Seçkinler savaşı
Türkiye’de, seçkinler sokağında siyaset yapanların, siyaset takip edenlerin ve hatta siyaset tahmini yapanların çoğunlukla yanıldığını, kaybettiğini görmüşümdür.
Geçen Pazar yazımda, muhalefet partilerine, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Erdoğan’a karşı, vatandaşları tokatlayan Düriye Hanım’ı aday göstermelerini önermiştim.
Cumhuriyet gazetesinin dünkü; “Halkın yüzde 77’si (rüşvet ve yolsuzluk var) diyor ama oy tercihini değiştirmiyor. Aziz Nesin’lik tespit” manşetini görünce şaşırmadım.
Pazar günkü yazdıklarımdan da bugünkü yazacaklarımdan da “millet hırsızı destekler” manası çıkarılmasın. Esas dikkat çekmek istediğim nokta; yönetime hakim gibi görünen halktan kopuk siyaset elitlerinin her daim içine düştükleri hata ve milletten şamar üstüne şamar yemelerine rağmen bir türlü akıllanmamalarıdır. Çünkü onların sanal gündemi ile halkın gerçek gündemi uzun yıllardır birbirine uyuşmuyor. Her sandık önüne geldiğinde millet en ince mesajı veriyor ama anlayabilene!..
17 Aralık sonrası ortaya çıkan tabloya dikkatle bakın!..
Bu klişe gündem, 10 Kasım 1938 saat 09.05’ten itibaren sıklıkla karşımıza çıkan gündemden çok mu farklı?..
“Götüren götürene” fotoğraflarında değişen ne?
Sadece aktörler...
Seçim öncesi anketlere pek itibar etmem. Gerçek nabzı tutmak için de her siyasi görüşten mensup vatandaşların arasında çokça dolaşır ve devamlı dinlerim. Diyebilirim ki; Cumhuriyet gazetesinin yer verdiği ankette (şu an itibarıyla) büyük haklılık var. Ortaya dökülen onca belge, tape, görüntü ve ses kaydına rağmen vatandaşın kafası karışık, fakat olup-bitenlere de gülüp geçiyor. Neden?.. Çünkü; onların gündeminde gerçek hayatın sıkıntıları ve zorlukları var. Uzun yılların tecrübeleri yüzünden, siyaset-siyasetçiler ve medya onların güvenilirlik sıralamasında en alt noktalarda. Vatandaşın kafasında hâlâ “A yerine B gelse değişen bir şey olmaz” yargısı çivi gibi çakılı duruyor. Bu çivinin bırakın sökülmesini, maalesef kımıldatılamıyor bile!..
Bana göre, işte burada, muhalefetin önemli bir strateji yanlışlığı var. 17 Aralık yolsuzluk depreminin üstüne giden muhalefet, kullandığı argümanlarla savaşı kişiselleştirerek Recep Erdoğan’a tam istediği mağduriyet alanını açtı.
Oysa!.. 2002 yılından beri AKP iktidarında yolsuzluğa bulaşanlar, rant ve saadet zinciri kuranlar sadece ve sadece Recep Erdoğan, oğlu Bilal ile ona yakın 3-5 Bakan ve iş adamı mı?..
Vatandaş oğlunu işe sokmak için kefen parası diye ayırdığı burma bileziği Bilal Erdoğan’a mı götürdü?..
Yol, köprü ve AVM için elinden dede mirası arazisi alınırken, üstüne çökülürken sadece ilgili Bakanlık mı başrollerdeydi?..
Asgari ücretle evini geçindirmeye çalışırken, evladını okula kayıt ettirirken, vatandaşın elindeki üç kuruşu zorla elinden alan müdürden hesabı kim soracak?..
Bunlar gibi binlerce vatandaş sorusunu art arda sıralayabilirim.
Anlatmak istediğim; hal böyleyken, Meclis kürsülerinden okunan tapelerin, güvenilmez her dönemde patronaj çıkarı uğruna kılık değiştiren medya organlarından yapılan salvoların, vatandaşta pek de karşılık bulmadığıdır. Sadece Recep Erdoğan ve yakınları değil, sadece 17 Aralık operasyonları ile ortaya çıkanlar değil, şu anda köşeye sinmiş, 2002 yılından bu yana maceraları halk arasında konuşulan eski bakan, milletvekili, oğul, eş, yakın akrabaların dosyaları, değişen siyasi dengeler hesabı yapılmadan halkın ayağına gidilerek ortaya konulmasıdır.
Başta Belediyeler olmak üzere vatandaşı canından bezdiren ve her gün yaşadığı kirliliklerin üstüne gidilmelidir.
Muhalefet, izlediği yanlış strateji ile vatandaşta kuvvetlenen ve had safhaya gelen “Melih Gökçek’ten, Kadir Topbaş” tan kurtulma talebinin üstüne toprak atmakta ve Erdoğan’ın değirmenine su taşımaktadır. Belediyelerle iktidara gelen bir zihniyetin, belediyelerle vatandaşa hayatı nasıl zindan ettiği her yerde en çarpıcı örnekleriyle işlenmelidir.
İstanbul ve Ankara’da kaybetmedikçe Recep Erdoğan’ın bir balkon konuşmasını daha dinleyeceğimiz akıllardan çıkmamalıdır.
Fezleke, demokratikleşme paketi kavgaları, asgari ücretin 846 lira olduğu bir memlekette vatandaşın pek de umurunda olmadığı ıskalanmamalıdır.
Çünkü, siyaset salonlarında yapılan “sen-ben” kavgası vatandaşın da haklı olarak algıladığı “seçkinler savaşı”ndan öteye gitmemektedir.
Ülkemiz siyasetçilerinin günlük değişen denge ve güç odaklarına göre kendilerini konumlandırmaları, vatandaşın gözünden kaçmamaktadır.
Kendi gerçek günlük hayat gündemi ile yaşamakta karar kılan T.C. vatandaşları, 30 Mart’ta da şakayla karışık vereceği ince mesajlara karşı zaman varken dikkati okumalar yapmalıdır.
Naçizane bir tavsiyem daha olacak muhalefetteki siyasi partilere. Cumhuriyetin manşetini haksız çıkarmak istiyorsanız;
Halkın içine inip; Van’da yardım gelmediği için hastayken hayata veda eden çocuğunun cenazesini sırtında taşımak zorunda kalan vatandaşın içler acımız bu fotoğrafının hesabını, iktidardan sorun. Sokak sokak, ev ev gezip bu fotoğrafı ve ardındaki Türkiye gerçeklerini anlatın.
Yoksa hep beraber daha çook balkon konuşması dinleriz...