Seçimden önce, seçimden sonra...
Siyâsî liderlerin ve özellikle Başbakan Erdoğan’nın ‘kriz dönemlerinde’ farklı, ‘seçim öncesi’ ve ‘seçim sonrası’nda farklı konjonktürel siyâsî kimlikleri olduğu, bu dönemlerde yaptığı konuşmalarda bâriz bir şekilde ortaya çıkıyor.
Seçim öncesinde kürsülerden Apo’yu asacak ip fırlatan Devlet Bahçeli’yle, miting kürsülerinden ‘İmralı’yla görüşen şerefsizdir’ diye avaz avaz bağıran Başbakan Erdoğan arasındaki benzerlikler, Türk siyâsetinin nasıl bir kurguya sâhip olduğunu göstermesi bakımından mânidar.
Genel Başkan seçilmesinin arefesinde ‘genel af’ vaat eden ve ‘açılım süreci’nin ‘truva atı’ misyonunu da başarıyla sürdüren Kemal Kılıçdaroğlu ile seçimler öncesinde ‘tek dil, tek bayrak’ avazalarıyla meydanları inleten Başbakan Erdoğan arasındaki paralellik de nasıl bir ‘politik similasyon’ a mâruz kaldığımızın acıklı sahnelerinden bâzıları.
2011 seçimlerinden evvel Hükümetin İmralı ile yaptığı görüşmeleri ‘vatana ihânet’ kıvâmında kürsülerden halka ihbâr eden Devlet Bahçeli ile miting konuşmalarını milliyetçi sosu bol konuşmalar ve polemiklerle dolduran Başbakan Erdoğan’ın “İmralı ile görüşen şerefsizdir” resti arasında tüm gerçeklikleri öğütülen ve bir mizansene dönüştürülen Türk siyâsetinin ahlâkı.
“Harun gibi geldik, Karun gibi gitmeyeceğiz” diyerek alâ-yı vâlâ merâsimlerle politik hayatına başlayan ve ilk ‘muhtedîler durağı’nda inerek AKP’ye geçen Numan Kurtulmuş ile Wikileaks belgelerinde İsviçre’de sekiz ayrı özel hesabından bahsedilen ve servetini oğlunun sünnetinde takılan altınlara bağlayan Başbakan Erdoğan arasına Numan Kurtulmuş’un ‘ihtidâ mutabakatı’ ile sıkışan yalnızca Türk siyâsetinin fakirliği değil, yüz yıllık kaht-ı ricâlimiz.
Şimdi yine bir seçim öncesindeyiz.
2011 seçimleriyle Mart/ 2014 mahalli seçimleri arasında olan bitenler, kürsülerden atılan ipleri de, “görüşen şerefsizdir” efelenmesini de anlamsızlaştırdı, çünkü İmralı ile görüşmeyen kalmamış, şeref ise siyâsetin tedâvülünden kalkmıştı. Mesele İmralı’yla görüşmeye endekslenmiş, sanki Türkiye’nin bütün meselesinin İmralı’yla görüşmekmiş gibi, seçim sonrası İmralı görüşmelerinin içeriği ve neticeleri muhalefetin gündem maddesi olamadı.
“Tek dil, tek bayrak...” teminatları başta Başbakan Erdoğan olmak üzere tüm cirontolarıyla karşılıksız çıktı, özel okullarda başlayan Kürtçe eğitim ön ödeme olarak yapılıp, kalanı ise seçimler sonrasına ertelendi.
İmralı, PKK, KCK ve HDP gerek Başbakan üzerinden gerekse direk olarak Türkiye Cumhuriyeti devletini her fırsatta tehdit edebilen siyâsetin meşrû aktörleri hâline getirildi, otuz yıldır akıttıkları kanın üzeri AKP’nin ve medyasının iki yıldır sürdürdüğü propagandayla örtülmeye çalışılıp, Apo’dan bir barış portresi çıkarmak için elbirliğiyle sinsi bir kampanya azimle hayata geçirildi.
Libya’da ve Irak’ta çuvallayan, Suriye politikasını Esad’ın kısa bir sürede devrilebileceği üzerine belirleyen ve aradan geçen iki yıl boyunca her öngörüsü iflâs eden Davutoğlu, Esad için “Silahı bırakan katil suçsuz olamaz” derken, AKP hükümeti otuz yılın kanını ellerinde taşıyan PKK lideri ve Kandil’deki katiller için siyaset yolunun taşlarını döşedi ve silahı bırakmaları hâlinde gerekenin yapılacağını(!) taahhüt etti iki yıldır.
Şimdi 2014 Mahallî seçimleri öncesinde “İmralı’ya gidecek heyeti biz belirleriz” deyip sözüm ona açılım sürecini geren Başbakan ve hükümetinin bu sözüm ona gerginliği seçimler boyunca sürdüreceği bir vakıa olduğu gibi, 2011 seçimlerindeki kürsü gerginliğinin ardından 2011-2013 arasında olan bitenleri göz önüne aldığımızda 2014 Mahallî seçimler sonrası Türkiye’si için endişelenmek gerektiği de bir vakıa.
Seçim sürecinde ne kadar gerginlik, seçim sonrasında fazlasıyla işbirliği AKP ve muhalefeti arasındaki çarpık politik münâsebetin on yıllık klasik kurgusu.
Bu kurguyu kim bozacak?
Barış, barış, barış diyerek savaşsız teslim alınan bir milletin yok mudur kurtaracak bahtı kara mâderini?