Seçmeli değil, mecburi olmalı!

Kur’ân-ı Kerim ve Peygamberimizin hayatının “seçmeli ders” olarak okutulması bahsinde bizim niye bir şeyler söylemediğimizi soran okurlarımıza, biz herkesten o kadar farklı düşünüyoruz ki kimsenin kimseyi dinlemediği ve anlamak istemediği bir ortamda kendimizi doğru anlatamamak gibi bir endişemiz var, cevabını verdik.
Cevabımız üzerine geri dönen okurlar, bizimle paylaştıklarınızı okurlarınızla da paylaşmalısınız ısrarında bulundular ve bu yazı işte böyle bir mecburiyetten doğdu.
Evet, Kur-an’ı Kerim ve Peygamberimizin hayatı “seçmeli” değil “mecburi” olmalı. Tabii işin “şekli” değil “ruhu” önemli. Bizim “mecburi olsun” dediğimiz Kur’an-ı Kerim’in Arapça okunuşunu öğrenmek değil, künhünü kavramaktır. Aynı öğrenme çizgisi Peygamberimizin hayatı için de geçerlidir. Bu dediğimizi bir ateist de öğrenmelidir, bir Hıristiyan da. Alevilik, Sünniler tarafından çok yanlış biliniyor, Aleviliğin hakikati de bu milletin evlatlarına mutlaka belletilmelidir. Yetmedi, her Türk evladı Vatikan ve Fener’in anladığı Hıristiyanlığı da öğrenmeli ve bu da “mecburi” olmalıdır. Tevrat da sistemin içine mutlaka alınmalıdır. Son dönemde PKK eliyle doğu sınırlarımızdan sızdırılan Zerdüştlük bahsi de kısaca bu toprağın çocuklarına bu dersler arasına anlatılmalıdır.
Ve bu bilgilendirme lise bittiğinde tamamlanmış olmalıdır. Bu söylediklerimiz üniversite imtihanlarında başarılı olabilmek için evlatlarımızın kafasını şişiren, zamanlarını heder eden ve hayatta asla işlerine yaramayacak olan pek çok “x” ve “y” den daha faydalı olacaktır.
Kur’an ve Peygamberimizin hayatını niçin öğrenmeliyiz?
Çünkü bu millet Müslüman’dır da onun için. Davranış biçimlerini Kur’an ve Sünnet belirler. Atasözleri, dua ve bedduaları bile Kur’an ve Sünnet kaynaklıdır. Kişinin kazdığı kuyuya düşmesi bir Hadisi şeriftir. “Zıkkımın kökünü ye” bedduası Cehennem’deki Zakkum ağacından ilhamladır. Hakikat bu olduğu için bu toplumu sevk ve idare edenler ve bu toplumun diğer inananları muhataplarını tanımak için onların hayatı haline gelen hakikate bihaber kalmamalıdır.
Ve tabii...
Bir Türk, Hıristiyanlığı ve Museviliği bilmez ise sürekli rekabet içerisinde olduğu Avrupa, ABD ve İsrail’in davranış biçimlerini nasıl algılayabilir? Eski İngiltere Başbakanı solcu Blair bile, “Afganistan’a asker göndermemde inançlarımın gereği etkili olmuştur” demedi mi? Bush “Haçlı seferi başlattım” diyerek girmedi mi Afganistan’a? İtalya eski Başbakanı Berlisconi, “Müslümanlar da artık Hıristiyanlığın üstünlüğünü kabullensinler” demedi mi? İnanç bahsinde bir Batılı solcuya bakın bir Türkiyeli solcuya! Batı kendi çocuklarını kendi inançları ile tam teçhizatlı olarak yetiştirmek için bütün imkânlarını kullanıyor. Başarıyor, başaramıyor o ayrı mesele. Ama devlet ve hükümetlerin böyle bir dâvâsı var.
Türkiye’de ise bir kesimin “laiklik” endişesi ile dinden uzak duruluyor, asker siyasetin içine çekiliyor, her şey hercümerç oluyor. Ve dinin öğretilmesi yeraltına iniyor, bugünkü tablo ortaya çıkıyor. Kaldı ki, benim savunduğum bir dinin “müminini” yetiştirmek için konulması istenen bir mecburiyet değil, “bilmek” ve “diğer (batılı) bilenler” karşısında “gafil ve çaresiz kalmamak için” bir öğrenme, öğretmedir.
Elbette kimsenin ateist olmasını istemeyiz amma bir ateist Kur’an’ın ruhunu ve Peygamberimizin hayatını bilse ve yine o Vatikan’ın derdinden, Yahudiliğin hedefinden malumat sahibi olsa ve böyle bir donanımla ister ticaret yapsa ister devlet hizmetinde bulunsa, bundan hem kendisi hem adına imza attığı milleti faydalanmaz mı?
Dediğimiz bu.
İnşallah anlatabilmişizdir...

Yazarın Diğer Yazıları