Sefaleti başlığında taşıyan bir genelge...
“Aziz dava arkadaşlarım” cümlesiyle başlayarak, ardından sefalet ser-levhası olarak yazılmış bir genelge daha yazıldı Türk siyasi hayatında.
“Aziz dava arkadaşlarım” cümlesiyle ve genelgeyi imzalayanın bir dava sahibi olduğu peşin hükmüyle başlayan, fakat ardından hitap ettiği o aziz dava arkadaşlarının(!) kişiliklerini, iradelerini, tercihlerini, fikirlerini yok sayan bir genelge daha yayınlandı Türk siyasi hayatında.
“Aziz dava arkadaşlarım” cümlesiyle başlayan ve aziz dava arkadaşlarını, dava arkadaşlığından bir marabaya düşüren, aziz dava arkadaşlarını üzerinde sıçrayacağı bir tramplen, üzerinde yürüyeceği bir yürüyüş bandı olarak gören hastalıklı bir zihnin ürünü olan bir genelge daha yayınlandı Türk siyasi hayatında.
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli imzalı bir genelgeydi bu; ilk değildi, sanırım son da olmayacak. Yenileri de yazılacak, yenileri de uygulanacak.
Tasavvufun bilindik “gassalın elindeki meyyit” metaforu aslında siyasi liderler için nasıl da her derde devâ bir misyon görüyor, bir kez daha görüldü.
Teneşirin üzerindeki meyyitin yıkayıcısına tâbi oluşuyla, siyasi piramidin altındakilerin lidere tâbi oluşları arasındaki dramatik benzerlik, siyasi hayatımızın kalibresini de ölçmek için en bariz kalibrasyon.
Yalnız tâbi olanların değil, bu lider-tebâ hukukundan mustarip olanların ve bunu da defaatle beyan edenlerin akıllara durgunluk veren gerekçelerle bu lider-teba hukukunun devamına sağladıkları katkı, bu hukukun yaşamasına verdikleri can suyu da en az tâbi olanlar kadar dramatik ve ilave olarak da düşündürücüydü.
“İnsanın kendisine olan saygısından daha değerli ne olabilir?” sorusunu anlamsız kılan bir drama bu.
“İnsan mâruz kalmaz, tercih eder” hükmünü hükümsüz kılan bir drama bu. İddia sahibi olmak demek olan, misyon sahibi olmak demek olan, ideal sahibi olmak demek olan, fikir sahibi olmak demek olan, bir duruş, bir itiraz potansiyeli ve kararlılığın sahibi olmak demek olan siyâsîi hayat için aslına bakarsanız dramadan komediye geçiş bu. Yani, komikleşmek demek, komik duruma düşmek demek, mizah malzemesi olmak demek, hatta mizahın kendisi olmak demek bu, en az o genelge kadar.
Bu satırlar bir politik hayıflanma değil. Tamamen felsefî ve ahlâkî bir hayıflanma, aslına bakarsanız siyâsetten de bağımsız bir hayıflanma.
Bin bir emek, mücadele ve çileyle örülmüş ve pişmiş hayatların içine su katan, o emek ve çileyi değerinden sâkıt eden bu politik manevralar en fazla da siyasetin bizzat kendisini anlamsızlaştırıyor aslında.
Liderin ve etrâfındakilerin ve husûsen danıştıklarının hâricinde herkes kareyi tamamlayan bir figürana dönüşüyor.
Arada figüranlığı kabul etmeyenler sahne almak istediğinde ya da aldığında da bu kez işte böyle genelgeler ve zinde kuvvetler(!) devreye sokuluyor.
Daha evvel paspas edilenlerin altına kırmızı halılar seriliyor.
‘Söz ve ağız birliği’ (ne demekse) adı altında herkese şeytanın dili olmak vazifesi yükleniyor. Zihninizi, düşünme melekelerinizi durdurun, Genel Başkan ve Genel Merkez açıklamaları, duyuruları, Merkez Yönetim Kurulu ve Başkanlık Divanı kararları sizin için yeter, bundan fazlası sizin için lükstür, biz sizin yerinize zaten düşünüp karar veriyoruz, siz yalnızca bize ayak uydurun, ağzınızı ve sözünüzü bize uydurun yeter deniyor.
Bunlara rağmen konuşmak isteyenlerin ve isteyecek olanların önüne askerî iç disiplin yönetmeliği gibi yasaklar konuluyor. Konferansları iptal ediliyor, konuşmaları ‘yüksek tensiplerine’ bağlanıyor.
Ve siyaset devam ediyor. Ve bu genelgeye rağmen insanlar vazifelerine devam ediyorlar.
Kendilerini aşağılanmış hissetmiyorlar. İradelerine ve kişiliklerine ipotek konmuş hissetmiyorlar. Bunu bir ahlâkî mesele olarak görmüyorlar. İtiraz eden yok. Bu genelgeyi buruşturup Genel Başkanlık katına atacak bir ülkücü çıkmıyor.
Demek ki herkes rahat, kimse için bir kişilik meselesi değil bu durum
Siyâset yapmaya devam ediyorlar ‘aziz dava arkadaşları’. Memleket o kadar kötü bir durumda ki, bu kötü duruma ‘dur’ demenin tek yolu ‘yüksek tensiplerine’ sunmak her şeyi, ama her şeyi.
‘Yüksek tensipleri’ hepsi adına düşünüyor, karar veriyor, uyguluyor.
Diğerleri iskambil masasındaki kareyi tamamlıyorlar, yeter ki o masada oturabilsinler, gerisi teferruat. Adamın dağıttığı kartlar hi’leli, olsun ne çıkar! Hep o kazanıyor, bir tuhaflık yok mu bu işte? Kazansın yâ hû, gözümüz yok! Adam her canı istediğinde ‘sen kalk masadan, sıkıldım senden’ diyor. N’olmuş yani, “kalk” desin, kalkarız, “gel otur” dediğinde de otururuz, taş atıyoruz da kolumuz mu yoruluyor?! Kardeşim, adam yerinde sayıyor, artmadığımız gibi eksiliyoruz da! Amaaan kafayı taktığın şeye bak, artacağız da ne olacak, nerede çokluk orada sıkıntı, böyle iyiyiz biz kardeşim, sen rahatına baksana!..
Hülasa, rahatınıza bakın, her şey kontrol altında!..