Şehit tabutu ile portakal sandığı arasındaki farkı bilmeyenlere ithaf
Lekesiz, tertemiz, jilet gibi ütülenmiş olan bayrağa sarılı tabut, özenle yerleştirildiği özel aracın içinde ağır ağır ilerliyor. Aracı kullanan şoför, camdan bir kalp taşıyor gibi dikkatli, sarsılmamasına azami özen gösteriyor “yolcu”sunun.
Hemen arkalarında bir başka araç var. Görevi bayrağa sarılı olan o tabutu korumak. Korumalık görevini üstlenen kişi alelade biri değil. Aynı bayrak gibi pırıl pırıl üniforma içinde yüksek rütbeli bir subay. Yer yer dolan gözlerini bir an olsun ayırmıyor önündeki araçta taşınan bayrağa sarılı tabuttan.
Yol uzun...
Yanlarından başka araçlar geçiyor kimi zaman; çiftçiler, kamyoncular, aileler, gençler, yaşlılar...
Solladıkları aracın içindeki bayrağa sarılı o tabutu farkettikleri anda saygı duruşuna geçiyorlar. Farlarını aşarak “farkında olduklarını” gösterip kenara çekiliyorlar.
Bir , iki, üç...
Derken bir anda onlarca araçlık bir “koruma konvoyu” oluşuyor bayrağa sarılı tabutu taşıyan aracın etrafında.
Ne acı, ne çaresizlik, ne yakarış... Sahneye en / tek hakim duygu:
Saygı!
***
8 şehit verdiğimiz PKK baskınında belinden yaralanan gazi Erhan Yakut’un otobüsle evine gönderildiği günün gecesinde CNBC-E’de yayınlanan “Taking Chance / Chance’i almak” filminin birkaç dakikalık bölümüydü yukarıda aktardığım.
Irak işgali sırasında hayatını kaybeden bir Amerikan askerinin evine teslim ediliş hikayesini anlatan filmin 78 dakikası da benzer karelerin bileşimi aslında.
Phelps Chance hayali bir karakter değil. 1984 yılında doğmuş ve 2004’te yani 20 yaşındayken Irak’ta Ramadi’de hayatını kaybetmiş bir Amerikan askeri.
Yani;
Chance’in (veya ondan geriye ne kaldıysa artık onun) Irak’tan törenle uğurlanışı, ailesinin “görmek istemiyoruz” demesine ve törende tabutun kapağını açtırmama kararına rağmen terzilerin ölen asker için mükemmel bir üniforma hazırlayışı ve bu üniformanın giydirilişi, onu taşıyan uçağın havaalanında törenle karşılanışı, ailesine teslim edilecek özel eşyaların labaratuvar ortamında dikkatle temizlenişi, cenazenin ailenin yaşadığını kasabaya gönderiliş biçimi, ölen askerini korumakla görevli komutanın sabaha kadar gözünü kırpmadan bekleyişi, ölen askerin Irak’taki komutanının aileye yazdığı mektup, spor salonunda yapılan milliyetçilik duygularının doruğa çıktığı tören, ellerinde Amerikan bayrakları taşıyan çocukların tören alanından mezarlığa kadarki korteji, bayraklar, bayraklar ve yine bayraklar; tümü yaşanmış bir hikayenin öğeleri!
Abartı mı?
Obama’nın ölen Amerikan askerlerini karşılamak için gecenin bir yarısı havaalanına gidip nasıl hazırolda durduğunu hatırlamadınız mı?
Bir de şimdi Erhan’ı getirin yeniden gözünüzün önüne... Eşofmanı, terlikleri, tek başınalığı, bir kenara atılmışlığını...
Adeta saklanarak, gözden kaçırılarak karga tulumba, kargo paketi gibi “dağıtımı” yapılan diğer şehit cenazlerini canlandırın gözünüzün önünde...
Amerika’nın savaş dediği şey düpedüz işgal; bu tartışılmaz. Onlar için demokrasi yayma faaliyeti olan şey; bizim nazarımızda cinayet, katliam, vahşet...
