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü?..”
Her eylemin arkasında ilk bakışta görülmeyen ya da sezinlenemeyen bir neden bulunduğunu mizah içeriğiyle anlatabilecek bir başka tümce bulabilir misiniz?..
AKP’in Kürt açılımı evlere şenlik bir biçimde başladı?..
Peki birdenbire neden böyle bir girişime gerek görüldü?
Bu konuda medyada ileri sürülen nedenler, gerekçeler açıklamalar genellikle şu noktada birleşiyor:
- Amerika Irak’tan çekiliyor, PKK bundan böyle ayakta duramaz, Kürt sorununu çözmek için tam zamanıdır, Obama’nın isteği bu...
Gerçekçi bir açıklama...
Ama Türkiye için tüyler ürpertici bir açıklama... Demek ki şimdiye kadar PKK’nın arkasında Amerika vardı...
Asıl düşman PKK değil, Amerika idi...
Peki, Türkiye’nin yedi yıldır bunca şehit vermesi Amerika’nın PKK’yı koruyup kollaması yüzünden değil mi?
Gerçeği tüm boyutlarıyla kavramak için biraz geriye gidelim... Amerika Irak’ı işgal etmeden önce Türk askeri istediği zaman Kuzey Irak’a girip teröristlere karşı öngördüğü operasyonları yapabiliyordu...
PKK’nın çanına ot tıkamıştı...
Amerika Irak’ı işgal ettikten sonra K. Irak’ta PKK’yı himayesine alıp Türk askerinin başına çuval geçirdi...
TSK artık Kuzey Irak’a giremiyor... Çanına ot tıkanan PKK’nın yeniden canlanması, yeni yöntemler keşfetmesi Amerika’nın himayesi sayesindedir...
Bunu ben söylemiyorum...
Kim söylüyor?..
Yaşanan olaylar tarihe not
düşüyor...
Herkesin söylediği gerçeği bir kez daha yineleyelim:
Amerika Kuzey Irak’tan çekildiğine göre PKK’nın sonu gelmiş... Artık Talabani de Barzani de uslu durup yola geleceklermiş... Türkiye için yeni bir dönem başlıyormuş... Yedi yıldan beri PKK terörünün arkasında Amerika olduğu daha başka nasıl anlatılabilir?..
Peki değişen ne?..
Demek ki Amerika’nın artık PKK’ya ihtiyacı yok...
Türkiye’ye ihtiyacı var...
Soru:
Yedi yıldır verdiğimiz şehitler ne olacak?..
Yedi yıldır PKK’yı himaye eden, TSK’nın Kuzey Irak’a girmesini yasaklayan Amerika mı şehitlerimizin hesabını verecek?..
Yoksa iktidarını ayakta tutmak için, PKK’yı himaye eden ABD’ye teslim olan AKP mi şehitlerimizin hesabını verecek?..
Ak sakallı Tarih Baba’nın bu sorusu, artık güncel siyasette de gündeme girmiştir...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet
Emperyalist ABD’nin ‘yeni dünya düzeni’ oyununda bir ‘piyon’ gibi kullanılan AKP, planın ‘Ortadoğu
ayağı’ için elinden geleni yaparken, milli menfaatlerimizi yok saymaya devam ediyor.
++++++
Ve köşe yazarları koştular...
ANLADIĞIM kadarıyla “Kürt açılımını” iktidardakilerin dili açmaya varmayınca demokrat fikir sahibi köşe yazarlarını çağırdılar.
Demokrat fikir sahibi köşe yazarları koştular...
Televizyonda gördüm; önde Cengiz Çandar, Hasan Cemal, Oral Çalışlar, Fehmi Koru... Arkalarında Zaman’dan, Yeni Şafak’dan, Star’dan, Sabah’tan, Taraf’tan diğerleri...
Sordum bizimkilere:
“Nereye koşuyorlar?...”
“Açılımı açmaya...”
Biliyorsunuz; Cumhurbaşkanı utanıp ortaya attığı “Kürt açılımını” açmayı Başbakan’dan beklemişti... Başbakan da utanıp açılımı açmayı İçişleri Bakanı’na bırakmıştı... İçişleri Bakanı da utanıp açılımı açmayınca...
İşte “açılımı” açmayı demokrat fikir sahibi köşe yazarlarına bıraktı...
Çünkü bu düşünür köşe yazarlarının ortak özelliği; ya onlar AKP gibi düşünürler, ya AKP onların düşündüğünü yapmıştır...
Dolayısıyla Cumhurbaşkanı’nın utanıp Başbakan’a bıraktığı... Başbakan’ın utanıp İçişleri Bakanı’na attığı... İçişleri Bakanı’nın utanıp söyleyemediği “açılımı” onlar adına en iyi kim açabilirdi...
Demokrat fikir sahibi köşe yazarları...
İçerde neler oldu, açılımı nasıl açtılar, kim ne dedi, fazla bilmiyoruz...
Bakan içerden çıktığında makam arabası yerine koruma polisinin sırtına binmediyse bile, saçları dikine dağınık ve gözlerinden birisi hafif küçülmüştü...
Anladım ki bizim çocuklar ona “açılım” konusundaki değerli fikirlerini söylediler...
Ve Bakan kapısı açılamayan asansör sendromuna girdi, çıkamıyor...
Peki “açılım” ne oldu?..
