Seçim ve medya halleri...
Memleket erken bahara girdi. Sabah pencereden baktığımda ağaçların tomurcuk verdiğini görünce heyecanlandım. Tabiatın uyanışı siyasete de sirayet ettiğini zannedenler yanılıyor. Kaç mevsim geçtiği halde kış uykusundan uyanmayan birtakım siyasilerin meydanlara inmesi seçim zorunluluğundan başka bir şey değil. Aslına bakarsanız bundan hiç de memnun değiller. Klimalı makam odalarında plazma televizyonlarda haber seyredip, evde film seyretmek varken, oradan oraya gidip onbinlerin karşısında sesi kısılana kadar nutuk atmak, ona buna el öptürmek, hijyenik olmadığı ihtimaliyle yüzünü buruşturarak yemek yemek, il ve ilçelerin durumu hakkında heyecanlı bilgi veren yöneticileri dinlemek, şikâyetlere kulak vermek hiç de işlerine gelmiyor. Ama koltukları muhafaza edebilmek için seçimden seçime buna katlanmak zorunda kalıyorlar. Hasıla zor iş bunlar. Bir tarafta yağmur, diğer tarafta güneş... Tabiat uyanırken rehavetten kurtulmak zor zenaat kısacası... Üstelik seçim meydanlarının kalabalığı sandık bereketine yansımazsa keyifleri kaçacak... Olsun... Bahane hazır... Tek suçlu medya... İktidarı, ana ve yavru muhalefetiyle hepsi birden medyanın taraf tuttuğunu, seçim çalışmalarının yeterli oranda yansıtılmadığından dem vuracak, yasaklama ve boykot etme emirleri yağdıracaklardır. Nasıl olsa vergisi yok, sigorta primi, stopajı vs. yok. Kes faturayı medyaya...
Hazır söz medyaya gelmişken kısa bir medya turu atalım.
Doğrusu Cumhuriyet tarihi boyunca böylesi kepazelik yaşanmadı. Bir dönem “düşük” ler, “kuyruk” lar gibi deyimlerin türediği canım ülkemde “yandaş medya” tanımı bile tam oturmuş değil. Kendi adıma yıllarca Komünist Parti’nin yayın organı Pravda gazetesini örnek verirken “partinin pravdası” ya da “Sarı Çizmeli’nin Pravdası” derdim. Yanılmışım. Arşivlerini incelediğim Pravda bizdeki yandaşların yanında çok namuslu kalıyormuş. En azından inandıklarını yapmışlar. Yağdanlık değil.
Emin Çölaşan’ın kovulmasının ardından Hürriyet okumayacağıma dair kararımı Yılmaz Özdil’in yazıları yüzünden bozup, Hürriyet’e geçen Özdil’le beraber tekrar Hürriyet ihtiyacını gidermeye başladım. Geçmişteki derin fikir ayrılıklarımıza, hatta kavgalarımıza rağmen “gazetecilik okulu” unvanını koruyan Cumhuriyet’ten vazgeçmem de mümkün değil. Cumhuriyet deyince: Mustafa Balbay’ın tutuklanmasıyla ilgili görüşüm tıpkı ilk gözaltına alındığı andakiyle aynıdır. Balbay ile ilgili iftiraların hiçbirine inanmadığım gibi, otuz yıllık tecrübesiyle bir gazetecinin bilgisayarında ve arşivinde önemli bilgilerin olmasını son derece doğal karşılıyorum.
Ruh sağlığımı bozmamak önemi yanında param nasip olmasın diye yandaşlarla ve beraber karıştırıcıları da okumuyorum. Dostların uyarısı ile bazen internetten mide bulantılarıyla göz atmak zorunda kalıyorum. Hepsi o kadar.
Gelelim HaberTürk’e... Gazete henüz hazırlık aşamasındayken Fatih Altaylı’nın bu işi başarabileceği kanaatimi aylar önce yazmıştım. Altaylı eski göz ağrısı Güneş’i unutamamış. Asil Nadir döneminin Güneş’indeki sayfa düzeni, hatta benzer ebadıyla güzel bir gazete hazırlamış. Basın camiasında had safhaya ulaşan işsizlik döneminde yeni bir iş kapısı olması yanında, kâğıdı, baskısı ve haber değerlendirmesiyle örnek bir gazete olmuş. HaberTürk’ün elbette eksikleri var. Ama şimdiden ikiyüzbin trajı yakalaması Ufuk Güldemir’in çıkarıp kapattığı HaberTürk yerine diğerleriyle rekabet ederek uzun yıllar söz sahibi olacağını gösteriyor.
Bir milyondan fazlası kapı kapı bedava dağıtılmasına rağmen toplamda beş milyonu bile bulmayan gazete tirajına katkı sağlayabileceği gibi diğerlerine örnek olacağından şüphe duymadığım HaberTürk’e başarılar diliyorum.
Yeniçağ’ı okumadığı gün hayatında büyük bir boşluk hissettiklerini ifade edenlere de gazetemize daha fazla destek vermelerini hatırlatıyorum.