Şehidi değil sistemi sorun etmek...
Hemen her gün Güneydoğu'dan şehit cenazeleri geliyor. Analar karalar bağlıyor, gözyaşları dinmiyor, ülke insanı endişe içinde.
Asker anaları her haberi "acaba benimki mi" korkusuyla seyrediyor.
Herkesin kafasında soru "bu kan ne zaman duracak?"
Ülke bunlarla meşgulken birileri sanki başka bir evrende yaşıyormuş gibi "sistemin fiilen değiştiğinden" bahisle zafer naraları atıyor.
Ülke yangın yerine dönmüş şunların derdine bakın. Acaba bizim gördüğümüz şehit çocuklarının suretlerini görmez, anaların ağıtlarını duymaz mı oldular?.. Öyle olmalı ki hâlâ "bir seçim olsa" türküsünü söyleyip "sistemi değiştirip tek patron olayım!" heyecanındalar... Başkan olmak, kanunen olmazsan bile "fiilen" başkan olmak her gün sırtladığımız 20 yaşlarının baharındaki bu çocukların canlarından önemli mi?
Birileri Başkan olamamanın hırsıyla "isteseniz de istemeseniz de..." derken Türkiye 20 günde 42. şehidini verdi.
Şu yazıyı yazarken bile yeni bir şehit haberi aldığımız; bombalama haberleri ile yoğrulduğumuz şu günlerde Türkiye'nin tartışacağı en önemli mesele "fiili" ve "resmi" sistemin durumu mu?
Her gün gelen şehitleri değil de, zaten delik deşik ettiğiniz sistemi sorun etmenin yeri ve zamanı mıdır?
Ülkenin bütünlüğünden, anaların feryadından, yetimlerin "babama ne yaptınız?" bakışlarından önemli mi başkan olmak?
Evet, birileri için önemli.
Hükmetme hırsı birilerinin gözünü kör etmiş, etrafında olanın biteni umursamadan "ben, ben, ben!" diyor.
Peki bunların peşine takılmış gidenler bunu ne zaman fark edecek?
Nafile turlar, beyhude işler...
Koalisyon görüşmelerinde bir kez daha görüldü ki ülke bir kişinin kaprislerine esir edilmeye çalışılıyor.
32 gün görüşüp hükümet kuramamanın başka izahı yok.
Koalisyon görüşmelerinin ilk maddesi "hükümetin süresi" olsaydı görüşme ilk günden biter miydi? Bitmezdi.
Çünkü CHP hükümet ortağı olmak için bütün yolları denedi, iştahla oturdu masaya, varını yoğunu ortaya koydu. MHP koalisyon için ne kadar "isteksiz" ise CHP aksine "istekli" bir tavır içindeydi ama olmadı.
Olmaması bir sürpriz değil. "İstişkafi" mevzusu bir kurguydu; oynandı, bitti. Hakikaten CHP bu oyunu fark etmedi mi? Eğer öyleyse bir tek CHP fark etmedi demektir.
Şimdi sıra son perdede; MHP-AKP görüşmesinde.
Bunu söylemek kehanet değil: Meseleye en ilgisiz insanlar bile bu görüşmenin olumsuz sonuçlanacağını söyleyebilir. Pazartesi günü böylece "nafile turlar"a son verilecek, beyhude gayretler nihayete erecek.
Oyun kurucu da mutlu ve huzurlu bir şekilde sarayında uykuya dalacak...
***
MHP-AKP görüşmesi, MHP açısından sonuç açısından ziyade "usûl" açısından önemli. Daha önce de yazmıştım "MHP masaya oturmayan" olmamalıydı. Bu açıdan randevu verilmesi önemli.
AKP'nin eline seçim malzemesi verilmemesi açısından önemliydi; bu tuzağa düşülmedi.
Bütün bunlara rağmen AKP seçim meydanlarında "MHP masaya oturmadı" veya "bizi CHP'nin kucağına ittiler", "ülkeyi hükümetsiz bırakıp tekrar seçime soktular" propagandası yapacaktır.
AKP siyaseti mağduriyet üretmek zorunda, ajitasyon olmadan seçim kampanyası yürütemez çünkü.
MHP'nin bu ajitasyonlara verecek cevabının olması açısından masaya oturması gerekiyordu. MHP bu cevabı iyi kurgulamalı ve seçim zamanında AKP'nin nelere "hayır" dediğini bütün kanalları kullanarak seçmenin kulağına ve zihnine sokmalı.
Herkes biliyor ki AKP, MHP'nin şartlarını zaten kabul etmeyecek.
Ve yine herkesin malumudur ki AKP'nin mevcut yönetiminde, yolsuzluk dosyalarını gündeme taşıyacak, açılım politikalarını reddedecek hele hele Sarayı "yasal sınırlarına çekecek" irade yok.
Büyük bir sürpriz olur da Davutoğlu kendisini anahtar sahibi yapanı değil de ülkeyi düşünüp irade koyarsa MHP tabii ki hükümet olmalı.
Çünkü ülkenin de MHP'nin de buna ihtiyacı var.