Hal böyleyken bir dakikanızı ayırın ve onların dünyanın bir ucuna “öldürmeye” basbayağı “katil olmaya” yolladıkları askerlerini sahiplenişleriyle, bu ülkenin, bu devletin, bu toplumun vatan-millet ve devleti “savunurken” can veren evlatlarına reva gördüğünü kıyaslayın!
Ve şimdi;
Ben olsam şapkamı önüme alır, “af” diler, adabımla çeker giderdim ama...
Siz bilirsiniz bu kıyası yapıp da hâlâ atmıyorsa üstünden sizi koltuklarınız, en azından utanın!
Hani yıllardır gevelediğimiz bir “Biz batının yaşam tarzını, değerlerini değil tekniğini örnek alıyoruz” hikayesi var ya... Unutun gitsin, nasıl olsa onu da beceremediniz... Unutun ve ABD’nin “şehidine verdiği değeri” örnek alın, ana kuzularını “kıymet” saymanıza yarayacaksa!
+++
Cenaze namazında
saf tutmadığına şükredin
Sosyal medya çalkalanıyor; vay efendim Mümtaz’er Türköne nasıl olurmuş da PKK’lıları kast ederek “Devlete başkaldırdığı için öldürdüğü kişinin başında devlet adını verdiğimiz heybetli varlık, diz üstü çöküp, başını iki elinin arasına koyup hüngür hüngür ağladığı zaman, işte o zaman devlet kendisini yaşatacak enerjiyi de, gücü de bulmuş olur. Öyleyse, böyle bir devletin vatandaşları sıfatıyla o üç kız çocuğu için hep birlikte üzülelim” dermiş!
Sahiden de mi şaşırdınız yahu?
İyi de neden?
“Kürt Meselesinin Çözümü; Türkiye Modeline Doğru Çalıştayı” adıyla 1 Ağustos 2009 günü, Polis Akademisi Anıttepe kampüsünde, dönemin İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın davetiyle, dönemin Polis Akademisi Başkanı Zühtü Arslan ve Polis Akademisi Araştırma Merkezleri Başkanı İhsan Bal başkanlığındaki “açılımın açılış merasimi”ne katılan 12 -MHP lideri Bahçeli’nin ifadesiyle “kötü adam” -dan biri de Türköne değil miydi?
Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Habur’da neredeyse göbek atıp, gerdan kıra kıra terörist karşılamaya götüren sürecin miladı Türköne’nin de yüksek fikirleriyle katkı sağladığı(!) o toplantı değil miydi?
Hem, Irak’ta milyonlarca masum/sivil insanı katleden, binlerce Müslüman kadının ırzına geçen, cami bombalayan, kimyasal silahlarla Türkmen şehirleri dahil Irak’ın birçok noktasında soykırım metodu uygulayan, çocukları sakat bırakan ABD’li “küresel teröristler” için “Kahraman kadın ve erkek Amerikan Askerlerinin sağ salim evlerine dönmeleri için dua ediyorum” diyen Erdoğan’ın “vekili” olmaya aday olan birinden ne bekliyordunuz ki?
Şükredin “Haydi hep birlikte “yavru teröristler”in cenaze namazına saf tutmaya” demedi!
Ha bu arada, isterseniz bu yazıyı kesip saklayın... Ki bu modelleri, bir gün paçavralarla bezenmiş musalla taşının karşısında “helal olsun” derken görürseniz yine dünkü gibi “ay nasıl olur” çığlıkları atmayın, şaşırmayın!
+++
El âlemse viaypi
bizimkiyse niyazi
Libyalı yaralı muhalifler, özel uçakla Türkiye’ye getirildi. Özel ambulanslarla özel uçaktan indirilen Libyalılar, özel doktorlar ve özel eskortlar eşliğinde, özel hastanelere götürüldü.
Tunuslu yaralı muhalifler, özel uçakla Türkiye’ye getirildi. Özel hastanelere götürülmek üzere, İstanbul Sağlık
Müdürlüğü tarafından özel olarak karşılandı. Ancak, çok ayıp edildi... Çünkü, aprona, 9 yaralı için sadece 8 özel ambulans getirilmişti. 2 yaralı sıkış tepiş gitti.
