Seçim olacak da ne olacak?
Her seçim öncesi bir beklenti içersine gireriz. Sandıktan sanki bir iyilik cini çıkıp, “Dile benden ne dilersen” diyecek, biz dileyeceğiz, o da verecek...
Yok böyle bir şey.
Osmanlı Söğüt’te, Güneydoğu’da bir ağanın arazisi kadar bir toprağa sahip olarak devletliğe “Bismillah” dedikten 296 yıl sonra bugünkü Türkiye’nin neredeyse 26 misline yakın, 23 milyon 337 bin 600 km2’lik bir coğrafyayı egemenliği altına aldı ve yine bu Osmanlı 624 yıllık ömrünün tam 322 yılını dünyanın lider devleti olarak yaşadı. Padişahlar sandıktan mı çıkmıştı? Medine’de birkaç ev olarak doğan İslâm devleti de 100 yıl içersinde on milyonlarca kilometre karelik bir alanı egemenliği altına aldı. Doğu’da Pers imparatorluğunu perişan etti, Asya içlerine uzandı. Batıda Haçlılarla savaştı, Afrika’nın kuzeyinden İspanya’ya ulaştı, Fransa’ya sokuldu, Batı Roma’dan Doğu Roma’ya yürüyüp, “Konstantiniye bir gün elbette fetih olunacaktır” hadisinin dünya şerefi ve ukba nimetini elde etme rotası çizdi. Kurdukları devlet Avrupa’da 788 yıl nefes aldı, medeniyet saçtı. Bunların hiç biri sandıktan çıkmamıştı. Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran irade Meclis gibi görünse de, bu devlet, Osmanlı’nın en çetin, en badireli döneminde feleğin her türlü çemberinden geçmiş bir avuç idealist vatanseverin çelik iradeleri ile tarih sahnesine çıktı. “Padişahlık” ve “Şûra” gibi bugün için, “Çağdışı” denilen sistemlerle o müthiş başarılar yakalanmış da, “Demokrasi” adı verilen “En çağdaş yönetim biçimi” olarak iman edilen sistemle yönetilen bir Türkiye nasıl oluyor da bugün “ayrışma” hatta “parçalanma” noktasına gelmiş bulunuyor? Sahi, bu niye böyle oluyor?
Bu sorunun cevabı gayet açık.
Her şey, insan kalitesi ile doğru orantılı. Osmanlı’yı 296 yılda yaklaşık 24 milyon km2’lik bir coğrafyaya hâkim kılan insanları kalitesi ile Osmanlı’yı tarih sahnesinden silen insan kalitesi arasında çok yakın bir bağlantı vardır. Medine’deki birkaç ev ile kurulan İslâm devletini 100 yıl içersinde Avrupa’ya taşıran insan kalitesi ile Endülüs’ün tarih sahnesinden sildirten insanların kalitesi aynı olabilir mi? Kurtuluş Savaşı’nı veren çekirdek kadroyu bir bir gözlerinizin önüne getirin, mevcut yönetici veya yönetime talip olanları onlarla şöyle bir tartın. Bakalım vicdanınız ne cevap verecek?
Aziz dostlar.
Ülke ve milletlerin iki değerli varlığı vardır:
Bir: Mevcut hal.
İki : Potansiyel.
Kalitesi yüksek yöneticiler, önderler, liderler, mevcut halleri en iyi değerlendiren ve potansiyeli azami şekilde harekete geçirebilen şahsiyetlerdir. 1919’daki Türkiye’nin “mevcut halini” gözünüzün önüne bir getirin. O günkü mevcut halle bugünün yöneticileri İngiltere’sinden İtalya’sına, Fransa’sından Yunanistan’ına cümlesini alt edip müstevliyi denize dökebilir, sadece yedi yıl sonra da uçak fabrikasının temelini atabilirler miydi? Bunların hiçbiri olmazdı! Bunu nereden biliyoruz. Biliyoruz çünkü bugünkü mevcut hal ile açlıktan ölen Ermenistan’la bile baş edemiyorlar. Irak’ın işgalinden Afganistan’ın kan gölüne çevrilmesine kadar pek çok insanlık suçunda Haçlılarla işbirliği içersindeler. Hem Haçlılarla işbirliği içersindeler hem Haçlılara PKK ile ilişkisini kestiremiyorlar? Yani her şeyi sonuna kadar veriyor, en ufak bir şeyi alamıyorlar.
Mevcut hali bile hakkıyla değerlendiremeyenlerin bu toprak ve bu milletin potansiyelini fark edip hakkıyla değerlendirebilmeleri ise hiç mümkün değil, zaten ortada öyle bir durum da yok. Pek niye başarılı gözüküyorlar? Mevcutlar kendilerin yine kendi gibilerle mukayese ederek teselli buluyor ve milletin gözünü boyuyor da ondan. Sen kendini Hz. Ömer’le mukayese et, Kurtuluş Savaşı kadrosu ile mukayese et de görelim.
İşte bu mevcut malzeme ile bir seçim daha yapılacak. Allah ömür verirse sandıklar açıldıktan sonra biz yine PKK’yı, SSK’yı konuşacağız, Bir kısmımız, bu seçimlerle demokrasimizin boyu üç santim daha uzadı diye hava atacak. Mevcut halden rant devşirme sürecek, potansiyel heder olup gidecek.