Seçim sonrasında cari açık için ne yapabiliriz?
Seçimler, ülke ekonomisini iki açıdan etkiler. Bir... Seçim ekonomisi ekonomik genişlemeye neden olur. İki... Ekonomik sorunlar nedeniyle alınması gereken önlemler, özellikle kemer sıkma gibi politikalar seçim sonrasına ertelenir.
Siyasi iktidar seçim ekonomisi uygulamasa dahi, siyasi partilerin propaganda harcamaları, mitingler, özel harcamaları artırır. Kaldı ki hangi parti olursa olsun, seçmenin “ne yaptın?” sorusuna muhatap olmasın diye, seçim yatırımları yapar, ekonomiyi canlandırıcı ve alım gücünü artırıcı önlemler alır. Bu nedenle ekonomi ısınır. Seçim sonrası frene basmak gerekir. AKP’nin tam seçim öncesi karayollarına yüklenmesi, vergi affı getirmesi, seçim ekonomisi örnekleridir.
AKP seçim nedeniyle gerekli iktisat politikalarını da erteledi. Örneğin, bütün dünyanın mutabık olduğu ve Başbakanın da itiraf ettiği “cari açık sorunu” ile ilgili önlemleri seçim sonuna erteledi. Yalnızca MB bazı dolaylı önlemler aldı.
Seçim sonrası, sıcak paranın uzun vadeli yatırımlara dönüşmesi için, Başbakan sıfır reel faizi telaffuz ediyor. Reel faiz sıfır olunca, fiziki yatırımlar daha kârlı olacağı için sermaye yeni yatırımlara kayar. Ne var ki, yerli veya yabancı sermayenin yapacağı uzun vadeli yatırımların artması için, ülke riskinin düşük olması ve yerli üretimin ithal malına tercih edilmesi gerekir.
Kur düşük olduğu sürece, ithalat daha cazip demektir. Kur artışı ise sermaye girişini engeller... Sıcak para çıkar... Kısa vadeli dış borçlarımızın TL cinsinden yükünü artırır... Yüzde 70 oranında ithalata bağımlı üretimin düşmesine neden olur... Ve nihayet ithal aramalı ve hammadde fiyatları artar, bu da üretim maliyetlerini artırır. Enflasyona yansır.
Cari açığı kapamak için ihracatı, ithalattan daha yüksek oranda artırmak da mümkün değildir. Düşük kur ihracatımızın rekabet gücünü düşürmüştür. Kaldı ki, ihraç mallarımızın üretiminde, ithal aramalı ve hammadde payı yüzde 70’tir. İhracatı artırmak isterseniz, otomatik olarak ithalat da artar.
Özetle, AKP iktidarının 8 yıl sıcak para ve düşük kuru afyon gibi kullanması ekonomiyi bir çıkmaza sokmuştur. Elbette bu çıkmazdan kurtulmanın bir maliyeti olacaktır.
Devlet Bakanı Çağlayan ise cari açığı düşürmek için “ithalatı cazip olmaktan çıkarıp yerli üretimi artıracağız” diyor. Ancak yerli üretim yalnızca vergi teşvikleri ile artmaz. MB reel kur endeksine göre TL halen yüzde 26 daha değerlidir. İç üretimi artırmak için, yerli aramalı ve hammaddenin, ithalatla rekabet edebilmesi için, üretim maliyetinin yüzde 26’sı kadar üretim desteği veya teşvik vermek gerekir. Bunun da imkansız olduğu ortadadır. Kaldı ki, ithalattan iç üretime geçmek için de zaman gerekir.
O zaman yapılması gereken, ithalata bağlı üretim yapısını değiştirmektir. İç üretim yüksek oranda desteklense bile, ithalat yerine iç üretimin ikame edilmesi zaman gerektirir.
Sıcak paranın kontrol edilmesi, kur dengesinin sağlanması ve ekonomiye rekabet gücü kazandırılması ise, hem yukarıda ifade ettiğim maliyetleri yaratır, hem de zaman alır.
Orta vadeli bir geçiş dönemi içinde, dalgalı kur sistemini değiştirmek zorundayız. Ekonomik konjonktürü, mevcut riskleri, piyasa şartlarını dikkate alan ve kurdan dolayı ortaya çıkabilen sosyal maliyetleri minimize eden bir rejim olmalıdır... Bu rejim “yönetimli dalgalanma” sistemidir.
Merkez Bankası Kanununda değişiklik yapılmalı ve Merkez Bankası aynı zamanda reel döviz kuru hedeflemelidir.
Kur üstüne baskı oluşturan, sıcak para da kontrol edilmelidir. Bu kontrol düşük bir vergi şeklinde veya düşük bir karşılık alınarak yapılabilir.
Konvertibiliteye sınır getirilmeli. 10.000 doların üstündeki paraya, gerektiğinde kaynağı sorulmalıdır.
Off-shore bankacılık şeffaf kurallara bağlanmalıdır.