Yine de açılamadı.
Türk halkı hâlâ; Cumhurbaşkanı’nın “Bu tarihi fırsatı kaçırmayalım” dediği... Başbakan’ın “Güzel bir nokta” diye tanımladığı... İçişleri Bakanı’nın aşama olarak “kısa, orta, uzun” diye üçe ayırdığı “açılımın” ne olduğunu bilmiyor...
Çünkü söyleyemiyorlar...
İçinde ne var?...
Neler öngörüyor?..
Ne yapılacak?..
Bir tek orası belli değil...
* Bekir Coşkun / Hürriyet
++++++
Parasını isteyen şirkete ‘mafyatik baskı’
Taraf gazetesi, alacağını isteyen Sabah gazetesini sindirmek için uydurma haber yayınladı.
++++++
Sivil darbe
Madde bİr... Türkiye Orta Asya’dan uzanan siyasi fay hattındadır. Afganistan, İran, Irak’taki ani sallantı Türkiye’yi mutlaka etkiler. En yakın tarihli örneğini çok değil 30 yıl kadar önce yaşadık: İran İslam Devrimi (Şubat 1979) bütün dengeleri sarstı. Sovyetler aynı yılın sonunda Afganistan’ı işgal etti. Aradan bir yıl bile geçmedi, Türkiye’de 12 Eylül darbesi yaşandı. Bugüne dönersek; aynı coğrafyada taşlar yine yerinden oynuyor. ABD’nin (tıpkı Sovyetler gibi) Afganistan savaşını kaybettiği belli. İran’da 30 yıl sonra ilk kez halk sokağa döküldü, rejim sallandı. Washington gelecek yıl asker çekeceği Irak’a (Kürtlere) vasi arıyor. Türkiye 12 Eylül’den bu yana en ciddi darbe tehlikesini yaşıyor. (Üniformasız olduğu için kimileri demokrasi dalgası sanıyor. 12 Eylül’den önce de öyle düşünenler, devrimin kapıda olduğunu hayal edenler vardı. 12 Mart’ı, 9 Mart’la karıştırıp sevinenler olduğu gibi. Hayret hep aynı isimler!)
Madde İkİ... Türkiye’nin rotası ancak darbelerde değişir. 27 Mayıs 1960 Türkiye’nin en demokratik anayasasını getirdi. 12 Mart 1971 darbesi o ceketin Türkiye’ye bol geldiği gerekçesiyle yapıldı. 12 Eylül 1980 darbesiyle Türkiye siyaseten ve ekonomik olarak dışa açıldı. 28 Şubat’ın hemen ardından AB ve küreselleşme yoluna girildi. Ayak sesleri duyulan sivil darbenin misyonu da hiç kolay sayılmaz: Kürt meselesi... Sadece dağdaki savaşı bitirmek yetmez. Türkiye’nin bölge Kürtlerini koruması lazım. Kime karşı? Araplara, acemlere karşı... Dahası da var. Kürt (ve Arap) petrolüne güvenli güzergâh ve liman gerekli. O işi de Türkiye’nin üstlenmesi planlanıyor.
Madde üç... Bugüne kadar ABD onaylı darbeleri hep asker yaptı. Çünkü o darbelerin sivil tabanı ulusalcı/milliyetçi/muhafazakârdı. Aynı tabanın Kürt meselesinde kullanılması düşünülemez. Dolayısıyla üniformalı darbe yerine sivil darbe denenecek. ABD’nin diğer sadık müttefiki cemaat güçleri cepheye sürülecek. Yeni darbenin neferleri kadar mühimmatı da farklı seçilecek. Ergenekon davası ve polisleri... Vergi memurları ve cezaları. Her türlü muhalefeti diz çöktürmeye yetecek gibi gözüküyor.
Madde dört... Cumhuriyetin iki fobisi laiklik ve üniter devlettir. Darbe marifetiyle Kürt meselesini çözmeye kalkanlar... Öyle bir tabana oturuyor ki... Her iki fobi eşanlı hortlayacak. Türk milliyetçiliği ve kökten laiklik azacak. Çatışma ortamında, olan yine işinde gücündeki vatandaşa, size-bize olacak!
Madde beŞ... Kürt meselesi, daha taze demokratların, hatta ABD’nin bile umurunda değilken... Bu acele neden? Kimin acelesi var. Bizim mi, ABD’nin mi? Yoksa “Türkiye modeli” için bu sorunun da önemi kalmadı mı?
* Enis Berberoğlu / Hürriyet
++++++
MİNİ YORUM
Demokrasi üniformalılar
Mahir Kaynak “isyan” etmek üzere yazdığı yazıda medyada cumhuriyetin kuruluş değerleri ile demokrasi üniforması giyenler arasında savaş yaşandığından söz etmiş. Kaynak’a göre “demokrasi üniformalılar” kazanacak. Cumhuriyet değerleri için savaşanlar ise ‘hukuksuzluk’tan dem vurarak boşa kürek çekiyor. Çünkü asıl olan hukukun değil, siyasetin kazanması. Bu, hepimizin çekebildiği bir durum fotoğrafı. Hepimizin yapamadığı, iyi ki yapamadığı ise ben kahraman değil gözlemciyim diye kenara çekilip, durumu olağan saymak ve beyhude çabalayarak risk almaktan kaçmak...