***
Yemenli yaralı muhalifler, Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı ve Milli İstihbarat Teşkilatı koordinasyonunda, özel uçakla Türkiye’ye getirildi. Tunus rezaletinden ders alınmıştı... Bu sefer, 10 yaralı için 11 özel ambulans getirildi.
***
Mısır’da bulunan Filistinli yaralılar, Mısır’a gönderilen özel uçakla Türkiye’ye getirildi. Filistinli yaralılar özel ambulanslara alınırken, refakatçilerine özel araçlar tahsis edildi.
***
Başbakan Yardımcımız Ali Babacan, Libyalı muhaliflere verdikleri 100 milyon doların 1.100 kilo geldiğini, maazallah özel uçak taşıyamaz, düşer müşer diye, 90 milyon dolarını elden, bavulla verdiklerini, 10 milyon dolarını özel uçakla gönderdiklerini açıkladı. (...)
Eski Genelkurmay Başkanımızın zırhlı makam audi’si, özel uçakla Türkiye’ye getirildi.
***
Cumhurbaşkanımıza Kazakistan tarafından hediye edilen beygir, özel uçakla Türkiye’ye getirildi. Özel uçağa, özel kafesiyle yüklenen beygir, özel veteriner ve özel seyisi eşliğinde seyahat etti, özel eskortla Veliefendi Hipodromu’na götürüldü. Ancak, özel uçakla onca yoldan gelen beygire büyük saygısızlık edildi... Çünkü, İstanbul’daki hipodromda değil, Cumhurbaşkanımızın arada bir okşaması için, Ankara’da bulunması gerekiyordu. Haaadi bakalım, özel kafesiyle, özel veterineri ve özel seyisiyle, özel beygir taşıma aracına yüklendi, özel eskortla, Atlı Spor Kulübü’ne götürüldü. Sarsıldı yani, yoruldu, business class beygir.
***
E hal böyleyken...
Dün, hurriyet.com.tr’de okuyorum.
***
Beygiri “viaypi” getiren arkadaşlar, Hakkâri’de 8 şehit, 16 gazi verdiğimiz baskında, beline şarapnel yiyen onbaşı Erhan’ı otobüsle göndermişler evine... Ankara-Bursa yolundaki benzin istasyonunda inmiş otobüsten, topallayarak, sabahın köründe, beşte... Ayağında terlikle.
***
Canlarını verdiler, karakolu vermediler, bunlar bırak uçak biletini, ayakkabı bile vermemişler çocuğa... Zaten, otobüs parasını da babası göndermiş, komşudan borç alarak.
***
Şehitleri kamyonet kasasında gönderdiklerini görmüştük, bunu ilk kez görüyoruz.
***
Ve, aslında şükrediyoruz... İstanbullu olsaydı, ak’bil bul, metrobüse bin git de diyebilirlerdi.
Yılmaz Özdil / Hürriyet
+++
Elinde sopa tutarak Başbakan Erdoğan’la konuşan Obama daha bir hafta önce Adana’daki gizli bir üssü ilan etmedi mi? Suriye muhalefetine lojistik desteğin buradan sağlandığını, plan ve operasyonların burada hazırlandığını açıklamadı mı? İran söyleyince niye şaşırıyoruz ki?
Can Ataklı / Vatan
+++
Dizine vurur insan...
Hani kurgu filmlerde, bedeni parçalandıkça kahkaha atan yaratık gibi millet...
Sanki bir başka ülkenin altını üstüne getirdiler...
Şu ülkenin içine düştüğü bataklık, şu yıkım, şu parçalanma, şu yuvarlanış, şu lime lime ediliş...
İnsan başını kaldırıp bakar...
Dizine vurur insan... Artık görür... Anlar... Fark eder... Yanar... Bağırır... Çağırır... Ağlar...
Biraz olsun içi yanar ve sorar:
“Peki, nereden geliyor şu tabutlar?..”
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
ABD’den terör örgütüne
sınırötesi operasyon yetkisi!
