Sayın Erdoğan ve Ruhban Okulu
Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı sayın Erdoğan, Ruhban Okulunun açılması bahsinde, “Çok da önemli bir konu değil” diyor ve ekliyor:“- Sen kalkıp Batı Trakya’da benim vatandaşımın seçmiş olduğu bir müftüye resmî olarak seni tanıyorum demezsen, kendi atadığı bir kişiyi resmî olarak müftü ilân edersen, olmaz!”
Demek ki Yunanistan Türklere müftü seçiminde rahatlık tanısa Rum Ortodoks Patrikhanesi’nin isteklerini kabul edecek ve Heybeliada Ruhban Okulunun “Patrikhane’nin şartları” dahilinde açılmasına izin verecek. Peki Yunanistan bunu bir defa yaparak Patrikhane’nin amacına ulaşmasını sağlasa ve bir sonraki seçimde vazgeçtim, dese, Türkiye açtığı okulu kapatabilecek mi?
Kıbrıs Rum Kesimi AB üyesi olurken Londra ve Zürich antlaşmalarından doğan haklarını kullanarak bu işe engel olmasın diye Türkiye’ye ne sözler verildi, bunlardan bir teki bile tutuldu mu? Hayır, Türkiye verdikleri ile kaldı ve Rumlar AB üyesi olarak Türkiye’nin önündeki en büyük engel haline geldi. İşte sayın Erdoğan’ın millî meselelere yaklaşımındaki tarihi köklerden mahrum yaklaşım bu. Sen Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılmasını kendi özel şartları içersinde değerlendirmez, ABD ve AB’nin gönlü hoş olsun, bu arada kendi kamuoyumu ikna edecek bir iki yaklaşım sergilensin, yol haritası ile devlet yönetirsen ülkene yazık etmeye devam edersin.
Patrikhane geçmişine bir göz atalım.
Efendim siz artık Osmanlı’nın gafletine mi yoksa iyi niyetine mi verirsiniz bilemem, bugün Patrikhane “ekümenik” olsun ve Heybeli Ada Ruhban Okulu açılsın diyenlerin dedeleri Osmanlı tarafından yabancı dil öğrensin diye Avrupa’ya gönderilir, eğitimini tamamlayıp dönenler Osmanlı Hariciyesi’nde tercümanlık yapar, yüklü aylık alırlardı. Lâkin bu beyler, yabancı devletlerle yapılan görüşmelerde Osmanlı adına çevirmenlik yaparken hem casusluk ifâ eder, hem metinlerde ciddi tahrifatlarda bulunurlardı. Rus Delegesi Dibiyeviç, Osmanlı’yı bu hoşgörüsü yahut gafletinden dolayı bakınız nasıl eleştirir:
“- Bir millet kendisine düşmanlığı mâlum olan bir ekaliyete (Rumlara) mensup kimselere hukukunu ve gayelerini izah vazifesi verirse, şikâyete hakkı olabilir mi?”
Belki birileri canım o, o gündü, bugünle ne ilgisi var, diyebilir.
Can çıkmayınca huy çıkmıyor.
1994 yılındaki “Boğaziçi Deklarasyonu” nun Türkçe metni “Bartholomeos I” diye imzalanırken, İngilizce olan metne atılan imzanın başına “Ekümenik Patrik” sıfatı ekleniverdi ve bunu sonradan öğrenen zamanın Diyanet İşleri Başkanı, şaşırdı kaldı.
Patrikhane Mora ayaklanmasında Osmanlı’ya arkadan hançerlemiştir. Mora Ayaklanması demek, bir gecede 10 bin Müslüman’ın katledilmesi demektir. Osmanlı Hükümeti Patrik Grigoryos’u Patrikhane’nin Orta kapısında asmıştır. Patrikhane döktüğü 10 bin kana doymamış gibi, eşdeğer bir Müslüman Türk’ü o kapıda asmadıkça kapının açılmaması üzerine yemin edilmiştir ve o kapı hâlâ kapalıdır.
İdamın haklılığı konusunda Elçi Von Huhbelger Berlin Kongresi’nde şöyle der: “- Fener Patrikhanesi’nin ve bütün memâliki Osmaniye’deki Rum kiliselerinin Mora ihtilalcilerine açıktan açığa yardım ettiklerine şüphe yoktur. Bu hareket bir isyandır. Osmanlı Devletinin tebası olan Rumların yaptığını bir başka devletin tebası yapmış olsa cümlesini Patrik Girigoryos misûllü asmak gerekir!”
Bu görüşte olan yalnız Elçi Huhbelger değildir, Fransız devlet ve fikir adamı Klod Farer de Avrupalılar adına aynı şeyi söylüyor:
“-Rumların Türklere yaptığını bizim bu topraklarımızda yaşayan bir başka ekaliyet yapsa, hepsini tasfiye eder, ülkemizde hayat hakkı vermezdik!”
Ruhban Okulu’ndan mezun olan Rumlar diplomalarını alırlar ve “Kin Kapısı”nda eşdeğer bir Müslüman Türk büyüğünü asma andı içerek göreve başlarlar. Sayın Erdoğan’ın yapması gereken şey önce o kin kapısını açtırmak olmalıdır.