PKK sınırdan geliyor, vuruyor, çıkıyor; yine geliyor yine vuruyor, yine çıkıyor; siz ise sınırın ötesine geçemiyorsunuz. Onlar terörist siz ABD dostu bir devletsiniz hesapça. Ancak onlara ABD tarafından tanınan sınır ötesi operasyon özgürlüğü size tanınmamış. Ve siz bu acı duruma şehit vererek katlanıyorsunuz... Şemdinli ve Hakkâri’de inceleme yapan CHP heyeti üyelerinden Alaattin Yüksel diyor ki: - PKK’nın Hakurk ve Haftanin kampları sınıra çok yakın, oraya kaçıyorlar sonra dönüp yeniden eylem yapıyorlar... Aynı heyette yer alan CHP Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker: - Bize sınırın hemen yakınında 7 - 8 PKK kampı bulunduğunu anlattılar, diyor telefonda, hatta Yiğitler Mezrası’nın muhtarı PKK’nın kendisini kaçırıp 5 kilometre ötedeki kampta sorguladığını bile söyledi... (...)
PKK, ABD’nin açık koruması altında... Ve Türkiye bu ihaneti kabullenmiş durumda...
Şehit cenazesi kaldırmak, belli ki ABD nezdinde hak aramaktan daha kolayına geliyor Ankara’nın...
Melih Aşık / Milliyet
+++
İran haksız mı
Başbakan Erdoğan; Beşşar Esad’a ’Diktatör, zalim, halkını katlediyor!’ diye yüklenedursun; aynı suçlamalar; ayrılıkçı Kürtler tarafından kendisine yöneltiliyor. İran yönetimi de bizim tarafa bunu hatırlatıyor: Bakın; bugün Suriye’de rejimi yıktırarak Kürdistan’ı büyütüyorsunuz ama yarın öbür gün aynı gerekçelerle sizin ülkeniz de karıştırılacak. (... Şemdinli’deki 20 gündür devam eden çatışmalar bunun işareti sayılmaz mı? (...) İşte İran hükümeti bize bu büyük tehlikeyi hatırlatıyor. Bunu anlamazdan gelerek ’İran; Türkiye’yi tehdit etti!’gibi gösterenler; Kürdistan projesinin gizli destekçileridir.
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Diyarbakır-Bingöl karayolunda kimlik kontrolü yapan PKK’lılar asker kaçırmış. Afrika’daki birçok ülkeyi vizesiz gezme olanağımız var ama kendi ülkemizde PKK’dan vize almadan gezme olanağımız yok demek...
Akif Kökçe / Milliyet (Açık Pencere)
+++
Suriye olimpiyatlarında medyadan madalya bekliyoruz
Görülen o ki, birkaç çatlak ses haricinde ana akım medyada hazır Londra Olimpiyatları’ndan eli boş dönmüşken Suriye Olimpiyatları’ndan madalyayla dönelim beklentisi var. Savaşı, savaş ihtimalini bu kadar kolay tartışıp zeminini hazırlamaya çalıştıklarına göre savaşı olimpiyat gibi bir şey olarak görüyorlar sanırım. Nasıl olsa yine yoksul çocuklar ölecek. Olimpiyatlara gönderir gibi gönderecekler nasıl olsa o çocukları oraya. Hadi diyecekler “şehadet” madalyasıyla dönün. Bu yüzden “Başbakan’ın medya hükümetle birlikte hareket etmeli” taktiğini harfiyen uyguluyor ve hiç kuşkusuz madalyaya koşuyorlar.
Ümit Alan Birgün
+++
Cumhurbaşkanı’na
“demokrasi” çağrısı
Müsaitseniz
bize de bekleriz
Ulucanlar ve demokrasi... Elbette Cumhurbaşkanı’na bu arpa boyu gelişme yetiyor. Twitter’da cbabdullahgul rumuzuyla şöyle buyuruyor çünkü: “Ulucanlar, demokrasinin ve adaletin olmadığı yerde zulümden başka bir şey olamayacağını gösteren yaşayan bir abide.” Müsait bir zamanı varsa hapishanelerden bana gelen mektupları kendisine iletmek isterim ki bugün kendi cumhurbaşkanlığı esnasında yaşayan abideler hakkında da bir fikri olsun.
Özgür Mumcu / Radikal